97'nci yaşında Cumhuriyeti her gün yine ve yeniden kurmak

Sinan Baykent Independent Türkçe için yazdı

Bundan tam 97 yıl önce bugün Türkiye'mizde Cumhuriyet ilân edildi.

Ulusal egemenlik ilkesinin bir anlamda ete kemiğe bürünmesiydi aslında Cumhuriyet…

Ulusun bütün kol, kuvvet ve şubeleriyle "bedenleşme" arzusunun somut bir izdüşümü, yakıcı bir yansımasıydı.

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere emeği geçenlere ne kadar teşekkür etsek azdır.

Evet, Cumhuriyetimiz 97'nci yaşına basıyor bugün.

Bütün imkânsızlıklara, kitlesel yoksulluğa, yokluğa ve paylaşılan perişanlığa rağmen hayata getirilen bu "yeni", birinci asrını kutlamaya doğru yol alıyor.

Şüphesiz ki Cumhuriyet durağan bir kalıp değildir, olmamalıdır. Başka bir deyişle, muhtelif şekilciliklere hapsedilmemelidir.

Cumhuriyet -kuruluş ruhuna uygun olarak- zaman içinde devamlı bir hareketin, ilerlemenin ve atılımın taşıyıcısı olmak mecburiyetindedir. 

Dahası, bu hususî misyonu Cumhuriyeti sahiplenen yahut sahiplenme iddiasında olan herkesin idrâk etmesi elzemdir.

Cumhuriyeti bir "irade kudreti" addeder ve bu yönüyle özümsemeyi başarabilirsek şayet, o hâlde Cumhuriyetin her gün yine, yeniden kurulması gereken bir tasavvur olduğu gerçeğini de layıkıyla kavrayabiliriz.

Cumhuriyet; Türk milletine, ulusumuza "yapma" kabiliyeti aşılamıştır.

Yapmak yahut yapmaya cesaret etmek başlı başına büyük bir iştir.

Vatan sınırlarını dünyaya kabul ettirmek, yapmaya cürettir. 

Yine fabrika "kurmak", toprağı "işlemek", sıfırdan bankalar, şirketler ve işletmeler "teşkil etmek", bilfiil yapmaktır mesela.

Memleketi demir ağlarla "örmek", ülke çapında otoyollar "döşemek", köprüler, limanlar, havaalanları, telekomünikasyon istasyonları ve rüzgâr gülleri "inşa etmek", yapmaktır.

İHA'ları ve SİHA'ları göklerde "süzdürmek" de bütün görkemiyle yapmaktır.

Ancak yapmak, aynı zamanda yapılanı muhafaza etmek, korumak ve yükseltmektir.

Dolayısıyla yapmak; ulusun çiftliklerine, fabrikalarına, atölyelerine, bankalarına, işletmelerine yani ekonomik üretim hayatının kılcal damarlarına, kültürel "değer" üretim sahalarına ve kurumlarına gözü gibi bakmaktır.

Dolayısıyla yapmak; tabiatı, coğrafyamıza bağlı ekolojik dengeyi, bir bütün hâlinde havayı, suyu, bitki örtüsünü ve hayvanları da bir ebeveyn şefkatiyle kollamaktır.

Dolayısıyla yapmak; tarih içinde birbirine bağlanan halkalar misâli "zincirleşen" Cumhuriyetin meydana getirdiği olağanüstü birikimi, aklı ve pratiği topyekûn değerlendirmek, anlamak ve içselleştirmektir. İçselleştirmekle kalmayıp, onu daima yukarılara çıkarmak için çalışmaktır. 

Dolayısıyla yapmak; dünde takılı kalmayı reddetmek ve bugünü mütemadiyen yarın odaklı yoğurmaktır.

Öte yandan, yapmanın yanına bir de "nasıl yapmak?" sualini iliştirmek icap eder.

Bu sualin cevabı ise benim çok sevdiğim ancak Türkiye'de bir türlü hakkıyla uygulanamayan, erken Cumhuriyet yıllarının veciz bir formülünde saklı:

"İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle" olarak!

Meselenin püf noktası işte burasıdır.

Peki, ne demektir "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle"? Günümüzde nasıl düşünülür ve nasıl uygulanır? 

Evvelâ "fırsat eşitliği" prensibini toplumsal düzene katıksız bir tarzda hâkim kılarak.

Koşulların şu veya bu sebepten dolayı geride bıraktığı ve mazlumlaştırdığı insana gelir düzeyi, etnik menşei, dinî inanışı ve/veya mezhebine bakmaksızın, bu hususiyetlerine nispetle kör, sağır ve dilsiz bir tavır takınmak suretiyle en "aşağıdan" en "tepeye" ulaşmasına ilişkin nesnel çerçeveyi temin ederek.

İkincisi, reel üretimi teşvik etmekle ve reel üretime bizzat yaslanmakla olur. 

Salt yabancı sermayeden medet umarak, "armut piş ağzıma düş" mantığıyla hazıra konmayı isteyerek ve araştırmadan/geliştirmeden kaçınarak olmaz – olamaz. 

En azından stratejik sektörlerde kendi kendine yetmeyi gaye belleyen, spekülasyonu men eden ve uzun vadeli planlamalar eşliğinde millete istikamet belirleyip çalışan-kamu-müteşebbis iş birliği kapsamında bir "adil kalkınma modeli" nakşederek olur.  

Nihâyet üçüncü olarak ise belirleyici etken mülkiyeti tabana yaymaktır. 

Damlayan alın terinin karşılığını üretilen kâra ortaklıkta bulduğu, ekonominin dönen çarklarına katılan herkesin "ulusal hissedarlığının" kurumsallaştığı ve mülkiyete erişim hakkının küçük bir azınlıktan alınıp "demokratikleştirildiği" bir düzlemde fevkalade mümkündür.

Çünkü sadece üreten ve ürettiğinin semeresini alan insan Cumhuriyeti her gün yine ve yeniden kurabilir. 

Çünkü ancak böylesi bir insan yeni değerler kazandırabilir ve Cumhuriyeti hak ettiği konuma eriştirebilir. 

Ancak böylesi bir insan milliyetçiliğimizi maddî zeminde daha iyi anlamlandırabilir ve pekiştirebilir.

Ve ancak böylesi bir insan yanı başındakinin "kim" olduğuyla yahut "neye" inanıp/inanmadığıyla uğraşmayıp, organik "birlik" şuurunun, "ulusal dayanışma" mayasının ve dahi "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle" olabilme sürecinin kendiliğinden bir "yapıcısı" olabilir.

Cumhuriyetimizin 97'nci yılını coşkuyla kutlarken, iktidar-muhalefet ayrımı gözetmeksizin bütün siyaset kurumumuzun 2023 perspektifi ve ötesine daha sıkıca bağlanmasını yürekten temenni ediyorum. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU