Devasa gücün kaptanı

BAE, Bahreyn ve Sudan ile İsrail arasındaki normalleşme anlaşmalarıyla bölge halkı, Beyaz Saray kaptanının adının kendilerini ilgilendirdiğini bir kez daha hatırladı

Fotoğraf: AFP

ABD devasa bir güçtür. Bu güç, kendisine karıştığında dünya, elinin ağırlığından şikayet eder. Politikalarını, bilhassa kendisinden uzak bir sözlükten alıntı yaptığında, anlamakta zorlandığından şikayet eder.

Keza Beyaz Saray'ın efendisinin adının, partisinin ve kişisel kanaatlerinin değişmesi ile Washington'un hesaplarını ve politikalarını gözden geçirmekte aşırıya kaçmasından, politikalarının neredeyse 360 derece değişmesinden de şikayet edebilir.

ABD'nin okyanusları ve sınırları aşan iplerinden şikayet eden dünya, ABD kendisine sırtını dönüp içine kapanacağını ve kendi ülkesiyle yetineceğini ima ettiğinde de şikayet eder.


İşte ABD böyledir.

Bir yerde kurtarıcı diğer yerde bir yüktür. Aşırı bir şekilde var olduğunda sorun, yokluğunu abarttığında da sorundur.

Tam anlamıyla dünyanın sorunlarına dalmak ile kalıtsal bir dereceye kadar kendini çekme eğilimi arasındaki bu uzun dansa rağmen, tek bir gerçek kendini dayatıyor; o da ABD'nin dünyaya, dünyanın da ABD'ye ihtiyacı vardır.

Küçüklüğümüzde, dünya ile tek iletişim aracımız sinema perdesiydi.

Filmler bir yandan heyecanlı konularıyla izleyicileri esir alırken, diğer yandan bazı görüntü ve fikirlerin propagandasını yapardı.

Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde ABD savaşa dahil olmamıştı. O zamanlar ordusu gösterişsizdi.

Savaş makinesinin de korkutucu pençeleri yoktu.


Ne var ki, Alman İmparatorluğu bu zengin ülkeyi taciz etmesinin sonuçlarını tahmin edemedi ve Alman denizaltıları ABD gemilerine yönelik tacizlerinde aşırıya kaçtılar.

Öte yandan, Avrupa'nın kolayca Almanlara lokma olması, ABD'nin işine gelmezdi. Bu nedenle, Alman denizaltılarının gemilerine yönelik taciz ve saldırılarını gerekçe göstererek, Nisan 1917'de savaşa dahil oldu.

İzlediğimiz filmler yalan söylemiyorlardı. Nitekim daha sonra okuduğumuz kitaplar, ABD'nin girişinin savaşın seyrini değiştirdiğini, bundan sonra ABD'nin rekor bir sürede, dünya meselelerinde söz sahibi devasa bir güce dönüştüğünü onayladı.

Gençlik dönemimde, ABD'nin büyük bir güç olduğuna ikinci kez tanık oldum. Aynı perde bizlere, 7 Aralık 1941'de Japon uçaklarının, Pasifik Okyanusu'ndaki Amerikan deniz filosuna büyük bir saldırı düzenleyerek yapmış oldukları öldürücü hatadan da bahsetmişti.

Böylece, "Pearl Harbor" saldırısıyla yaralanan ABD'nin, bir kez daha savaşa müdahil olarak, Avrupa'yı Nazi canavarından kurtardığını ve dünyanın kaderini değiştirdiğini gördük. Dönemler arasındaki farklara rağmen aynı sahne on yıllar sonra bir kez daha tekrarlanacaktı.

11 Eylül 2001 saldırılarında büyük yara alan ABD, Afganistan'da Taliban, Irak'ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesine yol açan terörizme karşı küresel bir cezalandırma kampanyası başlatmıştı.

ABD'nin gücünü bizlere ekranlar ve kitaplar öğretti.

Sovyetler Birliği'ni füzelerini Castro'nun adasından çekmeye zorlamak için Küba'yı ablukaya alan Kennedy'nin görüntüsü, Kore Savaşı'nda Çinli gönüllüler seline karşı koyan ABD ordusunun görüntüleri, Vietnam ve müttefiklerinin zaferini kabul ederek, Amerikan bayrağını da alarak aceleyle Saigon'u terk eden ABD ordusunun görüntüleriyle öğrendik.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


ABD devasa bir güç.

Washington ne zaman dünyanın çehresini kendi algısına ve çıkarlarına göre çizmek için jandarma rolünü oynamaya karar verdiğinde dünya bundan şikayet ediyor.

Fakat ABD bu rolü oynamaktan ve maliyetini üstlenmekten vazgeçmeye karar verdiğinde, dünya yine şikayet ediyor.


Küçük ülkeler kendi içlerinde, ancak ABD'nin güç kullanıp sopasını salladığında Güvenlik Konseyi kararlarının ciddiye alındığını itiraf ediyorlar.

Bu, ABD'nin her zaman haklı olduğu anlamına gelmiyor. Çeşitli güç unsurlarına sahip olduğu için kritik roller oynayabildiği anlamına geliyor.

O, dünyanın birinci ekonomisi. Birinci askeri makinesi ve cephaneliği.

Olağanüstü üniversitelere, yaratıcı laboratuarlara ve teknolojide açık bir devrime, inceleme, geliştirme, düzeltme ve revizyonda alışılmadık bir canlılığa ev sahipliği yapan bir ülke.


İki kutuplu dünyada, Sovyetler Birliği şemsiyesi altındaki ülkeler ABD'de olanları görmezden gelebilirlerdi.

Bu büyüklükte bir mesele zaten Moskova'nın sorumluluğuydu. Stratejik konumdaki ülkeler Kremlin'in kucağına atılmayı göze alabilirdi.

Ancak, müttefiklerine sunabileceği her şeyi sunan Sovyetler Birliği, zenginliklerine rağmen hiçbir zaman ABD'nin gücüne denk ya da yakın bir güce dönüşemedi.


Bunun sebepleri çoktur ve rejimi, teknolojik gelişimi, makinesinin ve toplumunun katılığı ile ilgilidir.

Bu devasa gücün çekiciliği, baskıları ve iki güç arasında büyüyen teknolojik kapasite uçurumu, Sovyetler Birliği'ni tarihe gömerken, tek süper gücün doğuşunu müjdeledi.


Ne var ki, tek süper güç sahnesi de çok uzun sürmedi. Zira dünyanın jandarması rolü, son derece kompleks ve maliyetli bir roldür.

İmparatorluklar ya orduları ya da hazineleri tükendiği için çökerler. Ortaksız liderlik, küresel köyde korkunç yükler üstlenmek demektir. Amerikalı seçmen bu film benzeri rolün bedelini  ödemek istemiyor.


Ne Ira topraklarında kanını harcamayı ne de dünyaya demokrasiyi yayma hayalleri için trilyonca dolar kaybetmeyi istiyor.

Buna karşılık Vladimir Putin, Rusya'ya askeri ve diplomatik yeteneklerini geri kazandırdı. İstikrar ve demokrasi ilkelerini sürdürmenin yararlarını öne çıkaran bir sistemin temellerini güçlendirdi.

Fakat en büyük değişim atağı "dünyanın fabrikası" unvanını kazanan Çin'den geldi. Analistler ciddi olarak "Çin yüzyılının" yaklaştığına dair uyarılarda bulunmaya başladı.


"Çin virüsünün" yayılmadan önce, ABD kurumlarında Çin derdi diğer tüm meselelerin önüne geçmişti. Çin bambaşka bir dünya ve model.

Çin'in küreselleşme coşkusunun koruyucusu; tek anlatı ve tek resmi gerçek ilkesine bağlı kalan Çin Komünist Partisi adı verilen muazzam bir kapasitedir.

Bu nedenle, ABD'nin Çin ile meşgul olup dünyanın geri kalanı ile ilgilenmeyeceği gibi bir izlenim hakim oldu.


Donald Trump'ın tweetleri, ABD'nin gücü hakkındaki soru işaretlerini yeniden gündeme getirdi.

Dünyanın özelliklerini belirlemek ya da bu görevden çekilmek, dünya liderliğinde ısrar etmek ya da bedel ödemeyi reddetmek, müdahale ile hafifleme ve içe çekilme arzusuyla ilgili soruları yeniden hatırlattı.

Trump'ın paktlardan, çok taraflı anlaşmalardan ve uluslararası kuruluşlardan çekilme kararları, ABD'deki değişimin boyutu ve bunun daha sonra dünyada yol açacağı değişimin boyutu hakkındaki soruların derinleşmesine katkıda bulundu.

Bu yüzden, korona aşısına paralel olarak dünya, birkaç gün sonraki ABD seçimlerini bekliyor.


Dünya, ABD denen bu muazzam gücü ve onun Çin, Rusya, Avrupa, Ortadoğu ve "imparatorluk hayalleri" ile ilişkilerini yönetecek kaptanın ismini bilmek istiyor.

30 yıl önce Berlin Duvarı'nı yıkan, bugün de hızlandırılmış barış anlaşmalarıyla Ortadoğu duvarını yıkma tehdidinde bulunan gücün kaptanını bilmek istiyor.


BAE, Bahreyn ve Sudan ile İsrail arasındaki normalleşme anlaşmalarıyla bölge halkı, Beyaz Saray kaptanının adının kendilerini ilgilendirdiğini bir kez daha hatırladı.

Zira son söz her zaman ABD çıkarları adı verilen kaptanın olsa da, Joe Biden dönemi başka, Donald Trump dönemi başkadır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU