Türkiye Çin'i neden dikkatle takip etmeli

Nurettin Akçay Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Tarih 1 Ekim Perşembe. Şanghay'daki evimde Alibaba'nın Çin versiyonu Taobao'dan temin ettiğim zeytin peynir gibi kahvaltılık ürünlerle güzel bir Türk kahvaltısı yaptıktan sonra, şehir merkezine gidip biraz gözlem yapmaya karar vermiştim.

Malum 1 Ekim Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 71'nci yıl dönümüydü. Bir de "Güz Ortası Bayramı" kutlanıyordu aynı tarihte.

Bu sebeple, insanlar bayramı ve devrimin yıl dönümünü nasıl kutluyor diye şehrin canlı yerlerine gitmeye karar vermiştim.

Böyle günlerde sokağa çıkıp halkı gözlemlemeyi çok seviyordum. Çünkü bir ülkeyi sadece kitaplardan veya akademik makalelerden öğrenemezsiniz.

Eğer bir ülkeyi tanımak istiyorsanız halkın nasıl yaşadığını, nelere sevinip nelere üzüldüğünü, duygularını nasıl yaşadıklarını da bilmeniz gerekir.

İşte bu düşüncelerle tamamen ucuz olduğu için kiraladığım şehrin en uzak yerindeki evimden kalkıp şehrin en kalabalık yerlerine gidiyordum. 


Yazıma o günden aklımda kalan birkaç şeyi size aktarmakla başlamak istiyorum. Öncelikle şehirde gezerken çok ciddi bir ulusal gün havası sezemediğimi söylemeliyim.

İnsanlar devrimden ziyade, Güz Ortası Bayramı'nı kutluyor ve bayram nedeniyle verilen 8 günlük tatili değerlendirmeye çalışıyor gibiydi.

Sokaklarda gezerken aklıma İran'daki devrim kutlamaları gelmişti. Çin'deki kutlamaları, İran'da katıldığım kutlamalarla karşılaştırdım. Kesinlikle birbiriyle kıyas edilmeyecek iki ulusal gündü.

İran kutlamaları tamamen güç gösterisine dönüştürüyordu. Azadi Meydanı'nın her metrekaresinde bulunan askerler, tepemizde uçan helikopterler ve tüm Tahran'da sergilenen devrime ait simgeler insanları farklı bir havaya sokuyordu. 


İran işi tamamen simgesel bir eyleme dönüştürmüştü ve aslında bu gösteriler kutlama falan da değildi.

İran'daki kutlamalar sevinçten ziyade, düşman unsurlara yönelik mesajların baskın olduğu bir tema ile işleniyordu.

İran semboller üzerinden o kadar yoğun siyasi mesajlar veriyordu ki tamamen savunma psikozu ile hareket ettiği izlenimi oluşturuyordu.

Yani aslında İran bu tür etkinlikler aracılığıyla toplumu hamasi konulara angaje edip asıl sorunlarından uzaklaştırmaya çalışıyordu diyebiliriz. Zira İran sembollerin kitleler üzerindeki etkisinin farkındaydı. 


Sözü uzatmadan Çin'e döneyim tekrar. Çin'de ise İran'dakinin tersine bir görüntü vardı. Kutlamalarda devrime ait simgeler görmek neredeyse imkânsızdı.

İnsanlar sadece Çin bayrakları taşıyordu. Bayrak taşıyanların sayısı bile çok azken, halkın sadece eğlenmeye çalıştığını söyleyebilirim.

Şanghay'ın en kalabalık yerleri Lujiazui ve Waitan hınca hınç insan doluydu. Sevgililer, eşler, anne babalar, çocuklar sadece eğlenmeye çalışıyordu.

Mao'ya ya da devrim öncülerine ait tek bir şey göremiyordunuz. Tek bir fotoğraf bile.


Açıkçası aynı durumu 1 Mayıs işçi bayramında da gözlemlemiştim. İşçi Bayramı dünyanın en büyük Sosyalist devletlerinden biri olan Çin'in umurunda bile değildi.

Türkiye'de bile daha büyük 1 Mayıs kutlamaları yapılmıştı. Çin'de ise 1 Mayıs'a ait neredeyse hiçbir şey yoktu. Tabi 1 Ekim, 1 Mayıs'a nazaran çok daha şaşaalıydı ama yine de devrimi anımsatan herhangi bir sembolle karşılaşmıyordunuz.

Polis sayısı çok fazlaydı. Onların da tek görevi devasa insan kalabalığını yönlendirip izdihama engel olmaktı. Çok ciddi bir güvenlik önlemi de bulunmuyordu. 


İzlenimlerim az çok bunlar; fakat o gün dikkatimi çeken başka bir şey daha vardı. Devasa bir kalabalık bulunuyordu bölgede.

Şanghay'daki kalabalığı anlatmanın tam bir tarifi yok. Yüz binlerce insan o gün şehrin tek bir yerinde aynı anda bulunuyordu.
 


Sabahtan akşama kadar gelen giden insanları düşünürseniz milyonları bulan bir insan sirkülasyonundan söz ettiğimi anlarsınız.

Bu insanlar müthiş bir disiplin ve koordinasyon içinde hareket ediyordu. Tabi bu koordinasyonu sağlayan da polislerdi.

Herkesin inip çıkacağı yer, nerden yürüyeceği, nereye gideceği belliydi. Kalabalığın olduğu caddenin iki tarafında da baştanbaşa güvenlik görevlileri sıralanmıştı.

Böylece insanların caddelere inmesi engelleniyor ve araç trafiği de aksamadan devam ediyordu. Belki insanları robotlaştırıyorlar diye düşüneceksiniz fakat büyük bir düzen sağlanmıştı o gece.

Aslında çok da şaşırtıcı olmamıştı benim için zira şehirdeki düzene alışkındım.  Bu düzenden de kısaca bahsetmek istiyorum. 


Şanghay 25 milyon insanın yaşadığı bir şehir. Ve iyi yönetilen bir şehir. Bu kadar kalabalık bir şehir olmasına rağmen neredeyse hiçbir zaman ciddi bir trafik sıkışıklığına şahit olmamıştım.

Şehir yönetiminin trafik sorunuyla ilgili güzel bir planlaması bulunuyor. Örneğin her araç istediği şehre veya bölgeye giremiyor. Araç plakanızın fiyatıyla orantılı şekilde gireceği yerler belli ve kısıtlı.

Tabi her bölgeye girebilen plakalar da mevcut fakat o plakalar da neredeyse araçtan daha pahalı. Durum böyle olunca canlı bölgelere araç yığılması da olmuyor.

İnsanlar da ya toplu taşıma araçlarını ya da kendi araçları yerine taksi kullanmaya mecbur kalıyor. 


Bununla birlikte Çin çok gelişmiş bir toplu taşıma sistemine sahip. Şanghay'ın neredeyse her yerine metro ulaşımı mevcut. Yine ülkenin her yerine hızlı trenlerle gidebiliyorsunuz.

Öte yandan bisiklet ve motosiklet kullanımı da çok yaygın. Özellikle paylaşımlı bisikletler büyük bir kolaylık sağlıyor. Sadece toplu taşıma değil; planlı ve düzgün bir şehirleşme de var ülkede. 


Dikkat çeken bir başka konu da güvenlik konusu. Çin dünyanın en güvenli ülkelerinden biri dersek abartmış olmayız. Güvenlik kameralarıyla sürekli izlenen sokaklar ve sosyal kredi sistemiyle puanlanan insanlar mevcut.

Evet, insanları sürekli takip eden kameraların varlığı ciddi şekilde eleştirilebilir fakat bu sistemler sayesinde insanlar güvenle hareket edebiliyorlar.

Çin'in yapay zeka ile entegre güvenlik sistemi sayesinde ülkedeki suç oranı her yıl önemli oranda azalıyor. Örneğin 2012-2017 yılları arasında silahlı suçlarda yüzde 81.3'lük bir düşüş görülmüş.

Hakeza diğer suçlarda da ciddi azalmalar mevcut. Bu durumun da iki temel sebebi var:

  1. Ülkenin tamamına yayılmış devasa bir gözetleme sistemi.
  2. Devletin suç konusunda çok hassas olup sert önlemler alması. 


Bunlara ek olarak her alanda formüle edilmiş bir sistem görüyorsunuz. Ekonomiden, eğitime, hizmet sektöründen, bürokrasiye kadar çözüm odaklı çalışan bir sistem var ülkede.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

 

Geçen yıl Şanghay merkezli başlatılan ve şu an tüm ülkeye yayılan sıfır atık projesinin ne kadar hızlı hayata geçtiğini ve insanların konuya nasıl adapte olduklarını görünce hayranlık duymuştum.

Her ne kadar sıfır atık projesine alışamasam ve proje kişisel olarak hiç hoşuma gitmese de çok faydalı bir iş. Açıkçası yemek atıklarını ayrı poşete koyup daha sonra gidip onu ayrı bir çöp kutusuna boşaltıp poşetini de ayrı bir kutuya koymak midemi çok bulandırıyor.

Fakat dediğim gibi çok faydalı bir proje. Çin bu sayede kullanılabilecek tüm atıklarını geri dönüştürmeye çalışıyor ve bunu devlet politikası haline getirmiş durumda. 


Sıfır atık projesiyle ilgili Mustafa Öztürk Hoca'nın şu yazısını mutlaka okumalısınız

İşte bu sistemli yapı sayesinde tüm dünya şu anda koronavirüsle mücadele ederken, Çin havuz partilerinin ve hınca hınç dolu caddelerinin görüntülerini dünyaya servis ediyor.

Bu yüzden salgın nedeniyle dünyadaki tüm ekonomiler küçülürken, Çin ekonomisi büyüyebiliyor. Bakın Dünya Bankası ne diyor:

2020'de küresel ekonomi yüzde 5,2 daralacak. Ekonomisi büyüyecek tek büyük güç Çin olacak. Dünya Bankası yılsonunda Çin ekonomisinde yüzde 1,6 büyüme bekliyor.

2020 GDP beklentisi ise Çin için 14,6 trilyon $. Bu da dünya toplam GDP'sinin yüzde 17,5'i demek.


Durum böyleyken ülke olarak Çin'den öğrenebileceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum. Evet, tarihsel, kültürel, coğrafi ve demografik açıdan çok farklı ülkeleriz.

Çin örnekliği, Çin'in büyüme modeli Türkiye'de tam anlamıyla uygulanamaz ancak yine de Çin'in önemli bir laboratuvar olduğuna inanıyorum.

Benim Çin propagandası yaptığımı falan sanacaksınız fakat istediğim tek şey buraya dikkat çekmek ve Çin'den bir şeyler öğrenmemize vesile olmak.

Gençlerimizin artık Avrupa'dan, Amerika'dan kafalarını çevirip Asya ile de ilgilenmesi gerekiyor. Ülkemizdeki her kurumun buralara en azından bir öğrenci göndermesi gerekiyor.

Asya ülkelerine sadece uluslararası ilişkiler mezunları gelmemeli. Mühendislerimizin, polislerimizin, şehir planlamacılarımızın, doktorlarımızın, yöneticilerimizin buraları görmeleri ve sistemin nasıl işlediğini anlamaları gerek.  


Uzun lafın kısası Çin, 1,4 milyar insanın sistemli bir şekilde yönetildiği devasa bir ülke ve bu ülkenin sorun yönetimi için ürettiği sayısız çözüm mevcut.

Bizim de trafikten çevre sorunlarına, eğitim sisteminden kentleşmeye kadar karşılaştığımız çok sayıda problemimiz mevcutken, bunları çözmek için Amerika'yı yeniden keşfetmemize gerek yok.

Zaten var olan çözümleri kendi ülkemize taşımamız yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU