İktidar bloku üzerinde düşünürken, “Osmanlı ecdatları” üzerinde düşünmek… (1)

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Twitter

Siyasi İslamcılıkla sade Müslümanlık aynı şey olmadığı; İslamcılığın, İslam'ın siyaseten araçsallaşmış biçimi olduğuna dair bir görüşe sahibim.

Buna göre sade Müslümanlık aynı anlamda olmak üzere Müslümanlık güç ve iktidar ilişkisinden azade bir şekilde Allah ile inanan arasındaki ilişki oluyor.

Her çağın belirleyen bir ideolojisi olduğunu kabul ettiğimizde, ‘Orta Çağ'ın ideolojisi dindi’ dersek yanılmış olmayız.

Devletler din savaşları üzerinden güç kazanıyor, işgal ediyor, ganimet topluyordu. İnanmamak, dini eleştirmek çoğu kez sonu ölümle biten ağır bir suçtu.

Ancak hemen hemen bütün dinler başlangıçta yoksulların varsıllara ve hak bilmez despotik iktidarlara karşı hak mücadelesinin ideolojik görünümü olarak ortaya çıktı.

Peygamber Musa, Firavuna; Peygamber İsa, Roma despotlarına; Peygamber Muhammed, Mekke’deki putperest inanışa ve bu inanışı sürdürmekte çıkarı olan güç sahibi varsıllara karşı yoksulların, ezilenlerin tercümanı olarak tarih sahnesindeki yerini aldı.

Burada bir ara paragraf açmak yeridir…

Hiç şüphesiz tarihteki bütün peygamberler kendi çağlarının koşulları ve toplumsal ihtiyaçları önünde devrimciydi.

Herhalde içgüdüden gelen bir ilhamla zamanın ruhunu gözettiler. Yoksul ve ezilen halkların sorunlarına çözüm bulmaya çalıştılar.

Ancak bütün bunları doğal yaşadıkları zamanın kültürünün koşullanması ve güçler ilişkisinin ‘etkisi’ altında yaptılar.

Bundan dolayıdır ki modern zamanların koşulları ve insanlığın gelişme düzeyi bakımından kabul edilemez uygulamaların da sorumlusu görüldüler.

“Görüldüler” ama o uygulamaları, koşulları içinde bırakma yerine, onlara karşı olan putperestlerin izdüşümü güncel ‘putperestlerin’ istismarı tarihsel haksızlıktı.

O koşullarda başka türlü düşünemeyecekleri için düşünememişlerdi.

Konumuz olan İslam’dan devam edecek olursak, İslam’a katılımın artması başka faktörlerle birleşerek devletleşme sürecini getirdi.

Yani araçsallaştı.


Hayatta her şeyin bir karşılığı vardı

İslami büyümeyi devletleşme üzerinden sürdürmenin karşılığı ağır oldu. Bu yönlü süreç ilerleyip geliştikçe İslam siyasileşti, kendi kaynaklarından ve değerlerinden koptu.

En iktidarcı, kendince Müslümanların elinde olan devletin toplumsal/ideolojik rıza aracına dönüştü İslam.

Çok daha açık ifadeyle İslam, devlet musibeti üzerinden kaynağından, yani Muhammedilik'ten koptu ve yozlaştı.

Hayatın daha çok halisane ideallere oynadığı ‘gerçeklik’ oyunu İslam’ın da başına geldi.

Muaviye gibi “iktidarcı” siyaset cambazları üzerinden oynanan ‘gerçeklik’ oyununa Halife Ebubekir ve Halife Ömer ama özellikle Halife Osman artan ölçüde dahil oldu.

Giderek İslam idealinin gerçeklikle yer değiştirmesi, başka bir ifadeyle içeriğinin boşalması, “şekli” bir inanışa dönüşmesi kaçınılmaz oldu.

Halife Ali, önemli ölçüde farklıydı. İlk Müslümanlardandı. İlk Müslüman diye biliyorum.  

Muhammed’i “sırlara” vakıftı ve İslam’a kalben bağlıydı. Ancak ne kadar inanmış bir Müslümansa, savaşta ne kadar güçlüyse, siyasette o kadar zayıftı, naifti.

Son Halife olmasında, hatta yenilmesinde bu özellikleri belirleyendi. İslami gidişatı tam olarak anladığı söylenebilir mi, bilemiyorum….

Sonuç olarak, iktidarcı tapınmayı aşamadı, İslam’ı araçsallaştıran Muaviye gibi unsurlarla baş edemedi.

Devlet İslam’ının İslami karakterlerden kopması, Halife Ali’den sonra, oğlu Hz. Hüseyin başta olmak üzere, iktidarcılığa biat etmeyen Hz. Muhammed'in torunlarının katledilmesi ve olmadık zulme uğraması ile devam etti.

Muhammed’î İslam’ın tasfiye süreci ‘Dinde zorlama yoktur.’ Ama özellikle Medine Sözleşmesi gibi farklılıkları barış içinde yaşatma adına olumlu girişimlerin yok sayılmasını, unutulmasını getirdi.
 

Medine Sözleşme.jpg
Medine Sözleşmesi


Kelamla ikna dönemi bitmişti

Sonrası, devletin İslam’ı yayma üzerinden kılıcı dayattığı, halkların topraklarına, eşleri de dahil, değerlerine ve zenginliklerine el konulduğu, vergiye bağlandığı bir süreç olarak gelişti.

İslam maskesi altında estirilen zulüm rüzgarlarına karşı Anadolu'da halk direnişleri gerçekleşti.

Baba İshakların, Hallac-ı Mansurların, Nesimilerin direnişleri hiç unutulmadı.

Sonuç olarak bütün direnişler ve itirazlar her seferinde kanla bastırıldı.

Anadolu halkı ve bir kısım Kürdistani halklar ise, inançlarını kalplerine gömüp biat etmek zorunda kaldı.

İslam’ın Halife Ali ve oğlu Hz. Hüseyin gibi mağdurlarına sığındılar.

Yetmedi, kimi Türkmen ve Kürt halk toplulukları inancını ve varlığını sürdürmek için dağlık alanlara sığındı.

Emsal olsun, Dersim Alevi/Kürt gerçekliği bir yerde buydu.

Kimisinde Halife Ali sığınağı, gönlünde inşa ettiği Ali sevgisine dönüştü. Ve bu yönlü Ali sevgisi üzerinden Alevi-Müslüman aşısı tuttu(mu?).

Kimisi kök arayışı içinde, yüzleşiyor.
 

uhud savaşı.png
Uhud Savaşı (temsili), 625

 
Ecdat devletlerine gelince…

Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı devletlerinin hepsi, devlet İslam’ı idi.

Hepsi varlıklı sınıfların en varlıklı, en çıkarcı en iktidarcı sülalelerinin devletleriydi.

O kadar iktidarcıydı ki emsal olsun, bir tarihten sonra Osmanlı kardeş katilliğini ‘normalize’ etti.

Hepsi aynı zamanda köleci, cariyeci, devşirmeci idi.

Hepsi İslam’ı güç, iktidar ve şatafat için araçsallaştırdı.

Cumhurcu/iktidarcı blok, özellikle asli iktidar ortağı 'Osmanlı ecdatları'ndan dem vuruyor.

Bu mu?

İşte Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Diyanet İşleri Başkanı minbere kılıçla çıkıyor, sanki fethedilen bir ülkenin fethedilen kilisesinden dönüştürülen caminde hutbe okur gibi hutbe okuyor, bu fetih hakkı, yani kılıç hakkı oluyor...

Cumhurcu iktidarın, Osmanlı ecdatları gibi Muhammed’i İslam’la ilgisi olmayan, İslam’ı siyaseten araçsallaştıran bir iktidar biçimine tekabül ettiğini gözler önüne seriyor, bütün bu argümanlar…


Özün sözü: Kimdi bu ecdatlar? Osmanlı ecdatlarıyla yüzleşmek zorunlu…

Tarihle yüzleşmek zorunlu...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU