Siyasi bir mabet; Ayasofya!

Abdulbaki Erdoğmuş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Muhammed Enes Yıldırım/AA

Ayasofya, ilk olarak Bizans’ın ilk imparatoru Büyük Konstantin’in talebi üzerine inşa edilmiş; ancak açılışı “15 Şubat 360 tarihinde Büyük Konstantin’in oğlu II. Constantius” tarafından yapılmıştır.

M.404 yılında yakılarak tahrip edilmesinden sonra tekrar inşa edilerek (10 Ekim 415) kilise olarak yeniden ibadete açılmıştır. 

Tarihi serüveni, siyasi hâkimiyet uğruna yağma, talan, yıkım ve tahribatlarla geçen Ayasofya, (1204-1261) Latin İstilası sonrası “Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı” bir katedrale dönüştürülmüştür.

16 Mayıs 1204 tarihinde Latin imparatoru I. Baudouin’un, imparatorluk tacını Ayasofya'da giymiş olması, Ayasofya’nın ibadet kadar siyaset açısından da mesajlar taşıdığı görülmektedir.

İstila ve yağma dışında, doğal felaketler sonucu da yıkıma uğrayan Ayasofya, İstanbul’un Müslümanlar tarafından alındığı 1453 yılında da tahrip olmuş bir durumdaydı.

Fatih Sultan Mehmet’in siyasi amaca yönelik emriyle onarılmış ve camiye dönüştürülmüştür. Siyasi hükümranlık simgesi olarak ilk cuma namazı da Ayasofya camisinde kılınmıştır.

Ayasofya, tarihi boyunca hem kilise hem cami hem de müze olarak hep var oldu. Farklı imparatorlukların ve farklı medeniyetlerin hep simgesi oldu.

1500 yıl boyunca Ayasofya olarak ‘mabet’ kimliğini hep korumuş olsa da, siyasetin de hep odağında olmuştur.

Ayasofya, yine siyasi mülahazalarla 24 Kasım 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze haline geldikten sonra ibadete tamamıyla kapatılmış; ancak daha sonra 8 Ağustos 1980 tarihinde hünkâr mahfili, ibadet için tahsis edilmiştir.  

14 Eylül 1980’de restorasyon gerekçesiyle tekrar kapatılan hünkâr mahfili, 10 Şubat 1991’de namaz kılmak için yeniden açılmış ve kısmen de olsa ibadetgah olarak hizmet vermeye başlamıştır. 

Ancak tartışmalar hiç kesilmemiş, bazı cemaatler ve özellikle de Milli Görüş Hareketi tarafından siyasal alana taşınmış, devamlı gündemde tutulmuştur.

Merhum Necmettin Erbakan’ın her yıl 29 Mayıs tarihini “İstanbul’un Fethi” olarak kutlaması nedeniyle Ayasofya da “fethin bir parçası” olarak siyaset gündemini hep meşgul etmiştir. 

Nihayet, 2 Temmuz 2020 tarihi itibariyle Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmiş ve 24 Temmuz Cuma günü de ibadete açılacağı ilgililerce ilan edilmiştir.

Söz konusu karar yeni tartışmalara yol açsa da Ayasofya’nın artık siyaset/devlet himayesinde bir cami olarak statüsünü devam ettireceği kesinlik kazanmıştır.

Bir mabedi, siyasi nedenlerle, “kılıç hakkı” veya “egemenlik hakkı” gerekçesiyle mülk edinmek, yıkmak, statüsünü değiştirmek, ibadete kapatmak, din ve vicdan hürriyetiyle bağdaşmaz, İslam ile de hiç bağdaşmaz.

Esas itibarıyla Ayasofya’nın statüsünü, geçirdiği evreleri İslam üzerinden veya İslam referanslarıyla tartışmak doğru değildir.

Şimdiki süreç de dâhil, geçirdiği statü değişikliklerinin hiç biri, İslam referanslarıyla açıklanamaz. Tamamı siyasi ve konjonktüreldir.

Kiliseden camiye, camiden müzeye, müzeden tekrar camiye dönüştürülmesi siyasal gerekçeler dışında izahı mümkün değildir.

Kişisel olarak da, Ayasofya’nın ibadete açık olması gerektiğine inanıyorum. Doğru olan; bir mabedin istismardan, siyasi tasalluttan uzak ve özgün olması, ibadete açık olması ve amacına uygun olarak kullanılmasıdır.

Mabetler, manevi iklimler oluşturmak içindir. Ayasofya’nın da, manevi bir iklimde, inananların iç huzur bulacakları bir manevi atmosfer içinde ibadete açılması gerekir.

Ayrıca bir mabedi, ihlas ve dua ile açmak yerine, muhalefete meydan okuyarak 84 yıl öncesine göndermelerde bulunmak, “fetih” vurgusuyla Hristiyan âlemine İstanbul'un fethini çağrıştırmak, politik, ideolojik, dinci şovlar yapmak, bir mabedin ruhuna ters düştüğü gibi İslam ve ibadet ruhuyla da örtüşmemektedir.

Camiler, kiliseler, havralar Allah’ı anma ve öğüt alma mekânlarıdır.

Bunların amacına uygun kullanılması, politik, ideolojik saldırılar dâhil, her türlü müdahale karşısında korunmaları, istismar ve çıkar aracına dönüşmemeleri için çaba göstermek, gerekli tedbirler almak inananların olduğu kadar egemen iradenin de sorumluluğudur. 

Onlar ki, sadece 'Bizim Rabbimiz Allah'tır!' dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar.

Çünkü, Allah insanları birbirlerine karşı savunmasız bıraksaydı, şüphesiz o zaman, içlerinde Allah'ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler [çoktan] yıkılıp gitmiş olurdu.

Ve muhakkak ki Allah, O'nun dâvâsına arka çıkanlara yardım edecektir: çünkü, Allah (her şeyi hükmü altında tutan) en yüce iktidar Sahibidir.

(Hac Suresi-22:40)

 
Ayasofya, bir “fetih sembolü” veya “Fatih Sultan Mehmet’in bir emaneti” olarak değil, “mabet” olması hasebiyle Allah’ın bir emaneti olarak korunmalı ve sahip çıkılmalıdır.

İslam anlayışını, Kur’an ayeti en güzel ve açık bir ifade ile ortaya koymuştur:

Rabbim tevhidi emretti. (Mescitte) Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O'na çeviriniz ve dini yalnız Allah'a has kılarak, O'na yalvarınız. İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz

(A’raf-7/29)


Kararın hayırlı olmasını, siyasette din istismarı için kullanılmamasını diliyorum.

Ancak Ayasofya’nın ibadet için mi, siyaset için mi yeniden açıldığını 24 Temmuz Cuma günü hep birlikte öğreneceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU