Ciddi psikoz sahibi kişiler tamamen bağımsız olabilirmiş gibi davranmayı bırakalım

Jason Kakaire vakasının da gösterdiği gibi akıl sağlığına karışmama yaklaşımımız hayatları riske atıyor

(Mosaic Science)

Ciddi derecede akıl hastalığından muzdarip bir kişi, geçen yıl 30 Mart'ta kuzey Londra'daki dairesinden çıkıp bir kadını sırtından bıçaklamış ve kadını hayatının geri kalanında felçli bırakacak şekilde yaralamıştı. Sonraki üç gün içinde sokakta tesadüfen karşılaştığı ve sırtlarından bıçakladığı diğer 4 kişi gibi o kadın da kendisi için tamamen yabancı biriydi.

30 yaşındaki Jason Kakaire'nin uzun bir psikotik hastalık geçmişi vardı. Bir zamanlar, yaşlılar ve hastaların bakıldığı bir merkezde kalıyordu ancak burası daha sonra parasızlık yüzünden kapatılmıştı. Saldırıları gerçekleştirdiği zaman Edmonton'daki köhne ve yüksek bir apartmanın 7. katında yaşıyordu. Kendisine ilaçlarını veren akıl sağlığı ekibi tarafından ayda bir ziyaret ediliyordu.

Sonrasında psikiyatristlere halüsinasyonlar gördüğünü ve kafasında kendisini öldürmesini söyleyen sesler duyduğunu anlatacaktı. Tanımadığı kişileri bıçaklamaya başlamadan önceki günlerde bu sesler daha da tehditkar hale gelmiş ve onu öldüreceklerini söylemişti. "Öldürülmekten kurtulmak için dışarı çıkıp insanları öldürmesi gerektiğini" hissettiğini anlatıyordu.

Kakaire cinayete teşebbüsle yargılanacaktı ancak 2 Mart'ta kasıtlı yaralama ve bıçak taşımaya dair 10 ayrı suçlamayı kabul etti. Mayısta hüküm giyecek.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Dava, Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Sistemi'nin (NHS) -ve dünya genelindeki diğer sağlık hizmetlerinin- bu tür felaketleri durdurma konusundaki başarısızlığını ortaya çıkardığı için yankı uyandırdı. Kakaire ailesini yakından tanıyan, akıl sağlığı yardım kuruluşu Sane'in Başkanı Marjorie Wallace, “Hiç kuşku yok ki bu önlenebilirdi” diyor.

Wallace, Kakaire kadar hasta ve kafasının içindeki şeytanlar tarafından takip edilen birinin, neden kendisi ve diğerleri için düşük riskli olarak değerlendirildiğini soruyor. Kibar ve yalnız birisi olarak tanımlanan Kakaire, duyduğu sesler yüzünden binadan ayrılarak ayakta tedavi randevusuna gitmekten epey korkuyordu. Annesi, Kakaire'nin intihar etmeyi düşündüğünü haber verdiğinde kendisine oğlunun camdan atlayamaması için dairesindeki pencereleri kapatması söylendi.

Elli yıl önce olsa, Kakaire'nin psikozunun ciddiyeti muhtemelen ona akıl hastanesinde bir yatak verilmesi anlamına gelirdi ancak bu yataklar artık yok. Hükümet sürekli olarak akıl sağlığına öncelik verdiklerini iddia etse de akut akıl hastalığı olan kişiler için uygun yatak sayısı 2009-2018 arasında yüzde 30 oranında azaltılarak 26 bin 448'den 18 bin 82'ye düştü. Aynı dönemde akıl sağlığı hemşirelerinin sayısı 6 bin, uzman doktor sayısı da 600 azaldı.

Son yarım yüzyılda hem sağ hem de sol, ciddi akıl hastalığı olanlara sağlanan yardım tedarikini trajik bir biçimde kıstı. Hastanede bakımın yerini, çekici olduğu kadar aldatıcı bir slogan olan "toplum içinde bakımın" alması bekleniyordu, ne var ki bu sloganın -eski bir bakanın da söylediği gibi "toplum içinde neme-lazımcılık" demek olduğu anlaşılacaktı.

Bu yaklaşımın hükümetler ve sağlık yetkilileri nezdindeki en büyük cazibesi, önemli miktarda para tasarrufu sağlamasıydı. Wallace, bir akıl hastasının bakım ekibinin ara sıra yaptığı ziyaretlerle tedavi edilmesinin finansal maliyetini hastanede yatak vermekle karşılaştırıldığında, bakım ekibinin hastaneden yaklaşık 44 kat daha ucuza geldiğini söylüyor. Akıl hastalarının büyük çoğunluğunun şiddete eğilimli olmadığını vurgulayan Wallace, Sane'in yaptığı araştırmaların, BK'da akıl hastalarının yılda işlediği 120 cinayetin yarısından fazlasının, bakım hizmetlerdeki çok sayıda hatadan kaynaklandığını gösterdiğini belirtiyor. Bu hataların en yaygını, akıl hastalarının neler yapabileceği konusunda bu kişilerden ya da ailelerinden tekrar tekrar gelen uyarıları basbayağı dinlememek.

Akıl hastası kişilere bakan hastaneler ve diğer kurumların azalması, çağımızın en acımasız ve en geriletici gelişmelerinden biri oldu. Başka yerlerde olduğu gibi BK'da hükümet, 1950'lerden beri "hastaları akıl hastanelerinden çıkarıp topluma kazandırmanın" bu kişilerin yararına olduğunu iddia ederek bunu meşrulaştırdı. Gerçekte olansa, genelde bir kurumun (psikiyatri hastanesi) yerini başka bir kurumun (hapishane) almasıydı.
 


Akıl hastası kişilerin kendi başlarına batıp çıkmaya bu kadar sık terk edilmesinin nedenlerinden biri de iyi niyetli halkın akıl hastalığının nedenlerini ve tedavisini pek fazla anlamıyor oluşu. Akıl hastanelerini aslında hapsetme yerleri olarak gören ve kimilerinin "Guguk Kuşu" (One Flew Over the Cuckoo’s Nest) adını verdiği -ve aynı isimde filmin beslediği- bir tutum var. Bu görüş, hastaların özgür bırakılmaları ve bir tür merhametli ama ne olduğu açıkça belirtilmemiş toplumsal bakıma bel bağlamaları durumunda daha iyi olacakları mantığına dayanıyor.

Daha ciddi bir argümansa, 1950'lerden bu yana tıpta yaşanan ilerlemelerin, doktorlara tedavi edemeseler bile akıl hastalıklarının çoğu boyutunu kontrol imkanı sağladığını savunuyordu. Dahası, bu yeni ilaçlar hastanın hastanede olmasını gerektirmiyordu çünkü (en etkili olanlar değilse de) çoğu ilaç yavaş etki gösteren iğnelerle uygulanabiliyordu.

Sorun şu ki akıl hastalığının birçok derecesi var lakin bu algı, akıl hastalarının ötekileştirilmesini engellemeyi amaçlayan iyi niyetli ama ters tepen bir çaba sonucu bulanıklaştı. Londra'daki King's College Üniversitesi Psikiyatri Enstitüsü'nün onursal profesörü Rachel Jenkins, "Son 20 yıldır damgalamaktan kaçınmak için insanlar akıl hastalığına 'akıl sağlığı sorunu' diyor, böylece sonu gelmeyen bir kafa karışıklığı ortaya çıkıyor" diyor.

Jenkins gerçekte üç farklı akıl hastası kategorisinden bahsedildiğini söylüyor: Hastanede tedaviyi gerektirebilecek akut psikozu olanlar, depresyon ve anksiyete gibi psikotik olmayan akli bozukluklara sahip olanlar ve nüfusun büyük çoğunluğunu kapsayan, daha az önemli akli sorunları olan kişiler. Psikotik kişilere diğerlerinden çok daha farklı davranılması gerekiyor.

Ciddi seviyede psikozu olan kişiler genelde kendilerine bakamaz, kendileri ve diğerleri için de risk oluşturabilir. Bu kişilere bakmak ve durumlarını iyileştirmeye çalışmak önemli miktarda kaynak gerektiriyor ama bu kaynaklar 20. yüzyılın ortalarından beri durmadan aşama aşama azaltıldı. Sonuç olarak "toplum içinde bakım", neticede genellikle kişiye ailesinin bakması anlamına geliyor. Bu nedenle de bakımın derecesi ailenin kaynaklarına ve gelirine bağlı oluyor.

Akıl hastası olmayı yaftalardan kurtarmak gibi takdire şayan bir niyetle hareket edenler, "delilik" ve "akıl hastalığı" gibi korkutucu kelimelerden kaçınmaya çalışarak, akut psikozun yıkıcı bir deneyim olduğunu söyleyen geleneksel -ve gayet doğru- inancın etkisini sonunda zayıflattı. Psikotik kişilerin kendi faydaları için rasyonel kararlar alabileceği iddiası insancıl bir yaklaşım gibi görünebilir ancak bir zamanlar çaresizce yardıma muhtaç görülen kişilerin kendi hallerine -ya da Kakaire gibi kendi seslerine- bırakılabileceği mesajını veriyor.

 

 

Patrick Cockburn'ün tasarımdan kaynaklanan nedenlerle kısalttığımız başlığının tamamı şöyledir: Ciddi psikoz sahibi kişiler tamamen bağımsız olabilirmiş gibi davranmayı bırakalım ve onlara ihtiyaç duydukları desteği verelim

https://www.independent.co.uk/voices

Independent Türkçe için çeviren: Ata Türkoğlu

Bu makale kaynağından aslına sadık kalınarak çevrilmiştir. İfade edilen görüşler Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independent

DAHA FAZLA HABER OKU