Koronavirüs ve Türkiye’de turizm

Bahattin Yücel Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Türkiye’nin bir kriz yönetimi sorunu olduğu ortada. Üstelik kronikleşen bu eksikliğimiz salt koronavirüs salgını ile sınırlı değil. 

Basit bir örnekle açıklarsak; Diyanet’in ticari organizasyonu ile gidişlerine sınırlama getirilmeyen Umrecilerin, yurda dönen son kafilesinin Ankara’da yaşadıkları. 

Yaşlı yurttaşların çok farklı bir iklim kuşağından uzun bir uçak yolculuğunun ardından içine düştükleri kargaşa. 

Önceden planlı karantina önlemi alınmadan, sadece “evlerinizden 14 gün çıkmayın, ziyaretçi kabul etmeyin” önerileriyle durumu geçiştirmeye çalışan Sağlık Bakanlığı'nın, ülke genelinde yarattığı büyük risk. 

Öte yanda Diyanet İşleri Başkanlığı'nın salgına karşı dualarla çözüm önererek, halk sağlığını açıkça kendi çıkarları uğruna tehdit eden çıkarcı sözde din adamlarına tepki vermeyerek, sessizliğini koruması.

Kısaca söylersek; aklın yolunu göstermeyişi.

Yukarıda sayılan örnekleri çoğaltmanın fazla anlamı yok. Bu kadarı bile iktidarın karşılaştığımız tehlikenin boyutlarını kestiremediğini göstermeye yetiyor.

Bu yaklaşım önümüzdeki sezonu giderek korkuya evrilen bir çizgide bekleyen turizmcilerin durumlarını daha karmaşık hale getiriyor.

Onları Ankara’da gece yarısı öğrencileri kapı dışarı edilerek karantina mekanına dönüştürülen yurtlara yerleştirilen Umrecilere benzetmek, mümkün.

Alınan önlemlerin niteliklerini paylaşmak yerine, 'Bize bir şey olmaz' mantık örgüsü içinde doğru bilgilendirme yerine, gelişmeleri küçümseyen, böylece koronavirüs ile başa çıkılacağını uman tutum ne yazık ki, turizmcileri de etkileyeceğe benziyor.

Yetkisiz ve kişiselleştirilmiş çözümler dışında alternatifler geliştiremeyen, böyle davranarak yeni hükumet sisteminde- belki de- kendisinden beklenen danışma işlevini yerine getirmekte zorlanan Bakanlıktan (Kültür ve Turizm), fazla umutları kalmayan turizmcilerin kayıplarını kestirmek çok zor değil.

Aralarında doğudan batıya doğru sayarsak; Asya, İran, Rus, Balkan, Ortadoğu ve Avrupa pazarlarından toplam potansiyelinin çok büyük bölümünü sağlayan Türkiye’nin, belirsizlik ortamından kısa sürede kurtulacağını söylemek safdillikten öteye bir anlam taşımıyor. 

Özellikle kaynak ülkelerde günlük hayatı durduracak ölçülerde sürdürülen önlemlerin, talep üzerindeki olumsuz baskılar, iptal edilen rezervasyonların yeniden kazanılmasını öngörmeyi güçleştiriyor.

İlk gösterge 1-15 Mayıs arasında Rus pazarındaki gelişmeyle ortaya çıkacaktır.

Türkiye’nin toplam ziyaretçileri sıralamasında en yüksek payı oluşturan bu pazarda geçtiğimiz yıl önceden planlanmış tatil programlarını satın alan, yaklaşık 7 milyon kişinin davranışları önemli. 

Bu yıl için tümüyle kaybedilen Asya Pazarı dışında, günlük hayatlarında koronavirüs etkisini çok ağır biçimde yaşayan Avrupa ve İngiltere pazarlarında da durum Rusya’dan farklı görünmüyor.

Özellikle Türkiye için satın alma gücü yönünden belirleyici olan Alman pazarındaki iptaller, sadece bu ülkeyi değil Hollanda’dan İskandinav ülkelerine kadar uzanan bir yay içindeki Danimarka, İsveç ve Norveç’i de  etkileyeceğe benziyor.

Krizi en ağır hasarla atlatan AB ülkesi olan İtalyan pazarında ise Türkiye’ye dönük talebin en yüksek düzeye ulaştığı, temmuz-ağustos aylarında hareketlenme yaşanmayacağı anlaşılıyor. 

İngiltere ve Ortadoğu ile Amerika’dan gelebilecek potansiyeli irdelemeden, yukarıda özetlenen gelişmelere bakılırsa; geçtiğimiz yıl ulaşılan ziyaretçi sayıları ile döviz girdilerinde, dramatik düşüşlere yaşanacağı ortaya çıkıyor. 

Ancak ortada iyimser olunmasını gerektiren bir gerçeklik de yok değil. 

Türkiye’nin rekabet ettiği, İspanya, İtalya, Hırvatistan ve Yunanistan da bizimle aynı konumda yer alıyorlar. 

Almanya, Orta ve Batı Avrupa ülkeleri tatilcilerinin, virüs baskısının ardından, -aşırı iyimserlik gibi görülebilir ama- sıcak denizlere gitme alışkanlıklarını yeniden kazandıklarında, Türkiye’nin yarışa eşit koşullarda başlama olasılığı var.

Şimdi ülkeyi yönetenlerin önlerinde iki seçenek bulunuyor.

İlki her şeyi oluruna bırakarak, ölen ölür kalan sağlar bizimdir yaklaşımıyla, sektörü kendi kaderine terk etmek. 

İkincisi ise günümüz koşullarında yüz milyar doları bulan sektördeki yatırımların, yok pahasına elden çıkmasını engelleyecek önlemlere başvurmak.

Aslında olumsuzluklar nedeniyle ödeyemeyecekleri; vergileri, istihdamdan kaynaklanan sosyal güvenlik prim ödemelerini makul bir süre ertelemek. 

Bankalardan kullandıkları kredi limitlerini belirlenecek oranlarda arttırmak. Bu yıl içinde vadeleri gelecek kredi taksitlerinin vadelerini, önümüzdeki üç yıla bölerek uzatmak.

Destekler büyük olasılıkla bu yıl azalacak, yaklaşık 8 milyar dolarlık ciroları geri getirmez.

Ancak değerleri en iyi ihtimalle yarıya inecek 100 milyar dolarlık yatırımların değerini büyük ölçüde korur.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU