Kerkük’ün anayasal statüsü ve geleceği

Serbest Ferhan Sindi Independent Türkçe için yazdı

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Musul Valiliği haritası. Şehrizor, Süleymaniye, Kerkük / Fotoğraf: Twitter - @mufidyuksel

Irak’ta 36'ncı paralelin hemen güneyinde yer alan Kerkük, zengin petrol ve doğalgaz kaynakları nedeniyle özellikle 19'uncu yüzyıldan sonra dikkat çekmeye başlayan bir yer olmuştur.  

Osmanlı idari yapılanmasına göre Musul Vilayeti sınırları içindeki Kerkük, İngilizlerin bölgeyi terk etmesinden sonra Kürtler ile Araplar arasında yaklaşık 100 yıldır politik, 50 yıldır da anayasal bir sorun olmaya devam ediyor.

Kerkük, Molla Mustafa Barzani ile Saddam Hüseyin arasında 11 Mart 1970 tarihinde imzalanan özerklik anlaşmasının bozulmasına neden olmuştur.

O yıllara göre başarılı ve büyük bir kazanım olarak sayılabilecek anlaşma, söz konusu coğrafyanın statüsü üzerine uzlaşı sağlanamaması nedeniyle 1974'te rafa kaldırılmış, çatışmalar şiddetlenmiş ve köprüler atılmıştır. 

Baba Barzani ve Saddam arasındaki Kerkük anlaşmazlığı nedeniyle yeniden başlayan savaş, 6 Mart 1975'teki meşhur Cezayir Anlaşması'nın ardından Kürtlerin yenilgisiyle sonuçlanır.  

Efsanevi, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın girişimleriyle İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi ile Saddam Hüseyin Cezayir Anlaşması'nı imzalayınca Şah, Barzani’ye olan desteğini çeker ve Kürtler, "Mayıs Felaketi" olarak adlandırılan yenilgiyle karşılaşır. 

Söz konusu tarihe kadar Irak ile İran arasında sorun olmaya devam eden Dicle ile Fırat nehirlerinin buluştuğu su yolu Şattul Arap, Cezayir Anlaşması’yla çözüme kavuşturulmuş olur.

Saddam ile sorununu çözen Şah, bu nedenle Kürtlere desteğini çeker ve tarihi bir yıkımla karşı karşıya kalmalarına yol açar.

Bu olayın ardından Kürdistan Demokrat Partisi (KDP)’de gelgitler yaşayan Celal Talabani, kayınpederi İbrahim Ahmed, Mela Bahtiyar, Nuşirevan Mustafa ve irili ufaklı birkaç sol grubun daha içinde yer aldığı Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) kurulur. Molla Mustafa ABD’ye gider ve orada vefat eder. 

Mesud Barzani, 1990’lardan sonra Washington’a gittiğinde Kissinger’ın kendisiyle görüşme talebine “O benim düşmanımdır, onunla asla görüşmem” cevabını verir.

Ziyarette Barzani’ye eşlik eden Talabani ise Kissinger’ın teklifini kabul eder ve kendisiyle görüşür.

Barzani’nin Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi adlı kitapta aktardığı bu anekdot, Cezayir Anlaşması’nın Kürler için yıkıcılığını anlatması açısından önemlidir. 


Bağımsızlık referandumunun ardından Kerkük’ün statüsü

IŞİD’in 2014’ün başlarından itibaren Suriye ve Irak’ta geniş bir alanda hakimiyet sağlayarak haziran ayında Musul’u almasıyla birlikte Başbakan Nuri Maliki, Mesud Barzani’den peşmergenin Kerkük’ü koruma altına almasını istedi.

Bu şekilde 1991 ve 2003’teki Körfez Savaşları'nda Kerkük’ü alan Peşmerge, 2014’te bir kere alma şansını yakaladı. 

Kürdistan ve özellikle de Başkan Mesud Barzani, tarihi fırsatı elden kaçırmamak için 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapmaya karar verince birkaç ülke dışında özellikle komşular karşı çıktı.

Yüzde 92’nin üzerinde 'evet' ile tartışmalı bölgelerde de gerçekleştirilen referandumun ardından İran’ın kontrolündeki Haşdi Şabi, Türkiye’nin de desteğini alarak 16 Ekim’de Kerkük’e girdi.

Kısa süre içinde girmesinin nedeni KYB’den Pavel ve Lahor Talabani’nin iş birliği yapmasıydı. 

Ülkede 2005 yılında büyük bir çoğunlukla onaylayan Irak Anayasası'na göre Kerkük “tartışmalı bölgeler” arasında.

140'ıncı madde olarak bilinen anayasanın ilgili maddesi şu şekildedir:

1. Devletin geçiş sürecinin tamamlanması ve 58. Maddenin tüm fıkralarıyla uygulanması için gerekli adımlar atılmalıdır.

2. Anayasanın uygulanması, geçici hükümetin ve seçilmişlerin sorumluluğundadır: Bu Anayasaya göre, şu hükümler hemen yerine getirilmelidir:

Ülkenin normalleştirilmesi, nüfus sayımı, vatandaşların taleplerinin yerine getirilmesi için Kerkük ve diğer tartışmalı bölgelerde referandum yapılmalıdır. Belirlenecek tarih Aralık 2007'yi geçmemelidir.


Kerkük ile birlikte Şengal, Mahmur, Celevla, Tuzhurmatu, Hanekin, Mendeli ve Cessan gibi şehirlerin statüsü de Anayasaya göre referandumla belirlenmeli ve oranın halkı nereye bağlanmak istediğine karar vermeli. 

Anayasaya göre 2007’yi geçmemesi gereken referandum, Irak hükümetlerinin mezhepçi ve inkarcı politikaları nedeniyle yapılamadı.

Buralarda uluslararası ve BM kuruluşlarının gözetiminde yapılacak bir halk oylaması ile çoğunluğun kimlerden oluştuğu ve bundan önemlisi bölge halkının nereye bağlanmak istediği anlaşılacaktır. 


Kerkük’te yapılan seçimler ve sandalye dağılımı

Baas rejimi, 1972 yılında kentin ismini "Temim" olarak değiştirdi.

Ardından Irak petrol şirketinde çalışan Türkmen ve Kürtler görevlerinden uzaklaştırılıp yerlerine dışarıdan getirilen Araplar yerleştirildi.

Ancak buna rağmen Kürtler kentte her zaman çoğunluğu oluşturdu. 

KDP’nin, referandumdan sonraki gelişmeler nedeniyle katılmadığı Irak Parlamento Seçimlerinde Kerkük’te KYB tek başına 6, Türkmenler ve Araplar da 3’er sandalye aldı.

Yapılan son mahalli seçimlerin ardından ise Kerkük İl Meclisi’ndeki tablo şöyle: Kürtler 26, Türkmenler 9, Araplar ise 6 kürsüye sahip. 

Bölgede adil, barışçıl, huzurlu, demokratik ve özgür bir yaşam red ve inkar politikalarının sürdürülmesi ile sağlanamaz.

Kerkük’te yaşayan Kürtler, Türkmenler, Araplar ve diğer halklar kentin geleceğine birlikte karar vermelidir. Kentin tarihi, siyasi, sosyolojik ve ekonomik gerçekliği tartışmaya mahal bırakmayacak kadar açıktır. 

Gezginler, tarihçiler, lugatçılar ve konuyla ilgili tüm uzmanlar Kerkük’ün tarihsel açıdan Kürdistan’ın bir parçası olduğunu, geçmişten bu yana çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu gerçeğini teslim eder.

Hal böyle iken yapay ve arızi Kürt düşmanlığıyla meseleyi yokuşa sürmenin ve orada yaşayan başta Türkmen ve Arapların çilesini katlamanın kimseye faydası olmayacaktır. 

Irak Federal Mahkemesi, geçen aylarda tartışmalı bölgelerin statüsünün belirlenmesinde izlenecek yol haritasını düzenleyen Anayasa'nın 140. maddesinin yürürlükte kalmasına karar vermişti.

Eğer doğru uygulanabilirse etnik ve dinsel haklar ile ifade özgürlüğü açısından Ortadoğu’nun en özgürlükçü ve demokratik anayasasına sahih ülkedir Irak.

Bu baptan olmak üzere güden Irak Türkmen Cephesi (ITC) Genel Başkanı Erşed Salihi’nin, “Kürt siyasetçilerin, Kürt halkına 140. maddenin uygulanmasının imkansız olduğu gerçeğini anlatmasını temenni ediyorum” şeklindeki kanun ve hukuku yok sayan çıkışı problemlidir.

Bu şekilde olursa kimse bir arada yaşayamaz ve geriye sadece savaş şıkkı kalır. 

Resmi nüfus sayımları ve seçim sonuçlarının ortaya koyduğu tabloya göre nüfusları yüzde 20’yi bulmayan Türkmenlerin huzur içinde yaşayacağı ve ekonomik açıdan müreffeh seviyeleri yakalayacağı tek seçenek Erbil’e bağlanmaktır.

Bunun sağlamasını da Erbil’de yaşayan Türkmenlerin sahip olduğu haklara ve yaşam standartlarına bakarak yapmak mümkündür. 

Kerkük’ün Kürtler için önemini ortaya koyması bakımından Molla Mustafa Barzani’nin şu sözleri çok çarpıcıdır:

Allah şahittir savaşı sevmiyorum. Çünkü savaş bir sorunu halletmenin en kötü yoludur. Ancak Devlet sistemi bize başka bir yol bırakmadı.

Onların bize getirdiği öneri onların faydasına Kerkük ve başka bölgelerden Kürtlerin çıkmasıdır. Bu ise imkansızdır.

Bu uğurda herşeye hazırız, hepimizin öldürülmesine karar verilirse de. Çünkü ben, Kürtlerin kabrime gelip tükürerek 'Niçin Kerkük’ü sattın' demelerinden korkuyorum.


Kerkük davası, Barzanilerin mücadele tarihinde ruh dünyalarına ve bilinçaltlarına öylesine işlemiş ki küçükler Kerkük’le büyür, büyükler Kerkük’le ölür.

Mesud Barzani şu ilginç anekdotu aktarıyor:

Kerkük ile ilgili bir toplantıya giderken Mesrur’un oğlu bana şunu söyledi, ‘Sakın Kerkük’ü verme’…


Kerkük, Kürtler için çocukluk rüyası ve ölümden önceki son arzudur. 

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.   

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU