Çanlar nüfus için çalıyor

Altan Tan, Independent Türkçe için yazdı

Batı dünyasında çanlar kimin için çalıyor diye bir tabir var.

Türkiye'de de çanlar durmadan çalıyor. Peki kimin için çalıyor? Ne için çalıyor? 

Türkiye'de son yıllarda ve geçtiğimiz haftada bütün siyasilerin dillerine pelesenk olmuş bir şey var.: Türkiye'de doğurganlık hızı, nüfus artış hızı süratle düşüyor. 

Evlilikler azalıyor, boşanmalar artıyor.  Kadınlar çocuk doğurmak istemiyor, onun için eyvah nüfusumuz azalıyor, soyumuz tükeniyor önümüzdeki yıllar içerisinde Türkiye'nin nüfusu geriye gidecek ve içinden çıkılamaz yaşlı bir nüfusa sahip olacak. Peki bunun sebebi ne? 

Bütün beyanatlardan sonra bir sebep-sonuç ilişkisi yani sonuçlardan sebebe doğru giden bir mantık örgüsü devreye girer. İşte hükümete sorarsanız, Sayın Cumhurbaşkanına sorarsanız en az 3 çocuk doğurulmalı, evlilikler teşvik edilmeli, aile yapısı korunmalı…  Kadınlar da buna uyarak, işte biraz evvel de söyledim, en az 3 çocuk doğurmalı. E peki niye olmuyor?  Yani bu kadar devlet büyükleri konuşmalarına rağmen, teşvik etmelerine rağmen, hemen hemen her fırsatta bu konuya değinmelerine rağmen niye bir türlü yukarıya doğru bir çıkış olmuyor? Bırakınız yukarıya doğru çıkışı, hızla aşağıya doğru iniyor. İşte bir dönemler yüzde 3’ler, 2.5'ler, 2.3'ler seviyesindeki kadın doğurganlık hızı geçen yıl itibariyle 1.48'e düşmüş. 

1.48 ne demek? 

Hani birçok insan bu rakamlara boğulup ne olup bittiğini tam olarak anlayamıyor.  Bu işin ortalaması 2.1. Bütün dünyada kabul edilen bir rakam var.

Peki bu ne demek?

Bu da şu, bir erkek ve kadın. Evleniyorlar veya birlikte oluyorlar. Bir çocuk dünyaya geliyor, iki çocuk dünyaya geliyor, ne kadar geliyorsa. Ama günün sonunda bir kadın ve erkek öldükleri vakit yerlerine en az kendileri kadar, yani iki kişi kadar iki çocuk bırakmaları lazım. Özeti bu. Peki niye 2.1? Yani niye 2 değil? İşte erken ölümler var, çocuk ölümleri var vs. Bunlar da hesaplanarak bütün dünyada 2.1 rakamı bulunmuş. Türkiye'de durum ne? Türkiye'de ise bu 2.1 zaten yok, yani kendini koruyamıyor. 1.48'e düşmüş. 

Muhalefete sorarsanız, yani niye böyle? İşte bizim çok bilmiş, her şeyi bilen muhalefetimize göre bunun tek sebebi mevcut iktidar ve kötü ekonomik durum.  Hırsızlık, yolsuzluk, adam kayırmacılığı ve bunun doğal sonucu olarak kötü yönetim bir fakirleşme getirmiş durumda ve bu fakirleşilen ortamda asgari ücret ve yaşama mecburiyetinde kalan ülkenin yarısının sosyal hayatında, özellikle son dönemde gençlerin hayatında artık evlilik yok. Artık yok derken tabii ki yine hemen polemiğe girmeyin, büyük oranda yok. İki, evlenen çiftlerin büyük bir kısmı hayatlarını idame ettiremiyorlar, yürütemiyorlar. E bir de bunun üstüne çocuk gelirse, işte derken bu hayat sürdürülemez bir hale geliyor. Onun için bu çarpık ekonomik düzen devam ettiği müddetçe bu iş böyle 1.48'den de aşağıya kadar inecek. E peki öyle mi? Yani gerçekten durum böyle mi? E bir anda evet diyorsunuz.

Çünkü halkın büyük bir kısmı da büyük sıkıntı içerisinde. Ekonomik sıkıntı içerisinde. Hepimizin çoluk çocuğu var. Konu komşu dedikleri konu komşularımız var, akrabalarımız var, yakınlarımız var, dostlarımız var. Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Yakın çevremize baktığımız zaman bile bu ekonomik şartların olumsuzluğunu en derinden hissediyoruz. O zaman mesele yok, tamam ekonomi düzelsin bu işte düzelir diyebilirsiniz. Ama, ama dedikten sonra zurnanın zırt dediği yer orası. Pek de aynı doğrultuda cümleler kurulamıyor. Bu işin ekonomiyle tabi ki ciddi bir ilgisi var. Yani ne demek istiyorsun? Yani hiç ekonomiyle alakası yok mu? Var tabi, nasıl yok? Ama tek sebep değil.

Zaten çok meşhur bir laf var, bende sık sık tekrarlarım: En tehlikeli yalan, yarısı doğru yalandır. İşte bu anlatılanların da yarısı doğru. Tamam, ekonomi önemli bir faktör.

Dönelim bakalım İsveç, Norveç, Danimarka, Almanya ekonomilerinin tıkır tıkır işlediği ülkelerde, halkın, vatandaşların gelecek endişesi olmadığı ülkelerde, her türlü sosyal güvencenin bulunduğu ülkelerde de bu durum aynı hatta daha kötü hızla aşağıya doğru. Demek ki tek sebep ekonomi değil. Eğer tek sebep ekonomi olsaydı bugün İsveç'te, Norveç'te, Danimarka'da her kadın en az 5 çocuk doğurur. Ama öyle değil.

İşin enteresanı yani dünyanın bütün şehrileşmiş, gelişmiş, modern ülkelerinde nüfus hızla aşağıya doğru iniyor, azalıyor. Fakir, perişan Afrika, Asya'da ise hızla artıyor. Hindistan'da hızla artıyor. Bu işin ana sebepleri daha derinlerde. Üstelik Türkiye'deki bu 1.48 rakamı da hani tırnak içinde bir şey söyleyeyim, Kürtler olmasa daha da kötü bir noktaya iniyor. Yani bugün büyük metropollerde, başta İzmir olmak üzere bu 1.48, 1.21, 1.1 yani onlara kadar inmiş durumda. Peki nasıl 1.48'e yükseliyor? İşte Urfa'da, başta Urfa sağ olsunlar, işte Şırnak, Hakkari, Bitlis gibi illerde doğurganlık oranı hala %3'lerde, 2.8'lerde, 2.5'lerde. Bu dengelemeyle ancak 1.48'i yakalayabiliyor. Bu derin dediğimiz sorun daha derinlerde derken neyi kastediyorum? Biraz o konuya ineyim.

Bunun ana sebebi Batı toplumunun işte aydınlanma çağından bu yana getirdiği hayat tipinde, modernizmde, modernitede, postmodernitede neyse bu tartışmalara girmeyelim. Yetiştirilen ve ortaya çıkan insan tipi doğal olarak o hayat felsefesinin ve ekonomik düzenin sonucu. Ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadınlar, çalışan kadınlar, hangi fikirden olursa olsun isterseniz başörtülü kadınlardan bahsedelim, 5 vakit namaz kılan kadınlardan bahsedelim, isterseniz modern kadınlardan bahsedelim. Artık eskisi kadar çocuk doğurmak istemiyorlar. Niye? Çocuk demek emek demek. Çocuk demek zahmet demek. Çocuk demek uykusuz gecen günler, haftalar, aylar, yıllar demek. Hele hele arka arkaya 3 çocuk, 4 çocuk doğurduğunuz vakit, bu belki hayatınızdan 10-12 senenin parantez içine alınması demek. Kapitalist toplum modelinin, modernitenin, modern toplumun ortaya çıkardığı insan tipi, ideolojisi ne olursa olsun, bakın bunun da tekrar tekrar altını çiziyorum, insanları bencilleştirdi, modernleştirdi, kendi için yaşamaya alıştırdı, hazları, bedensel hazları, şehevi hazları ön plana çıkardı.

Bu insan tipi bugün öncelikle kendini düşünüyor. Ekonomik düzenin de sıkıştırmasıyla, işte eğitim, kadının sosyal hayata girmesi, çalışması, kendine zaman ayırmak istemesi, işte sinemaya, tiyatroya, sohbete yani isterseniz bir İslamcı kadının gittiği, tarikat ve cemaatleri bile içine alın. Sonuçta kadın kendine bir serbest alan ayırmak istiyor. Bu yanlış mı? Hayır değil. E peki hem onu hem bunu yapabilir mi? İşte en zor mesele o. En sıkıntılı mesele.

Buradan şunu çıkarmayın, ya bu Altan Tan yine çıktı zaten gerici, yobaz, şeriatçı, ümmetçi, hilafetçi bilmem ne. Bocalayın üzerimize bir sürü içinizdeki kin ve nefreti. İşte bu dedi ki ya kadınlar evinde otursun, okumasın. İşte benim babaannemin, babaannesinin döneminden kalan kadınlar gibi çamaşır yıkasın, çocuk büyütsün, yemek yapsın. Hayır bu mümkün değil. Artık oralara gitmek mümkün değil. Hiç yani Hindistan'da da artık gitmek mümkün değil.

E ne olacak peki?

İşte Marx'ın tartıştığı, bütün komünistlerin, marxistlerin tartıştığı, dialetik materyalizmin alt yapımı, üst yapıyı belirler. Üst yapımı yani ahlak, dil, felsefe mi toplumsal yapıyı belirler. İşte tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar. iç içe-geçişli bir dünya var. Yani bugünkü bu altyapı, yani öyle diyelim, üretim-tüketim ilişkileri, kapitalist dünya, modern toplum, modernizmin üreteceği netice bu. E ne yapalım, peki sen ne öneriyorsun? Ey İslamcılar siz işte Mısır'da, İran'da, Afganistan'da, Türkiye'de milli görüşte ne çözüm buldunuz derseniz….

İşte Fukuyama'ya sorarsanız zaten bu toplumun, modern toplumun bir alternatifi yok. Mümkün değil. Dünyanın geldiği en son aşama budur. Bütün insanlık kendini buna göre formatlayacak. Öyle mi? E ben öyle inanmıyorum. E peki ne söylüyorsun? E vallahi onu da bilmiyorum. Sorun çok daha derinlerde. Mevcut insanın ruhunu ve yaratılışın sırlarını yahu yaraltılış deme. E peki sizin keyfinize göre söyleyelim.

Varoluşun sırlarını ihmal eden bu düzen, kapitalist düzenin bundan başka varacağı bir yer yok. İsveç'te, Norveç'te, tekrar söylüyorum Danimarka'da, Almanya'da, İzlanda'da her bir çocuk başına şu kadar prim veriliyor. 2 yıla varan kadın doğum izinleri veriliyor. Bir sürü teşvikler, kreşler, yuvalar ama neticede bu üretim ve tüketim ilişkisi, bu toplumsal yapı ve felsefe yani altyapı değişmediği müddetçe üst yapı değişmiyor arkadaşlar. E ne yapacağız peki? Yani ya Allah ya sabır deyip böyle güle ağlaya giyotinin dibine mi gideceğiz?

Yani bu iş kaçınılmaz mı? E valla bu düzen, yani bu düzen derken Türkiye'deki düzeni demiyorum, topyekun düzen değişmediği müddetçe bu neticede değişmeyecek. E bu işi çözmek kimin işi? İşte sosyologların, psikologların, filozofların, ekonomistlerin, iktisatçıların işi. Kafalar yorulacak, insanlık kendine yeni bir yaşam modeli, modernitenin, modernizmin ötesinde bir yaşam modeli, bir üretim-tüketim ilişkisi, altyapı-üst yapı ilişkilerinin yeniden sorgulanacağı bir model arayacak.

Bu da öyle zannedildiği gibi işte bizim buradaki çakma aydınlar, solcular, aydınların dediği gibi işte iktidar değişsin bu iş düzelsin gibi basit değil. Son birkaç söz daha söylemek gerekirse tabii iktidara da bir şeyler söylemek lazım. İşte bu kadar muhafazakâr, gelenekçi, işte sözde halkın inancıyla barışık iktidar 20 küsür sene sonra ne yaptı diye dönüp bakarsanız nasıl bir insan ve toplum modeli ortaya koydu…

Hangi kriterleri alırsanız alın. Sadece 1.48'e düşen doğurganlık hızı değil, Kur'an kurslarına giden çocuk sayısı, işte namaz kılan, oruç tutan insanların sayısı, hile hurda, yalan, dolandan, kaçan veya oraya doğru koşan insanların sayısı nereden bakarsanız bakın, 20 küsur yılda hamasetten başka, laftan başka bir netice yok ortada. Rahmetli annem şunu söylerdi, bir şey anlattın mı, ‘Yahu oğlum bırak sonuç ne sonuç, netice ne!’ Laz'ın dediği gibi ‘Ne oldu diye sorarsak işte bu oldu.’ Onun için yol uzun.

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU