Terörsüz Türkiye: Barışa giden yol

Mesut Değer, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye siyasetinde kritik meselelerden biri olan İmralı süreci, bugün halen tartışımaların merkezinde. CHP’nin İmralı’ya gitmemesi, sürecin hızını doğrudan etkiledi. Oysa gidilmesi yönünde bir adım atılmış olsaydı, sorunun çözümünde hızlı gelişmelerin daha ilerlemesi mümkündü.

Bu noktada AK Parti’nin de konunun üzerine açık şekilde gitmediğini görüyoruz. AK Parti cephesi de toplumun nabzını ölçerek, kontrollü adımlar atmayı tercih ediyor. Ancak bütün yük, Sayın Bahçeli’nin sırtında. Çalışmayı yürüten, sürecin ağırlığını taşıyan isim o.
 
CHP cephesinde ise kurultayda verilen mesajlar dikkat çekiciydi. “Masadan kalkmadık” söylemiyle sürece bağlılık vurgusu yapılmaya çalışıldı. Ancak bu, safsata cümlelerle süslenmiş bir görüntüden ibaret kaldı. Tutarsızlık, sürecin sekteye uğramasına yol açtı. Mecliste yasal düzenlemeler konusu gündeme geldiğinde CHP’nin ne yapacağı şimdiden belli. Bu da sürecin yavaş ilerleyeceğinin işareti.
 
AK Parti’nin stratejisi ise toplumun tepkisini ölçmek üzerine kurulu. Adımlarını buna göre şekillendiriyor. Fakat yükün büyük kısmı Bahçeli’nin omuzlarında.
Suriye’deki tablo da bu denklemin bir parçası. YPG ve PYD’nin iç güvenlikte jandarma ve polis rolü üstlenmesi bekleniyor. Ancak bu yapı, “Suriye ordusu” adı altında farklı bir alana kaydırılacak. El Şara’nın diktatör olarak kalmaması için YPG’nin bir denge unsuru olarak konumlandırılması öngörülüyor.
 
YPG’ye “silah bırak” demek, süreci engellemeye yönelik bir tutumdur. Önemli olan, Türkiye’nin Suriye’deki varlığıdır. Başka ülkelerin değil, Türkiye, komşu ülkemiz olan Suriye’de bu sürecin merkezinde olması gerekir. Hatta zorunludur. Bu nedenle YPG’yi doğrudan PKK uzantısı olarak tanımlamak doğru değildir. PKK kendini feshetmiştir. Silah bırakmış ve ülkemizden çekilme kararı almıştır.

Sürecin hızlanması için siyasi aktörlerin daha net ve tutarlı adımlar atması gerekiyor. CHP’nin söylemleri ile eylemleri arasındaki fark, AK Parti’nin temkinli tavrı ve Bahçeli’nin sırtındaki yük, Türkiye’nin kritik meselelerinde ilerlemeyi zorlaştırıyor. Suriye’deki dengeler ise bu tabloyu daha da karmaşık hale getiriyor.
 
İmralı süreci, siyasetin ve toplumun gündeminde.

İmralı tutanakları Açıklansın denilen 16 sayfadan dört sayfanın yetersizliği söylemlerinde CHP’ye şunu sormak gerekir, aslında bu konu cesaretin sınandığı bir noktadır.
 
Madem bu kadar merak ediliyorlardı, neden imarlıya katılıp kendileri kamuoyuna açıklamadılar?
Cesaret eksikliği, sürecin en büyük engeli oldu.
 
Oysa imzalanması gereken aşamalar vardır ki, bunların tüm detaylarının kamuoyuna açıklanması bana göre doğru değildir. Diplomasi, bazen perde arkasında yürütülür. Ben barış sürecini destekleyenlerdenim. Ancak bunun kalıcı olabilmesi için yasalarda gerekli değişikliklerin yapılması şarttır. Kültürden eğitime, her alanda ele alınması gereken konular vardır.
Türkiye’nin geleceği için en büyük hedef, terörsüz bir ülke inşa etmektir. Bu hedefe giden yolda en önemli unsur, süreci engelleyici açıklamalardan uzak durmaktır.

İmralı notalarının açıklanması ya da benzeri söylemler, toplumsal barışa zarar verecek ve süreci sekteye uğratacak adımlar olarak görülmelidir.
 

Barışın inşası, yalnızca silahların susmasıyla değil, aynı zamanda söylemlerin de sorumluluk bilinciyle şekillenmesiyle mümkündür. Engelleyici açıklamalar, süreci yavaşlatır ve toplumda güvensizlik yaratır. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı, cesur ve yapıcı adımlardır.
 
Terörsüz bir Türkiye için, siyasetin dili de barışa hizmet etmelidir.
 
 Açıklamalar, süreci baltalamak yerine desteklemelidir; notlar, tartışmalar ve belgeler, toplumsal uzlaşının önünü açacak şekilde ele alınmalıdır. Çünkü barış, yalnızca masada değil, aynı zamanda toplumun zihninde ve kalbinde de kurulur.
 
Af meselesi ise ayrı bir önem taşıyor. Ceza indirimi gereksizdir; çünkü daha önce çıkarılan kamuoyunda pişmanlık yasasından sadece müracaat eden binlerce insandan yalnızca yüzde 10’u PKKlı yararlanmak istemiştir. Bu nedenle genel af tartışması, daha sağlıklı bir zeminde yapılmalıdır. İmralı’nın PKK ve diğer örgütler üzerinde etkisinin olduğu aşikardır ancak Kürt halkı üzerindeki etkisinin yanında başka bir ismin yani Bugün gençler üzerinde daha güçlü bir etkiyi Selahattin Demirtaş yaratmaktadır. Bu husus, dikkatle incelenmeli ve sürecin yönünü belirleyecek bir unsur olarak değerlendirilmelidir.

Af tartışması şu noktada yeniden anlam kazanıyor. Feshedilen bir örgütün uzantısı olarak görülen kişilerin affedilmesi, sürecin doğal bir parçası olabilir. Türkiye, PKK’yı terör örgütleri listesinden çıkardığında sorun büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Bu adım, barış sürecinin önünü açacak ve toplumsal uzlaşının kapısını aralayacaktır.
 
Barış sürecinin tartışıldığı her dönemde af konusu gündeme gelir. Ancak af yalnızca bireyler için değil, kurumlar ve yerel yönetimler için de bir anlam taşır. Bu bağlamda kayyum uygulamalarının son bulması, sürecin demokratik niteliğini güçlendirecek en önemli adımlardan biridir.

Kayyum atanan yerlere görevlerine iade edilmesi, halkın iradesine saygının bir göstergesi olacaktır. Çünkü barış, yalnızca silahların susmasıyla değil, demokrasinin tüm kurumlarıyla işlemesiyle mümkündür. Halkın seçtiği temsilcilerin görevlerine dönmesi, af niteliğinde bir düzenleme olarak görülmelidir.
 
Türkiye’nin geleceği için, kayyumların sona ermesi ve görevlerin iade edilmesi, toplumsal uzlaşının ve güvenin yeniden tesis edilmesinde kritik bir rol oynayacaktır.
 
Barış süreci yalnızca açıklamalarla değil, cesaretle ve doğru adımlarla ilerleyebilir. Yasal düzenlemeler, kültürel eğitim ve af tartışmalarının sağlıklı bir zeminde yürütülmesi, Türkiye’nin geleceği için kritik önemdedir. Gençlerin beklentilerine kulak vermek, barışın gerçek anahtarı olabilir.
 
 Konferans süreci ve tarihi sorumluluk
 
Erbil’de yapılan konferans süreci, Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir dönemeçtir. Ancak Mazlum Abdi’nin geleceğini duyan bazı milletvekillerinin salonu terk etmesi, sürecin ruhuna aykırı bir tutumdur. Bu tavrı, CHP’nin İmralı’ya gitmemesine benzetiyorum. Cesaret ve sorumluluk gerektiren anlarda geri adım atmak, sürecin ilerlemesini engeller.
 
CHP’nin katılmaması konusunda duyduğum tepkiyi ise doğrudan ifade ettim. Sayın Numan Kurtulmuş’u arayarak, “Ben İmralı’ya gitmeye hazırım” dedim. Bu, benim için yalnızca bir siyasi refleks değil, aynı zamanda tarihi bir görevdi. CHP eski milletvekili olarak ve bölgenin nabzını tutan biri olarak, sürece katkı sunmayı bir sorumluluk bildim.
 
Türkiye’nin kritik meselelerinde, kişisel cesaret ve siyasi irade belirleyici rol oynar. Konferans süreci de bu açıdan bir sınavdır. Salonları terk etmek yerine, masada kalmak ve çözüm için çaba göstermek gerekir. Çünkü barış ve demokrasi, ancak ortak irade ve cesaretle inşa edilebilir.

Terörsüz bir Türkiye’nin inşasında farklı aktörlerin katkısı önemlidir. Bu bağlamda, SDG Lideri Mazlum Abdi’nin sürece katkı sunabileceğine inanıyorum. Bu konudaki düşüncemi bir anekdot olarak paylaşmakta bu yazımda yarar görüyorum.
 
Şöyle ki; Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile SDG Lideri Mazlum Abdi’nin Ankara’da görüşme olanağı bulmaları, sürecin ilerlemesi açısından önemli bir adım olabilir.
Bu görüşmenin gerçekleşmesi yönünde zemininin hazırlanması için, gerekirse bende önceden Rojava’da Mazlum Abdi ile görüşerek alt yapıyı oluşturmak yönünde bazı girişiminlerimin olduğunu belirtmek isterim.
 
Eğer sürece katkı sağlayacaksa, Mazlum Abdi ile İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan arasında SEGBİS üzerinden bir görüşme imkanı yaratılmalıdır.
( Dip not: Burada bana herhangi bir resmi görev verilmesi söz konusu değildir. Türkiye’de hiç kimsenin bilgisi olmadan, yalnızca alt zemini hazırlamak için girişimlerim olduğunu belirterek, elbette onay için ilgili makamlara başvuracaktım. Bu tamamen kendi inisiyatifimdir.)

Barış süreci, cesaret ve inisiyatifle ilerler. Kişisel girişimler, resmi süreçlerin önünü açabilir. Önemli olan, Türkiye’nin geleceği için terörsüz bir yol haritası oluşturmak ve barışın kalıcı hale gelmesine katkı sunmaktır.
 

Demokratik çözümün yolu
 
Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olan Kürt sorunu, artık terörle özdeşleştirilmeden, demokratik bir zeminde ele alınmalıdır. Bu sürecin sağlıklı ilerlemesi için birkaç temel başlık öne çıkıyor ki bunları 2008’de kaleme aldığım “Kürt Sorunu mu?” Adlı kitapta da belirtmiştim.
 
1. Terör Sorunu  
PKK’nın silah bırakması ve fesih etmesiyle, Türkiye’den çekilmesiyle birlikte, terör sorunu büyük ölçüde sona ermiştir. Bu gelişme, sürecin barışçıl bir zeminde ilerlemesi için önemli bir fırsat sunmaktadır.
 
2. Demokratik ve Anayasal Çözüm  
Kürt sorununun çözümü, demokrasi içinde ve anayasal düzenlemelerle mümkün olacaktır. Halkın eşit yurttaşlık temelinde kendini ifade edebilmesi, sürecin en güçlü dayanağıdır.
 
3. Af ve Sosyal Destekler  
Af tartışmaları, eğitim, siyaset yapma özgürlüğü, ekonomik destek ve sağlık hizmetleriyle birlikte gündeme alınmalıdır. Bu bütüncül yaklaşım, yalnızca bireyleri değil, toplumun tamamını kapsayan bir iyileşme sağlayacaktır.
 
4. Özür ve Toplumsal Barış  
Nasıl ki geçmişte Alevilerden özür dilendi, aynı şekilde Kürt halkına da bir özür borcu vardır. Bu adım, toplumsal barışın ve güvenin yeniden tesis edilmesi için sembolik ama güçlü bir anlam taşıyacaktır.
 
5. Yaşam Biçimi ve Kültürel Öncelik  
Kürtlerin yaşam biçimi, kültürel öncelikleri ve toplumsal değerleri gündeme alınmalı, saygıyla korunmalıdır. Bu, yalnızca bir etnik kimliğin değil, Türkiye’nin çok kültürlü yapısının da zenginliğini yansıtacaktır.
 
Bugün “terör bitti” denilerek büyük bir adım atılmış olsa da, asıl önemli sorun yumağı olan Kürt meselesine el alınmadığı takdirde bu konu ileride yeniden Türkiye’nin gündemine gelecektir.
Terörsüz bir Türkiye süreci başlatılmışken, bunun diğer ayağı olan Kürtlerin temel hak ve hürriyetlerinin ele alınması artık ertelenemez bir sorumluluktur.
 
Barışın kalıcı olması için yalnızca güvenlik politikaları değil, aynı zamanda demokratik düzenlemeler de hayata geçirilmelidir. Kürt halkının kültürel, siyasi ve sosyal haklarının anayasal güvence altına alınması, Türkiye’nin geleceği açısından kritik önemdedir.

Bugün sesli olarak paylaşmak istediğim düşünce şudur: Terörsüz Türkiye’nin inşası, ancak Kürtlerin temel hak ve hürriyetlerinin tanınmasıyla tamamlanabilir. Bu adım, hem toplumsal barışın hem de demokratik birliğin en güçlü teminatı olacaktır.
 
Dünyada, insan hakları, demokratik haklar, kültürel özgürlükler ve hukuk alanında en yüksek standartlara sahip ülkeler vardır. Özellikle İskandinav ülkeleri (Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka), Hollanda, Kanada ve Yeni Zelanda, bu alanlarda örnek gösterilmektedir. Bu ülkeler, hukukun üstünlüğünü koruyarak, kültürel çeşitliliği anayasal güvence altına alarak ve adalet sistemlerini şeffaf bir şekilde işleterek toplumsal barışı sağlamışlardır.
 
Türkiye’nin geleceği için bu örneklerden ders çıkarmak zorunludur. Çünkü terörsüz bir Türkiye’nin inşası, yalnızca güvenlik politikalarıyla değil, aynı zamanda demokratik hakların ve kültürel özgürlüklerin tanınmasıyla mümkündür. Halkın eşit yurttaşlık temelinde kendini ifade edebilmesi, adaletin herkese eşit uygulanması ve kültürel hakların korunması, barışın kalıcı olmasının tek yoludur.
 
Bugün Türkiye’nin önünde tarihi bir fırsat vardır: Dünyada en iyi uygulamaları tespit ederek, kendi hukuk ve demokrasi sistemine uyarlamak. Bu adım, yalnızca Kürt sorununun değil, tüm toplumsal meselelerin çözümünde anahtar rol oynayacaktır.
 
Sonuç olarak, Türkiye’nin barış ve demokrasi yolunda ilerlemesi için dünyadaki en iyi insan hakları ve adalet örneklerini kendi bünyesine taşıması şarttır. Bu, hem toplumsal uzlaşının hem de uluslararası saygınlığın en güçlü teminatı olacaktır. 
 
Terörsüz bir Türkiye’nin inşası, barışa giden yolun en önemli adımıdır. Bugün artık silahların sustuğu bir dönemde, barışın kalıcı hale gelmesi için siyasetin ve toplumun ortak iradesi şarttır.
 
Barış için masa etrafında konuşuluyorsa, masada silah olmamalıdır. Çünkü silahın gölgesinde yapılan hiçbir müzakere gerçek anlamda barış doğurmaz. Masada silah yoksa, çözüm daha kolaydır; taraflar özgürce konuşur, cesaretle öneriler sunar ve güven ortamı oluşur.
 
Silahın olduğu yerde barıştan söz etmek mümkün değildir. Oysa silahsız bir masa, demokrasinin ve uzlaşının en güçlü sembolüdür. Türkiye’nin geleceği için barış süreci, ancak bu ilke üzerine kurulursa kalıcı olabilir.
 
Sonuç olarak, terörsüz bir Türkiye’nin barış yolculuğu, masada silahsız bir irade ile mümkündür. Bu irade, hem halkın güvenini hem de siyasetin samimiyetini gösterecek en önemli adımdır.

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU