Torino'nun o sabahki rüzgârı yalnızca sokakların değil, düşüncelerin de altını oyuyordu.
Nietzsche, garın önünde yürüyen kadınların hiçbirine bakmadı; çünkü zihninde yalnızca tek bir isim dönüp duruyordu: Salomé.
O geldiğinde ise şehirdeki bütün sesler yerini tuhaf bir uğultuya bırakmıştı.
Salomé, insanların arasından geçerken bile görünmez görünen, sustuğunda bile konuşan tuhaf bir türdendi.
Kendini tanıtacak bir cümleye, selamlaşmaya ya da karşılık vermeye ihtiyaç duymazdı.
O sadece vardı ve varlığı, birçok zihin için sarsıcı bir tehditti.
Nietzsche onu görünce doğruldu, ancak kelimeler boğazında düğümlenip kaldı.
Salomé'nin yüzündeki o sakinlik, Nietzsche'nin içindeki fırtınaları küçülten bir aynaydı.
"Benden bir cevap bekliyorsunuz" dedi Salomé; "Ama ne sorduğunuzu bile bilmiyorsunuz."
Bu cümle, sıradan bir sokak köşesinde, Nietzsche'nin bilincine, gelecekte yazacağı kitabın içine gizlice atılmış bir bombaydı.
Filozofun gözleri irileşti; çünkü o an, bütün sorularının arkasında saklanan tek bir gerçeğin farkına vardı: Anlamaya çalışırken sahip olmak istiyordu.
Salomé devam etti:
İnsanlar beni açıklamak istiyor. Oysa açıklanan şey ölür. Ben ölmek istemiyorum.
Nietzsche'nin kalbi, o an derin bir sessizlikle durdu.
Bu kadın, soruya değil, cevabın kendisine meydan okuyordu.
Onun karşısında hiçbir insan saklanamazdı; düşünceler derinleşir, niyetler çıplaklaşır, arzular kabuğunu kırıp dışarı taşardı.
Salomé sadece bir isim değildi; insanın kendi karanlığına tuttuğu bir lambaydı.
Ona yaklaştıkça, başkalarının en gizli tarafları belirginleşirdi… O konuşmasa bile.
O gün Torino'da olan biten, yalnızca bir kadının bir adamı reddetmesi değildi.
Bu, bir zihnin başka bir zihinle çarpışma anıydı.
Bir kıvılcım değil; bir çatlak.
Ve her çatlak, içeride saklanan ışığın ya da karanlığın dışarı sızdığı bir yarıktı.
Freud'a
Freud, notlarını kenara bırakırken, Salomé'nin bakışı bir cerrah bıçağı kadar soğuk ve keskinti.
Sanki odaya gelen bir insan değil, Freud'un teorilerini sınamak için gelmiş bir bilinçti.
Az önce olacakları biliyormuşçasına, titrek ve huzursuz odasında bekliyordu.
"Önce şunu soracağım" dedi Salomé, sandalyesine yavaşça yerleşirken;
İnsanın içindeki karanlığı gerçekten bilmek mi istiyorsunuz, yoksa ona bir isim verip rahatlamak mı?
Freud, sorunun ağırlığını hissetti.
Bu basit bir soru değildi; psikanaliz teoremlerinin kalbine saplanmış bir iğne gibi sızdı.
"Ben açıklamaya çalışırım" dedi Freud.
Salomé hafifçe güldü.
Bu, küçümseyen bir kahkaha değildi; ne acıyan ne de alay eden…
İnsan ruhunu çıplak bırakan bir fark edişin kahkahasıydı.
"İşte sorun da bu" dedi Salomé;
Siz açıklıyorsunuz; ben ise insanın açıklanmak istemediğini biliyorum. Bilincimiz değil, utancımız bizi yönetiyor.
Şimşek çakar gibi beyninde bir rahatsızlık ve açıklama isteği duyan Freud yerinden fırladı.
Bu cümlede kendini ele verilmiş hissetmişti; yıllardır kurduğu tüm yapılar, teoriler titremişti.
"Utanç mı?" diye sordu Freud.
Salomé gözlerini kaldırdı; Freud'un bakışından bile korkmayan bir ifadeyle:
Evet. İnsanı asıl yaralayan şey, bastırdığı arzular değil; onları bastırdığını fark ettiği andaki utançtır. İnsanı çökertecek olan, arzunun kendisi değil, 'Ben böyle biri olabilir miyim?' sorusudur.
Freud kalemini bırakmıştı artık.
Not almak gereksizdi; karşısında duran kadın, zaten not defterinin kendisiydi.
"Peki ya bilinçaltı?" dedi Freud.
Salomé bir an pencereye baktı; dışarıdaki sis, odanın içine akıyormuş gibi görünüyordu.
"Bilinçaltı" dedi Salomé; "insanın kendine söyleyemediği gerçeğin mezarlığıdır. Siz o mezarlığı kazıyorsunuz; ben ise orada yatanların hiç ölmediğini söylüyorum…"
Freud'un yüzündeki ifade değişti.
Kendi yöntemini savunma ihtiyacı ilk kez bu kadar güçlü biçimde uyanmıştı içinde.
Korku, sorgulamalar, acaba'larla dolu bir mefhuma kapıldı…
Birden sesini yükseltti:
Ben iyileştirmek için yapıyorum!
Salomé başını hafifçe yana eğdi; Nietzsche'yi delirten o tanıdık hareket…
"İyileşme" dedi; "insanın bir yanılsamasıdır. Hiç kimse gerçekten iyileşmek istemez; sadece acısının anlamlı olmasını ister. İnsan, acısını kaybetmekten çok korkar; çünkü acı, varoluşunun kanıtıdır."
Freud sessizleşti.
O anki sessizlik, aralarındaki en derin konuşmaydı aslında.
Sonunda Salomé öne doğru eğildi.
"Doktor Freud, siz ruhu anlamaya çalışıyorsunuz" dedi Salomé;
Oysa ruh, sizin teorilerinizden daha eski, daha karanlık, daha acımasızdır. Ruh kendi kendini açıklamaz; ancak sarsıldığında görünür hâle gelir. Ben, insanın sarsılmasını izlemeye geldim.
Freud, gözlerinde hem korku hem hayranlık parıldayan bakışlarla başını eğdi.
Salomé devam etti:
Siz benim için bir vaka değilsiniz… Siz bir teori açığısınız.
Gülümsedi; bu gülümseme Freud'u zorlayan, meydan okuyan, incelikle kesen ve tanı koyan bir bakışla birleşiyordu.
"Belki de" dedi; "psikanalizin en büyük eksikliği, kadının ruhuna erkek aklıyla bakmasıdır."
Freud ilk kez sustu…
Çünkü susturacak kadar derin bir sorgulamayla karşı karşıyaydı.
O gün not defterine şunu yazdı:
Onu analiz edemem. Belki de bazı zihinler çözülmek için değil, düşünceyi yerinden oynatmak için vardır.
Nietzsche'ye
Nietzsche, o akşam defterine şu notu düştü:
Onu anlamaya çalışırken kendimi kaybettim. Belki de insanın kaderi, çözemeyeceği bir bilmeceye çarpa çarpa büyümektir.
Salomé'ye
Salomé'nin hikâyesi bir aşk hikâyesi değildir; hiçbir zaman da olmadı.
O, karşısına çıkan her büyük zihni sınayan bir eşiğin adıdır.
Adeta modern çağın dahilerinin fikirlerinde çatlaklar açan bir fay hattı gibi…
Kimseden kaçmadı ama kimseye ait de olmadı.
Onunla karşılaşanlar, kendi benliklerinin hangi bölgesinin eksik olduğunu ya fark etti ya da fark etmeye çalıştı.
Salomé çağını değiştirmedi; çağındaki insanların kendilerini görme biçimini değiştirdi.
Ve en çok da onu anlamaya çalışanların hayatlarını değiştirdi.
Nietzsche'nin kapıda başlayan kırılması, Freud'un odasında devam eden düşünsel gerilimle tamamlanıyordu aslında. Aynı kadının…
Salomé'nin iki farklı dahiyi aynı yerden yaraladığını görmek, dönemin ruhunu anlamak için fazlasıyla yeterdi.
İnsan kendi zihninden kaçamazdı.
Nietzsche'nin içinde patlayan metafizik yalnızlık, Freud'un masasını titreten psikanalitik şüphe…
Hepsi, Salomé'nin zihinsel sertliğine çarpınca yeni bir biçim aldı.
Nietzsche düşüncenin uçurumunu gördü; Freud, ruhun karanlığının sınırlarını…
Çünkü Salomé, onların karşısına bir insan olarak değil, düşüncenin kendisi gibi çıkıyordu: yargılamayan ama saklanmayan, açıklamayan ama çıplaklaştıran bir bilinç…
Kimi zaman titreten, kimi zaman yalnızlığına mahkûm eden.
Bugün, hem Nietzsche'nin fragmanlarını, hem Freud'un vaka notlarını, hem de dönemin tartışmalarını okurken hissedilen şey aynı: Bu üçlünün yolları kesiştiğinde ortaya çıkan şey bir ilişki değil, felsefenin, psikanalizin ve insanın karanlık arzularının yeniden tarif edilmesidir.
Salomé bu yüzden tarihin dipnotunda değil, iki dahinin arasındaki boşluğu bile dönüştürebilen bir bilinç olarak durur.
Ve her şeyin sonunda geriye tek bir cümle kalır:
Bazı insanlar bir dönemin tanığı değildir; o dönemin düşünsel depremini başlatan fay hattıdır.
Bu öykülerin kesiştiği yer, benim kurduğum bir sahnedir; ama yaşadıkları, etkilenmeleri, çatışmaları ve kırılma anları, gerçek bir çağın içsel yarılmasıdır.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish