Mahmut Arıkan: Türkiye’de gazetecilik faaliyetleri bir suç gibi gösterilmeye başlandı

“Hem Selahattin Demirtaş'ın, hem Can Atalay'ın hem adalet arayan askeri okul öğrencilerinin hem Osman Kavala'nın hem de KHK’lıların mağduriyetlerinin giderilmesi bir lütuf değil hukukun gereğidir”

Fotoğraf: ANKA

Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Yeni Yol Grup  toplantısında yaptığı konuşmada, iktidarın medyayı baskıladığını ifade ederek, "Gerçeği yazmak cezalandırıldığında, yalan ödüllendirilmeye başlar. Türkiye’de yaşanan tam olarak budur" diye konuştu. Gazetecilik mesleğinin baskılardan arındırılıp özgürleştirilmesi gerektiğini söyleyen Arıkan, şu değerlendirmelerde bulundu:

İktidar, medyayı iki yolla kontrol altına almaya çalışıyor: Birincisi, ekonomik baskılarla. Nedir bunlar: Reklam kesintileridir, cezalardır, adaletsiz reklam dağıtımıdır. İkincisi, siyasi baskılarla. Sansürle, gözdağı ile, hedef gösterme ile. Ekonomik baskı ile ilgili, çarpıcı bir rakamı paylaşmak istiyorum: Yaptığımız bir çalışmaya göre: Ocak 2025 ile Ekim 2025 arasındaki, 10 aylık dönemde, iktidarın kontrolünde olan TMSF bünyesindeki şirketlerden, iktidara destek veren televizyon kanallarına verilen reklam süresi 14 milyon 810 bin 298 saniye. Bu inanılmaz bir rakam. Peki bunun karşılığında, birileri tarafından muhalif diye adlandırılan, televizyon kanallarına verilen reklam süresi ne kadar? Sıfır! Bu durum çok büyük bir haksızlıktır.

"Türkiye’de gazetecilik faaliyetleri bir suç gibi gösterilmeye başlandı"

Geldiğimiz noktada; Türkiye’de gazetecilik faaliyetleri bir suç gibi gösterilmeye başlandı. Şunu unutmayalım; Gerçeği yazmak cezalandırıldığında, yalan ödüllendirilmeye başlar. Türkiye’de yaşanan tam olarak budur. Bizler; Çalışamayan gazetecilerin, çalışan, özgürce çalışan, özgürce yazan gazetecilere döneceği günler için çalışmaya devam edeceğiz.

"Akan kan, dökülen gözyaşı bitmedi. Bitecek gibi de gözükmüyor"

Arıkan, İsrail’in Gazze'de 200’den fazla ateşkes ihlali yaptığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

Hepimizin bildiği gibi 10 Ekim’de terörist İsrail ile Hamas arasında bir ateşkes imzalandı. Bu ateşkeste ABD, Katar, Mısır ve Türkiye garantör ülke olarak yer aldı. Bu nasıl bir ateşkes, bu garantörler nasıl garantörse; 10 Ekim'den bugüne terörist İsrail 200’den daha fazla ateşkes ihlali yaptı, yüzlerce mazlumu katletti. Yine bu sürede yardım konvoylarının, ilaç ve tıbbi malzemelerin girişi yeterli olmadı; hastaların çıkışı için Refah Sınır Kapısı açılmadı. Neticede; değişen bir şey olmadı! Akan kan, dökülen gözyaşı bitmedi. Bitecek gibi de gözükmüyor. Hal böyleyken, her hafta yapılan açıklamalarda ‘Sayın Trump’a teşekkür ederiz’ cümlelerini duymaya devam ediyoruz. Bu neyin teşekkürü? İşletilmeyen garantör sorumlulukları için mi teşekkür ediyorsunuz? Yoksa gelecek yeni ticaret anlaşmaları için mi teşekkür ediyorsunuz?

"Gelinen noktada, Türkiye yine İsrail’in can damarı olan ‘ticaret imtihanını’ veremeyecek gibi gözüküyor"

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın Bahreyn’deki açıklamaları şüpheleri tam da bu konu üzerine çekti. Diyor ki; ‘Türkiye ve İsrail birbiriyle savaşmayacak’ hatta ‘çok uzak olmayan gelecekte bir ticaret anlaşması imzalanabilir.’ Çok uzak olmayan geleceği bırakın, biz ‘çok uzak olmayan bir geçmişte de’ ticari ilişkileri gördük. Ateşkes görüşmeleri yapılırken bu kürsüden uyarıda bulunduk! ‘Anlaşma yapıldı diye, ‘bitirdik’ denilen ama örtük şekilde devam eden ticaret artarak devam etmemeli’ dedik. Gelinen noktada, Türkiye yine İsrail’in can damarı olan ‘ticaret imtihanını’ veremeyecek gibi gözüküyor.

"Bu planın adı: Büyük Ortadoğu Projesidir"

Barrack’ın açıklamaları bununla da sınırlı değil! ‘Hazar Denizi'nden Akdeniz'e kadar bir hizalanma göreceksiniz’ diyor. Birincisi; ‘sömürge valisi’ edasıyla yapılan konuşmalara, iktidarın en büyük tepkiyi koyması gerekir. İkincisi; Barrack müneccim olmadığına göre bütün bunları aslında işletilen planın bir aşaması olarak söylüyor. Hep söyledik yine söylüyoruz. Bu planın adı: Büyük Ortadoğu Projesidir. Türkiye; ne eş başkan, ne garantör, hiçbir unvanla bu projeye ‘dahil’ olmamalıdır! Bilakis Türkiye bu plana, bu gidişata muhakkak surette ‘müdahil’ olmalıdır!

"Sudan’da oynanan oyun bu alçak stratejinin tekrarıdır"

Bir gözümüz Gazze’de, bir gözümüz neredeyse aynı hikayenin yaşandığı Sudan’da! Gelen görüntüleri hepimiz gördük. Bugün Sudan’da yaşananlar, basit bir ‘iç savaş’ tanımını çoktan aşıyor. Peki neden? Neden bu vahşet? İç karışıklık gibi lanse edilse de; emperyal odakların göz diktiği altın, petrol ve nadir toprak elementleri. Sudan’ın en büyük zenginliği iken en büyük imtihanı olmuş durumda. Şu unutulmamalı; yeryüzünde kimseye kardeş kanından fayda gelmemiştir. Kaybedenler, o toprak üzerinde yaşayanlar, Kazananlar, emperyalizm ve Siyonizm olmuştur. Sudan’da da oynanan oyun bu alçak stratejinin tekrarıdır. Gerçek düşman Emperyalizmdir! Gerçek düşman Siyonizm’dir. Ve Hiçbir gündem, hiçbir plan, hiçbir ateşkes, hiçbir garantör, Gazze’yi unutturmamalıdır! Sudan’ı unutturmamalıdır! İsrail’i umutlandırmamalıdır! Ve Amerika’yı cesaretlendirmemelidir.

"İiktidar cenahından bizimle paylaşılan umudumuzu artıran yeni bir bilgi yoktur"

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun toplantılarını ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Arıkan, şunları söyledi:

Bir yılı aşkın bir süredir tüm kaygılarımıza rağmen, katkı vermeye çalıştığımız bir süreç var. Bizim de içerisinde yer aldığımız bir komisyon kuruldu. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu. Artan eşitsizlikler karşısında dayanışmaya ihtiyacımız vardı. Farklı kimlikler ve kültürler olarak kardeşliğe ihtiyacımız vardı. Çoğunluğun azınlığa tahakkümüne değil çoğulcu bir demokrasiye ihtiyacımız vardı. Komisyonun ismi tam da ülkemizin ihtiyaçlarına binaen verilmiş oldu. Kürt meselesi başta olmak üzere tüm toplumsal sorunların TBMM’de tartışılıp, yine Meclis zemininde çözüm önerilerinin konuşulabilmesi kuşkusuz olumlu bir durumdur. Ancak yapılan komisyon toplantılarında iktidar cenahından bizimle paylaşılan umudumuzu artıran yeni bir bilgi yoktur, ne hedeflendiğini gösteren somut bir plan yoktur, varılmak istenen noktaya dair bir yol haritası yoktur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"AİHM kararalarına rağmen tutuklu ve hükümlülerle ile ilgili bir gelişme olmadı"

Bu süreçte; Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen tutuklu ve hükümlülerle ile ilgili bir gelişme olmadı. Sefalete mahkûm edilen, grev hakları ellerinden alınan, emekçilerin, emeklilikten sonra ucuz iş gücü olarak çalışmak zorunda kalan emeklilerin, bir taban maaşı olmayan özel eğitim öğretmenlerinin, adalet arayan KHK’lıların, tutuklu askeri okul öğrencilerinin, kürsülerine kavuşmak isteyen barış akademisyenlerinin, can güvenliğinden endişe eden kadınların, kokarcadan, dondan ve kuraklıktan etkilen çiftçinin, şap hastalığıyla ilgili sesini bir türlü duyuramayan hayvan üreticisin esamesi bile okunmadı, sesleri yine duyulmadı.

Biz; ‘Milli Dayanışma, Kardeşlik, Demokrasi’ derken, bu kesimlerin sorunlarının dile gelmesini, çözümlerin konuşulmasını bekliyorduk. Fakat geçen bir yıl içinde ne bu meseleler samimiyetle ele alındı ne de sürece dair hukuki bir zemin oluşturuldu. Bir taraftan hukuki boyutu tartışmalı bir süreç yaşanırken diğer taraftan anayasamızın ve uluslararası hukukun gereklerine rağmen tehir edilen adaletin tanıkları olduk. Hem Selahattin Demirtaş'ın, hem Can Atalay'ın hem adalet arayan askeri okul öğrencilerinin hem Osman Kavala'nın hem de KHK’lıların mağduriyetlerinin giderilmesi bir lütuf değil hukukun gereğidir.

Bütün bu tartışmaların, ideolojik kısır döngülerin ve yüzeysel yaklaşımların gölgesinde asıl sorunlar sessiz sessiz büyüyor. İşsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik ve umutsuzluk; gençlerimizin, çocuklarımızın kaderine dönüşmüş durumda. Bu çarpıklık yüzünden, ‘suça sürüklenen çocuklar’ gibi kavramları tartışmak zorunda kalıyoruz. Son yıllarda artan çete olayları, huzur ve emniyeti tehdit etmekle beraber ya çocuklarımızı elimizden alıyor ya da suça sürüklüyor. Kalem tutması gereken eller, silah tutuyor, okula gitmesi gereken çocuklar, cezaevine düşüyor, sınava hazırlanması gerekenler evlatlarımız, mahkemelere hazırlanıyorlar. Sorulacak çok sorumuz var! Çünkü ciğerimiz yanıyor ciğerimiz!”

"Kaç çocuk suça sürüklendi değil; neden sürüklendi"

Şimdi ben; bir şekilde evladı elinden kayıp gitmiş gözü yaşlı aileler adına buradan soruyorum! Kürsülerde güvenlikten söz eden hükümet yetkilileri, mahalle aralarında ‘sessiz hüküm süren’ çetelerden haberdar mısınız? Bu ülkenin sokaklarında, mahalle aralarında, hatta dijital platformlarda örgütlenen kaç yapı var, biliyormusunuz?

Daha doğrusu, bilmek istiyormusunuz? İçişleri Bakanlığı sadece operasyon sayısını değil, neden bu operasyonlara ihtiyaç duyulduğunu da açıklamak zorundadır. Kaç çocuk suça sürüklendi değil; neden sürüklendi? Kaç çete var değil; nasıl büyüdü? Kaç kişi ‘adam öldürülür’ diye ilan veriyor değil; nasıl bu cüreti buluyor? Sorular ağır, cevaplar belki daha da ağır olacak. Ama asıl tehlike, bu sorular hiç sorulmadığında başlıyor!


“Cevizi Çin’den, mercimeği Kanada’dan, buğdayı Ukrayna’dan alacak hale getirdiniz."

İktidarın uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle ekonominin her geçen gün kötüye gittiğini ifade eden Arıkan, şöyle konuştu:

Ben şimdi size en can alıcı, soruyu söyleyeceğim! Yoksulluk, ekonomik eşitsizlik ve gelecek kaygısı bu işin neresinde? Hakikaten! Türkiye ekonomisi nasıl yönetiliyor? Cevabı belli, Türkiye ekonomisi yönetilemiyor! Binlerce yıldır ‘üretici’ olmakla bilinen topraklar, bugün neredeyse tamamen tüketici konumuna düştü. İktidarın yürüttüğü yanlış politikalar sonucunda esnaf batarken, çiftçi, küçük işletmeci batarken; sanayi kuruluşları adeta can çekişiyor.

"Her türlü madeni ham olarak ihraç edip, her türlü teknolojik ürünü ithal edecek bir ülke haline getirdiniz"

Bakınız bu konu ile ilgili çarpıcı bir rakam vereceğim. Geçen yılın rakamlarına göre; kurulan şirket sayısı yüzde 4.7 azalırken, kapanan şirket sayısı yüzde 8.4 artmış. Bir rakam daha: 2025 yılının ilk 10 ayında konkordato için geçici mühlet alan firma sayısı, geçen yıla göre ne kadar artmış biliyor musunuz? Yüzde 72. Öte yandan, bu toprakları cevizi Çin’den, mercimeği Kanada’dan, buğdayı Ukrayna’dan alacak hale getirdiniz. Her türlü madeni ham olarak ihraç edip, her türlü teknolojik ürünü ithal edecek bir ülke haline getirdiniz!

"Üretim yoksa dış borç faizini ödemek için; yeni vergiler gelir"

Bunca yıl üretim olmayınca ne oldu? Bunun cevabını bize yine AK Parti iktidarı veriyor. Üretim yoksa dış borç faizini ödemek için; yeni vergiler gelir. Ballı ihaleleri finanse etmek için vergilere zam gelir. Seçim ekonomisinin faturasını millete ödetmek için de MTV gibi yılda bir olan vergi iki oluverir. Millet bu vergi yükünün altında ezilmiş, ezilmemiş, iktidarında böyle bir gündemi olmadığını görüyoruz.

Normalde Sayın Mehmet Şimşek, ekonomi ile ilgili güzel tablolar çizerdi bu hafta görevi Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Cevdet Yılmaz aldı. Sayın Yılmaz, ‘Tahminlerimiz gerçekleşirse, Avrupa’nın 4. büyük ekonomisi olacağız’ dedi. Sayın Yılmaz! İki gün önce TÜİK enflasyonu yüzde 32,87 olarak açıkladı! Ben size daha ilginç rakamlar vereyim. Bazı kalemlerde Ekim 2025 itibarıyla yıllık değişim oranlarını söyleyeyim: gıda yüzde 34,87, giyim yüzde 50,06, kira yüzde 66,28, ilk ve ortaöğretim eğitimi yüzde 70,57, üniversite yüzde 64,58, ulaşım yüzde 46,85 arttı. Bu rakamlar, TÜİK’in hesabına yanaşamıyor bile. Asgari ücretli bir aile bunlarla nasıl baş edecek? Emekli bir baba, evladını nasıl gelecek vaat edecek? Sayın Yılmaz’a buradan soruyorum. Bu rakamlarla, bu gerçeklerle biz hangi tahmine göre Avrupa’nın 4. büyük ekonomisi olacağız!

"İşçinin ne istediğini bilmek için ne sendikaya gerek var ne de müneccim olmaya"

Asgari ücretlinin maaşı bugün, bırakın tasarrufu, faturalarını bile ödemeye yetmiyor. Emekli olmuş milyonlar geçinemiyor, çalışan milyonlar, açlık sınırının altında bir maaşla hayata tutunmaya çalışıyor. Hal böyleyken, bir de üstüne ‘tamamlayıcı emeklilik’ adı altında yeni bir kesinti dayatılıyor. Bakın, sendikalar masadan bir bir kalkıyor. Çünkü ortada müzakere edilebilecek bir konu yok! Sayın Bakan sendikaları suçlayarak, ‘somut teklif getirmediler’ dese de, biz bunu samimi bulmuyoruz. Market rafları belli! Fatura tutarları belli! Kira rakamları belli! Enflasyonu az önce konuştuk. İşçinin ne istediğini bilmek için ne sendikaya gerek var ne de müneccim olmaya! İşçimiz, emekçimiz, insanca yaşayabileceği, kesintisiz, bahanesiz, bir ücret talep ediyor. Biz, ‘emeği’ bütçenin yükü olarak gören bu anlayışı reddediyoruz.

"Bütçenizdeki kalemler, artan ve derinleşen eşitsizlikleri gidermeye dair olsun”

Malumunuz bütçe maratonu başladı. Bütçe, bir iktidarın, tam olarak nerede durduğunu, ne tarafa doğru yürüdüğünü, ne yapmaya çalıştığını, kimlerle saf tutup, kimleri karşısına aldığını gösteren en net belgedir. Biz iktidarı; Daha önce yaptığı bütçelerden tanıyor ve uyarıyoruz: Bütçenizdeki kalemler, artan ve derinleşen eşitsizlikleri gidermeye dair olsun. Bütçenizdeki kalemler farklı kimlikler ve kültürler arasındaki kardeşliği tesise dair olsun. Bütçenizdeki kalemler haksızlıkları ve adaletsizlikleri giderip çoğulcu bir demokrasiye dair olsun. Bize; günü kurtarmaya dair kurnazlıklarla değil, toplumsal barışı ve huzuru inşa etmeye dair samimiyetle gelin.

ANKA

 

DAHA FAZLA HABER OKU