İran'dan sonra sıra Türkiye'de ise?..

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

İran-İsrail savaşı bütün şiddetiyle devam ediyor.

ABD'nin olaya müdahil olması ise an meselesi.

Aslında perde arkasında, başından beri ABD ve diğer Batılı ülkeler müdahil. Müdahil olması derken, şunu kastediyorum:

Bizzat savaşın içine girmesi, İran’ı bombalaması, işgal etmesi, rejimi değiştirmesi.

Ve yine günlerdir televizyonlarda yorum yapan birçok “aklıevvel”, çok bilmiş sürekli şunu söylüyor:

Sıra Türkiye’de.

Günaydın!

Allah rahmet eylesin; Mahir Kaynak bundan 35 yıl önce sıranın Türkiye’ye geleceğini söylemişti.

Peki, bu geçen 35 yıl zarfında Türkiye neler yaptı?

Bugün neler yapıyor?

Yarına dair ne gibi hazırlıkları var?

Esas mesele bu.
 


Neden “aklıevvel” gibi biraz küçültücü, istihza içeren bir tabir kullandım?

Çünkü özellikle İslami kesimden aydınlar, yazarlar, çizerler ve siyasetçiler yıllardır aynı nakaratı tekrarlıyor:

“Avrupa ve Amerika, Osmanlı İmparatorluğu’nu böldü, parçaladı. 1916’da Sykes-Picot Anlaşması yapıldı.”

O tarihlerde ABD geri plandaydı ama sonradan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün otoriteyi ve gücü eline aldı, doğrudan müdahil oldu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, önce İngiltere’nin büyük organizasyonuyla, ardından ABD’nin ve diğer Batılı ülkelerin desteğiyle İsrail kuruldu.

Bölgedeki bütün rejimler kontrol altına alındı.

Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Libya, Türkiye ve İran; Batı’yla sözde uyumlu, onların politikalarının dışına çıkmayan iktidarlara teslim edildi.

Hatta İran’da 1953’teki meşhur Musaddık darbesi ve Türkiye’de peş peşe yaşanan ve kimler tarafından organize edildiği bugün açıkça bilinen darbeler de yine bu güçler tarafından planlandı.

Tamam.

Yani, bunları sürekli tekrarlıyorsunuz.

Size “aklıevvel” dememin sebebi şu:

Peki, siz ne gibi bir karşı hamle, siyasi proje ya da tedbir öneriyorsunuz?

Hemen şu cevabı veriyorlar:

Efendim, bizim elimizde bir şey yoktu ki. Zaten bu iktidarların hepsi Batı’nın güdümündeydi.


Ona da kabul.

Peki, son 46 yıl?

1979'dan bugüne İran’da bir İslami rejim var. Türkiye’de de yine İslami dünya görüşüne bağlı -en azından bu duygu ve düşünceleri güçlü şekilde taşıyan- bir iktidar uzun yıllardır iş başında.

Bu bölünme, parçalanma, kaos...

Ne demek istiyorum?

İran’ın parçalanması, Türkiye’nin parçalanması, Suriye’nin parçalanması, Irak’ın parçalanması...

Libya’daki fiilî parçalanmışlık -Bingazi ve Trablus arasındaki bölünmüşlük- nasıl giderilebilir?

Bizim coğrafyamızda hiçbir sorun yok muydu?

Yani bizim çocuklar “dört dörtlük” insanlardı da Batılılar mı gelip bizi paramparça etti?

Bugün yangın yerine dönen Filistin’de bile 3 ayrı siyasi yapı var:

  1. Hamas — Gazze yanıyor.
  2. Mahmud Abbas — yani Yaser Arafat ve arkadaşlarının çizgisini sürdüren Fetih Hareketi.
  3. Ve kimsenin dönüp bakmadığı, iki milyonun üzerinde İsrail vatandaşı Arap... Bunlardan hiç ses çıkmıyor.

Kürtler, yüzlerce yıl sonra Irak Kürdistanı'nda resmî bir federal yönetim kurdular.

Ancak 30 küsur yıldır Barzani ve Talabani aileleri arasındaki çekişmeler yüzünden bölünmüş bir Kürdistan Bölgesel Yönetimi var.

Bu iki aile bile yan yana gelip Kürtlerin “âlî menfaatleri” için küçücük çıkarlarından fedakârlık etmiyor.

İran'da…

Efendim, Amerika ve İsrail İran'ı 5'e, 6'ya; bilmem kaça bölecekmiş.

Azeriler, Kürtler, Beluçlar, Araplar, Farslar ayrı ayrı bölgelere ayrılacakmış.

Türkiye de bölünecekmiş. Kürtler ayrı bir devlet kuracakmış.

Suriye de bölünecekmiş.

Hatta "zaten bölündü" diyenler bile var.


Peki, bunun çaresi ne?

Yani bizde hiçbir sorun yok mu?

Kürtlerin, Beluçların, Arapların, Türkmenlerin; Sünnilerin, Şiilerin, Dindarların, Laiklerin, Dürzilerin, Ezidilerin, Süryanilerin, Ermenilerin tüm sorunlarını hallettik de mi bu ülkeler durup dururken bölünüyor?

Batılılar da bunu uzaktan mı izliyor?

Arkadaşlar, bir siyasal proje ortaya koymamız gerekiyor.

Kendi evimizdeki bütün haksızlıkları, yolsuzlukları, hırsızlıkları sona erdirmeliyiz.

Bu coğrafyada yaşayan herkesin -az önce saydım, isterseniz tekrar edeyim: dindarların, laiklerin, Sünnilerin, Şiilerin, Alevilerin, Kürtlerin, Türklerin, Arapların, Beluçların, Azerilerin, Türkmenlerin, Dürzilerin, Ezidilerin, Hristiyanların, Süryanilerin, Ermenilerin- sorunlarını çözerek; bu medeniyetin ilk doğduğu, hayatın başladığı bu toprakları, insanca yaşanabilir bir medeniyet coğrafyasına dönüştürmek zorundayız.

Bugüne kadar bunun için ne yaptık?

Ne yapmadık?

Ve bundan sonra ne yapmalıyız?

Kan gölüne dönmeden bu coğrafyayı kurtaracak bir model ortaya koymalıyız.

Esas soru bu.

Ve bu konuda, özellikle bölge ülkelerindeki İslamcılar en fazla protesto sesini yükseltenler...

Ben de onların içindeydim.

Bütün hayatım böyle geçti. Bugün de düşünce olarak aynı fikirdeyim.

Ama siyasî olarak aynı bakış açısında değilim.

Bu kadar ucuzcu, bu kadar kolaycı, bu kadar basitleştirici değilim.

Emperyalistler bölgeyi parçalayacakmış...

Vah vah vah! Bir tek siz mi gördünüz bunu?

Yahu, Amerika’nın keşfinden bu yana 530 küsur yıl geçti.

1492’de keşfedildi, o günden bugüne 5 asırdan fazladır Batılıların yaptığı hep aynı şey.

Afrika’da yaptıkları bu.

Latin Amerika’da, Kuzey Amerika’da yaptıkları bu.
Orta Doğu’da, Uzak Doğu’da -Vietnam’da, Çin’de, Kore’de- yaptıkları da bu.

Bunu tekrar tekrar söylemenin, “kahrolsun, kahrolsun, kahrolsun” demenin kime ne faydası var?

Her gün biz kahroluyoruz.

Peki ne demek istiyorum?

Öncelikle yaşadığımız ülke, Türkiye…

Kendi sorunlarını nasıl çözecek?

Nasıl bir milli birlik ve bütünlük projesi ortaya koyacak?

İnsanlarını nasıl mutlu edecek?

Bölünmeden, parçalanmadan, ayrışmadan, kavga etmeden, birbirine düşmeden nasıl bir düzen kuracak?

Efendim, biz uğraşıyoruz ama bırakmıyorlar…


E, bir görelim bakalım neyle uğraşıyorsunuz?

Bugüne kadar Türkiye’de demokratik bir anayasa bile yapılamadı.

Suriye’de aylar geçiyor. 8-9 ay geride kaldı, neredeyse 10 ay olacak.

Hâlâ yeni siyasal sistemle ilgili ciddi bir düzen kurulmuş değil.

İslamcı lider gelir gelmez Suriye’nin adını “Suriye Arap Cumhuriyeti” yaptı.

Efendim, zaten daha önce de Arap Cumhuriyeti idi.


E, o zaman aynı yolda devam et!

Bazı ne yapıyorsa sen de aynısını yap!

Bayrağı değiştirdi ama sadece yıldızların sayısını değiştirdi…

İşte bu yüzden, bugün özellikle en çok hassasiyet göstermesi gereken ülkeler -Mısır’dan Suriye’ye, Türkiye’den İran’a, İran’dan Pakistan’a, Endonezya’ya, Yemen’e kadar- farklı mezheplere, ekollere, siyasi düşüncelere sahip bütün Müslüman aydınların artık bölgeyle ilgili bir siyasal proje ortaya koyma mecburiyeti var.

Kimsenin, Suriye’yi, Türkiye’yi, Irak’ı, İran’ı bölerek ulaşabileceği bir hedef yok.

Çare bölmekte, parçalamakta değil.

Bütün bu unsurları siyasal bir birlik içinde toparlamak için, Avrupa Birliği benzeri yeni bir düzenin paradigmasının öncelikle ortaya konması gerekiyor.

Kur’an’ın esaslarına dayanan bir anlayışın temellendirilmesi gerekiyor.

Ama kardeşler birbirini dolandırmaya kalkarsa, birbirinin malını ve hakkını yemeye devam ederse, elin oğlu da gelir, bildiğini yapar.

Zaten yapıyor.

Yani sana bana sormuyor.

Bir diğer çok tehlikeli konu ise şu anda Türkiye’de adı “açılım” olarak konmayan yeni Kürt sürecinin içinde bulunduğu hassas dönemdir.

Birinci çözüm süreci, 2013’te Suriye’ye kurban edilmişti.

Batılılar ve emperyalistler o dönem şöyle dedi:

Size Suriye’de bir devlet ya da devletçik vereceğiz, ama bizim dediklerimizi yapın, bu işten vazgeçin.


İçerideki ulusalcılar -o zamanki MHP ve CHP- süreci dinamitledi.

ABD adına çalışan cemaat de bu işin taşeronluğunu yaptı ve süreç Suriye’ye kurban edildi.

Bugün de bu süreci İran’a kurban etmek isteyenler var.

Tam da çözüm sürecinin eşiğinde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin işleri ağırdan aldığı görülüyor.

Örneğin, son çıkarılan infaz düzenlemesinde bile en acil olan Kürt siyasetçilerin durumuna hiç değinilmedi.

“Efendim, silahı tamamen bıraksınlar, ondan sonra...” deniyor.

Peki, cezaevinde ölüm döşeğinde olanlar ne olacak?

Ağır hastalar ne olacak?

Şimdi de bu süreç, İran’a kurban edilmek isteniyor.

PKK’ya şu söyleniyor; kim söylüyor?

Başta İsrail.

Ardından geniş bir ittifak geliyor:

Boşverin bu işi, silah bırakmayın. Biz İran’ı bölüyoruz, parçalıyoruz. Bizi destekleyin. Siz de Kandil’den İran’a müdahil olun. Bölünen İran’dan size de bir parça verelim.


Arkadaş, bu çok tehlikeli bir şey!

Tüm bir coğrafyanın kana bulanması, iç savaşlar, yıllarca sürecek kaos…

Ve sonunda elinizde ne kalacağını bilemeyeceğiniz bir yıkım.

Belki elma şekerinin sapı bile kalmayacak elinizde.

E peki, ne yapalım?

İran rejimi de haklarımızı vermiyor.

Eğer İran’da rejim değişirse -ki değişip değişmeyeceği de ayrı bir konu- o zaman yeni şartlarda yeniden yapılanma konuşulabilir.

Ya da bu rejimle tekrar masaya oturulur.

Ama esas mesele, öncelikle içerideki sorunları çözmektir.

Sürekli Amerika’yı, İsrail’i, İngiltere’yi, Almanya’yı, Fransa’yı suçlayarak bir yere varamayız.

Kaldı ki, onların birincil derdi biz değiliz.

Şu an dünyada küresel bir “patronluk” kavgası yaşanıyor.

Bir tarafta küreselciler, diğer tarafta yerel iktidarlar ve ulusalcılar.

Pasifik-Atlantik hattıyla Asya kara gücü arasında büyük bir hesaplaşma olduğu da söyleniyor.

Tabii bu konularda benim de birçok fikrim ve görüşüm var.

Ama biz bu kavganın kiralık katili ya da daha hafif tabirle "argümanı" olmak yerine, kendi siyasal projemizi ortaya koymalıyız.

Birinci yol: Önce kendi içimizi düzeltmek.

Türkiye’nin, İran’ın, Suriye’nin, Irak’ın iç meselelerini -muktedir olduğumuz alanlarda- kendi içinde çözmek.

İran 46 yıldır iktidarda.

Peki ne yaptı?

Ortadoğu’yu karıştırmaktan başka ne yaptı?

Suriye’de, katil Baas rejimini desteklemekten başka bugüne kadar ne yaptı?

1982’de Hama yerle bir edildiğinde yine Baas Partisi’nin yanında yer aldı.

Sünnilerle Şiileri barıştıracak bir yol izlemedi.

Aynı şeyi Libya, Irak ve diğer ülkeler için de söyleyebiliriz.

Gaddafi çıkıp dedi ki:

Saddam öldürüldükten sonra sırada biz varız. Saddam’a sahip çıkmalıydık.


Peki Kaddafi, sen ne yaptın?

Gerçekten neler yaptın?

İtalya’da Juventus’u almak, İngiltere’de bilmem hangi takımı satın almak, Berlusconi’ye tonla para yardımında bulunmanın dışında, elle tutulur, anlamlı bir şey yaptın mı?

Ülken için doğru düzgün bir rejim kurabildin mi?


Saddam da aynı şekilde, Baas Partisi de aynı şekilde, İran da aynı şekilde...

Arkadaşlar, bizim ilk ödevimiz şu:

Hani "şapkamızı önümüze koymak" diye bir tabir vardır ya...

Bizde şapka yok, bari takkemizi, sarığımızı önümüze koyalım.

Özellikle İslami kesimin artık yeni bir siyasal proje ortaya koyma mecburiyeti var.

Bu sadece Ortadoğu için değil; ister tüm dünya, ister sadece İslam ülkeleri için olsun, hangi ölçekten bakarsanız bakın geçerli.

Ve bu proje, dürüstçe, namusluca, kimseyi aldatmadan uygulanmak zorunda.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU