Hakkaniyete uygun olan, bir insanın emeğinin karşılığını almasıdır.
Herhalde bu, üzerinde konuşulacak bir konu değildir.
Bu konuda vicdan herkese aynı şeyi söyler.
Ancak hayatın pratiği çoğu defa söz konusu hakkaniyete denk düşmüyor.
Şu bir gerçek ki, Türkiye'de emeğinin karşılığını alamayan mesleklerin başında akademisyenlik geliyor.
Hakkını vererek yapılan akademisyenlik gerçekten de zor bir iştir.
Her kamu çalışanının işi mesai saatleri ile sınırlı iken akademisyenin işi için mesai saati yoktur.
Bilim insanı olan kişi kendi uzmanlık alanı ile ilgili gece gündüz ya okuma yapar ya da yazar.
Akademisyenin mesleğini icra etme biçimi, düşünmektir.
Düşünmek de boş zamanı ve ekonomik herhangi bir kaygıyı taşımamayı gerektirir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Örneğin, felsefe bu imkanlara sahip insanlar tarafından üretildi.
Eski Yunan'da köleler çalışarak hür insanlar için boş zaman ve ekonomik kaynak ürettiler.
Doğa felsefecilerinden tutun Platon ve Aristoteles'e kadar ve geri kalan bütün Yunanlı filozoflar böyle bir ortamın ürünüdürler.
Kısacası düşünmek iki şeyi gerekli kılar:
- Birincisi, boş zaman,
- İkincisi de, ekonomik olarak kendi kendine yetmek.
Evet, bizde akademisyen yeterli boş zamana sahip ancak ekonomik açıdan kaygıdan uzak olanaklara sahip değil.
Burada ekonomik kendi kendine yeterlikten kastımız kişinin gelecek kaygısı taşımayacağı bir kaynağa sahip olmasıdır.
Doktorasını bitirmiş bir doktor öğretim üyesinin aylık aldığı 65 bin TL civarı maaş, akademisyenlerin ekonomik durumlarını açıklamaktadır herhalde.
Bundan daha da kötüsü doktorasını bitirmiş, iş bulamayan çok sayıda bilim insanı var.
Şu anda Türkiye’de belli bir alanda doktora eğitimini almış olup işsiz durumda -elimizde kesin bir bilgi yok ama- binlerce kişinin olduğu biliniyor.
Bunların sayısı gün be gün artıyor.
Herkes atanamayan öğretmenleri konuşuyor; ya atanamayan doktora mezunları?!.
Doktora yapıp iş bulanların bir kısmı da meslekleri ile alakalı olmayan işlerde çalışıyor.
Örneğin “Kamu Yönetimi Anabilim Dalı”nda “e-belediyecilik uygulamaları” konusunda doktorasını yapmış olup kadrolu bekçi olarak çalışan bilim insanı var.
"Doktora mezunu olmak ile bekçilik mesleği arasında nasıl bir ilişki var?" diye merak ediyorsunuzdur.
Tek ilişki, geçim derdi.
Gerçi 100, 200 yıl sonra kaynaklarda bekçilerin doktora mezunu olduğu anlatılırsa “o ülkede eğitim düzeyi o kadar yüksekti ki bekçi olmak için bile doktora diplomasına sahip olmak gerekirdi” diye düşünüp kesinlikle bize öyküneceklerinden emin olabiliriz.
Ama keşke öyle olsaydı!
Bunu söylerken bekçilik mesleğini küçük görmüyoruz tabi ki.
Bekçiler de polis ve asker gibi insanların can ve mal güvenliği için hizmet eden meslek erbapları.
“Doktora” ile “bekçi” mesleğinin bir araya gelmesini komik kılan şey bekçi olmak için 4 yıl lisans, 2 yıl lisansüstü ve 4 yıl doktora programına gerek olmamasıdır.
Uzaktan bakılınca mevcut bekçiler içinde doktoralı olanının işini en iyi yapan kişi olacağı düşünülür.
Öyle midir acaba?
Her mesleğin bir ruhu var ve ancak o ruha bürünürseniz o mesleği iyi yapabilirsiniz.
Örneğin, orduda çalışan bir askerin mesleği, onun her an savaş olabilir psikolojisine sahip olmasını gerektirir.
Bu durum, polis mesleği için de kısmen geçerli.
Aynı şekilde bekçinin de güvenliği sağlamanın psikolojik motivasyonuna sahip olması gerekir.
Evet, sopayı -uygun yer ve zamanda da olsa- kullanmanın psikolojik bir hazırlığı vardır.
Sahip olduğu uzmanlık gereği kafası sürekli “olgu”, “olay”, “epistemoloji”, “ontoloji”, “metodoloji”, “korelasyon” “anova testi” gibi kavramlarla meşgul olan doktoralı bekçi, gecenin herhangi bir saatinde bir hırsız ile karşı karşıya gelirse doktoralı bekçi mi hırsızı etkisiz hale getirir, yoksa hırsız mı doktoralı bekçiyi; onu Allah bilir!
Bu, olayın espri tarafı tabi ki.
Akademisyenlerin maddi koşulları düşünüldüğünde -emeğinin karşılığını alma konusunda- doktoralı bekçi olmanın büyük bir kayıp olduğu düşünülebilir mi?
Doğrusu bir bekçinin aldığı maaş (50-55 bin TL arası) ile doktor öğretim üyesinin aldığı maaşın (60-65 bin TL arası) birbirine yakın olduğu ve emeklilikte de yakın maaş aldıkları (25-30 bin TL arası) düşünüldüğünde insanın bütün kanaati değişiyor.
Yani 40 yıl boyunca düşünen, yazan, bilgi üreten bir akademisyen, emekliliğini 30 bin TL ile geçirecek.
İstanbul’da kirada oturan bir doktor öğretim üyesinin konforunu varın siz düşünün.
Bu para ile bir akademisyen hangi motivasyon ile bilgiye yoğunlaşabilir?
Öyle anlaşılıyor ki doktoralı bekçi meslektaşımız üniversitede kadro alamamakla çok da büyük bir şey kaybetmemiş!
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish