Siyasette annelik mertebesinin insafsız istismarı

Kamer İncedursun Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Esasında hepimiz yıllardır devam etmekte olan düşük bütçeli bir pornografik filmin umutsuz bileşenleri gibiyiz…

Kimilerimiz bu B sınıfı çaresiz prodüksiyonda kamera tutarken, kimilerimiz ışık tutuyor; kimilerimiz ise bu sonu gelmez konulu filmde acar bir aktör misali rol çalarak emellerine ulaşmayı hedefliyor...

Peki ya biz seyirciler ne yapıyoruz?

Merak etmeyin; biz bu sahtekârlar kumpanyasında her şeyi tekinsizce vakumlayan bir boşluktan ibaretiz sadece…

Ruhunu şeytana satmış olan yolsuzlarla, durmadan şeytana uyan ırz düşmanları arasında delik deşik olmuş olan dervişler ve şairler yurdu olan kadim Anadolu; şimdilerde gırtlaklarına kadar batmış oldukları günahlarına hiç aldırmadan ve utanmadan sevgi, barış, kardeşlik, bolluk ve berekete övgüler düzen sözde demokrasi havarilerinin tehdidi altında!

Tıpkı Dionysos şenliklerindeki Dithyrambos koroları gibi yakarmakta ve güzelleme yapmakta rakipsiz olan bu koro bugün söylediği demokrasi türküsünün mısraları arasında zehirli niyetler üfürüyor.

Zehirli niyetlerin harcını ise anneler ve annelik mertebesi üzerinden karıyorlar. 

Herkesin aşina olduğu üzere tarih boyunca Anadolu ve ona eklemlenen coğrafya “zaman ve mekân” açısından kaderi gereği siyasetin çok yoğun etkisi altında biçimlenmiştir.

Fakat bugün geldiğimiz noktada siyaset; kapsayıcı kurumlar ve geniş perspektifli uzlaşmacı toplumsal yaklaşımlar üretmenin tersine her bir kavramın ve değerin içinin boşaldığı bir kısır döngüyü üretmektedir.

Hal böyle olunca nitelik erozyonuna maruz kalan siyasetin söylem ve iletişim yeteneği de kısırlaşmıştır.

Böylelikle reytingi düşmüş olan siyasal oyuncuların geriye tek bir seçeneği kalmıştır: Siyaseti Pornografikleştirmek!

Yani tıpkı pornonun cinselliği ve erotizmi öldürüp yerine salt bir hayvani hedonizmi yerleştirmesinde olduğu gibi siyaset de toplumsal esenliğin sağlanması ideallerini öldürüp yerine seyircilerini galeyana getirmek ya da emperyalistlerden yardım dilenmek eylemine dönüşmüştür!

Yani katharsis yerini duygusal bir hezeyana bırakmıştır. 

Bu bağlamda;

İrili ufaklı türlü siyasal orgazm vaatleriyle bizleri evde, sokakta, sosyal medyada aralıksız bombardımana tutan siyasallar; görünen o ki artık politik libidosunu kaybetmiş olan bir topluma son bir çare olarak (tıpkı kalbi durmuş olan hastanın direkt kalbine enjekte edilen adrenalin misali) politika pornografisi enjekte etmeye çalışıyor!

Son günlerde medya üzerinden iyiden iyiye bir gösteriye dönüşmüş olan senin annelerin ve benim annelerim konusunda olduğu gibi…
 

anneler.jpg
HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde "oğullarının kaçırıldığını" iddia ederek oturma eylemi yapan anneler / Fotoğraf: AA


Eğer bana “porno nedir?” diye sorsalardı direkt bu olayı örnek gösterirdim. Çünkü artık istismar ve rekabet acılara bile saygı duymayacak kadar arsızlaşmış durumda…

Keza daha önceleri HDP ve selefi partilerin istismar tekelinde olan anaların acısı öyle ki artık tüm siyasal alanın saldırısına açık hale gelecek.

Bu istismarlar beni insani anlamda başından beri hep rahatsız etti ve bu konuda rahatsız olan sanırım bir tek ben değilim…

Hemen hemen her siyasal kesimden insanlar bu konudaki rahatsızlarını belirttiler. 

Çünkü;

Hepimizin bildiği üzere bu topraklarda “analık mertebesi” denen olgu biz Anadolular için zaman zaman yaşamın değerinden bile önde gelen yarı-mitolojik anlama sahip hassas ve kutsal bir metafordur.

Binlerce yıllık zaman dilimi süresince anaların sırtladığı kadim Anadolu’nun tarihsel ve toplumsal yükü; zamanla onların (anaların) yaşam içerisindeki doğal ve sorgulanamaz ağırlığına dönüşmüştür.

Dolayısıyla bu ülkede eğer bir yerde analar işin içerisine dahil olursa orada toplum nezdinde fazlasıyla dikkat çekici bir duyarlılık oluşur. Böylelikle lafın gelişi çözümlenemeyen bir konu “ana” faktörünün devreye girmesiyle daha insancıl bir hal alıp uzlaşma kapılarını aralayabilir ve sıkılı yumrukları gevşetebilir. 

Fakat yine de bu sizi umutlandırmasın. Çünkü artık “analık mertebesi” daha önce hiç olmayan bir sınamayla karşı karşıya.

Şöyle ki; geçmişte belli bir nesnel gerçekliğe ve kamu vicdanında belirli bir ağırlığa sahip olan faili meçhuller dönemini hatırlarsınız.

Bu dönemin mağdurları, sessiz çığlığı ve vicdani bir sembolü olan “Cumartesi Anneleri”; çaresiz arayışlarını tüm siyasal organizasyonların himayesinden azade bir şekilde ve yalnızca salt anneliğin kutsal makamının masumiyeti kubbesi altında eylemleştiriyorlardı.

Mesela başlangıçta -yani Pornografikleştirilmeden önce- çeşitli tarihlerde ve farklı olaylar sonucunda “kaybedilen” çocuklarının kemikleri için yarası yarasına denk düşen anneler her cumartesi bir araya gelip Galatasaray meydanında sessizce oturur ve sadece gömmek istedikleri bir avuç kemiğin belki bir gün bulunup kendilerine verilebileceği umuduyla sabrederlerdi…

Örneğin; Yankee’lerin desteğiyle gerçekleştirildiği artık ayyuka çıkmış olan 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında “kaybedilen” oğlu Cemil’in kemikleri için Berfo Ana öyle bir sabretmişti ki 105 yaşına kadar yaşamıştı! Hem de oğlunun kemiklerini bulamadan yaşadığı her bir gün ona cehennem azabı gibi gelmesine rağmen…
 

berfo ana aa.jpg
13 Eylül 1980'de gözaltına alındıktan sonra kaybolan oğlu Cemil Kırbayır'ın bulunması için yıllardır mücadele eden ve kayıp yakınlarının "sembolü'' olan ''Berfo Ana'' olarak tanınan Berfo Kırbayır, 21 Şubat 2013'te 105 yaşında vefat etti / Fotoğraf: AA


Maalesef gözü açık gitti. Ama en azından Berfo Ana’nın siyasal istismar çağına yakalanmadan ve acısını tarihe not düşerek buralardan göçüp gitmiş olması bir teselliydi belki de.

Berfo Ana kurtuldu, fakat geride kalan anneleri kim kurtaracak?

Anlaşılan o ki; beyaz tülbentli anaların o pek insani acılarının siyasal anlamda suyu iyice sıkılıp posa haline getirilinceye kadar kurtuluşları yok.

Bugün gelinen noktada yıllardır kıvranmakta olan bu insanların acılarını siyaseten her aç kaldıklarında mideye indirebilecekleri bir arasıcak olarak gören siyasetçiler çağında yaşıyoruz.

Örneğin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinin ağırlıklı olarak yoksul ve eğitimsiz nüfusundan (Gizlice sınırları aşan Yankee dolarlarının baştan çıkarıcı etkisi de kullanılarak) örgüte insan kaynağı olarak devşirilen her bir Kürt genci; son kullanma tarihi geçmiş olan sözde bir kurtuluş mücadelesi ekosistemi içerisinde yok-olarak kendilerini sahaya sürenlerin ballı börekli yaşamlarını teminat altına alıyor.

Öte yandan buna paralel olarak ülkenin batıdaki metropollerinde yaşayan, yani çatışma ortamından ve ölümün o soğuk yüzünden binlerce kilometre uzakta; İstanbul’un en hareketli ve cıvıl cıvıl hayat kokan semtlerindeki barlarda kadeh tokuşturup göbek atarak ve hedonizmin dibine vurarak sözde Kürtçülük yapanların da sözüm ona Kürtlerin esenliği ile ilgili en ufak bir kaygı taşımadığı apaçık ortadadır… 

Kısacası; kaybedecek şeyleri olan ayrılıkçı Kürtler, kaybedecek şeyleri olmayan Kürtleri “Demirci Kawa” efsanesi ve benzeri mitolojik dalaverelerle baştan çıkartıp Emperyalistlerin inisiyatifine devrettikleri “Kürdistan Macerası” adına dağa bayıra yollarken; yazmış oldukları bu durmaksızın genç insan öğüten senaryonun sonuçlarını sıcacık evlerinin geniş ekranlı ve 4K çözünürlüklü televizyonlarından izliyorlar.

Bu anlamda kendi siyasal perspektiflerinden hareketle Türkiye Cumhuriyeti’nin sömürüsünden kurtaracaklarını iddia ettikleri halklarını kendileri peşinen sömürmekten hiç imtina etmiyorlar. 

Diyarbakır’da çocukları PKK tarafından dağa kaçırılan annelerden birinin Cumartesi Anneleri ile eşit derecede derin yaşadığı acıyı görmemek için dilsiz ve kör bir şeytan olmak gerekir!

Hacire Ana’nın tıpkı bir zamanlar Berfo Ana’nın haykırışındaki gibi hepimizin (en azından büyük bir kısmımızın) vicdanında ve zihninde yankılanan çığlığı her şeyin başında en büyük bedeli anaların ödediğini ve ödeyeceğini gösteriyor.
 

hacire akar aa.jpg
Hacire Akar / Fotoğraf: AA


Hacire Ana’nın HDP Diyarbakır il başkanlığı kapısında yankılanan “Diyarbakır’da genç bırakmadınız, genç!” cümlesi; Batı illerinden Diyarbakır’a oryantalist bir felsefe ışığında; yılda 2 kere ciğer şiş yeme ve hevsel bahçelerinde karpuz toplama turuna giden metropollü ve beyaz yakalı züppelerin veya zihinsel diaspora yaşayan bir kısım sanatçı müsveddesinin dünyasında herhangi bir anlam ifade etmeyebilir.

Dolayısıyla Hacire Ana’nın çığlığını ya da Diyarbakır’da hızla ivme kazanan sosyo-ekonomik çöküşü, gençler arasında muazzam boyutlara ulaşmış olan uyuşturucu kullanımını ve artan fuhuşu dert etmeyebilirler. Çünkü onlar; dünya yansa bile ciltlerine 50 faktör güneş kremi sürmeyi ihmal etmeyecek kadar pervasızdırlar...

Belki de büyük şair Ahmed Arif’in engerek dedikleri esasında bunlardır…

Ancak tüm bunlara rağmen bu ülkede gerçek aydınların ve sanatçıların az da olsa hala var olması büyük bir umut ve motivasyon kaynağı.

Çünkü onlar kendi mahallelerine yaptıkları eleştirilerden dolayı yine bizzat kendi mahalleleri tarafından uygulanacak olan baskı ve linçi göze alarak; hakikat denen o üst düzey ahlak ve erdemlilik temsili adına mücadele etmekten çekinmeyecek kadar ilkelerine bağlıdırlar.

Mesela yakın bir zamanda elim bir kaza sonucu kaybettiğimiz rahmetli (mekânı cennet olsun) Cüneyt Cebenoyan da böyle değerler üreten aydınlardan birisiydi. Malum çevrelere dair yazdığı bazı eleştirel yazılar yüzünden en çok kendi mahallesinden linç yemişti.

Bu durumu da yazılarında ve bazı röportajlarında biraz da sitem ederek birkaç kez belirtmişti. Ancak buna rağmen daima kendi hür iradesiyle düşüncelerini dile getirmekten vazgeçmedi.

Bence eğer bugün yaşasaydı eminim ki HDP’nin kapısına dayanan Hacire Ana’nın ve diğer anaların mücadelesine destek verirdi. Çünkü vicdani kanaatlerini bir siyasal parti ya da mahallenin popüler yönelimlerinden değil; erdemlilikten alan birisiydi.

Kendisini şahsi olarak tanıyabilme şerefine nail olamamış olsam da sinema üzerine yazdığı mükemmel yazılarından tanırdım kendisini. Her zaman büyük bir zevkle okudum, takip ettim ve çok şey öğrendim…

Demem o ki; bugün daha iyi ve güzel bir Türkiye için acıları sömürme heveslisi siyaset ve siyasetçilerden ziyade rahmetli Cebenoyan gibi erdemlilik üreten aydınlara ihtiyacımız var…  

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU