20.yy’da Arap dünyasını sarsan on kitap

Matbaalardan piyasaya bir dizi kitap fırlatıldı. Bunlardan bir kısmı ölü doğdu, bir kısmı biraz yaşadı sonra gözden kayboldu. Bir kısmı da çatışmalara sebep olarak nesilden nesle kültür eklemlerinde asılı kaldı

Tartışma yaratan bazı kitapları tekrardan okumak gerekir / Fotoğraf: PixaBay

Matbaalardan piyasaya bir dizi kitap fırlatıldı. Bunlardan bir kısmı ölü doğdu, bir kısmı biraz yaşadı sonra gözden kayboldu. Bir kısmı da çatışmalara sebep olarak nesilden nesle kültür eklemlerinde asılı kaldı. 

Bazısı, hiç ilgi çekmeksizin ölüme mahkum olarak doğdu. Bazısı bayat yemek gibi okundu. Bazısı da bugüne dek peşimizi bırakmadı. 

Okuyucuya sağ salim ulaşanlar da oldu, engelleme ve sansür ya da kitap sahiplerinin kovuşturulması ile boğuşanlar da. 

Bugüne kalan kitaplarsa felsefi sorgulamaya sebep olan, toplum ve okuyucunun hatalı iç rahatlığını bozan, dolayısıyla sansür kılıcı ile boğuşan kitaplardır. 

Dünyanın tüm ülkelerinde sansür vardır. Nasıl olursa olsun siyasi rejimlerin düşünüşünde tatlılık yoktur ve yöneticinin gözleri uyumaz.

Bununla birlikte insan haklarını gözeten ve bireysel-toplumsal özgürlüklerin korunduğu gelişmiş ülkelerde sansürün şekli, boyutu ve mahiyeti, Arap ve Mağrip ülkelerinde (Tunus, Cezayir, Fas, Libya, Moritanya) var olandan tamamen farklıdır. 

Gelişmiş ülkelerde yaratıcılık ve düşünceye yönelik sansür sistemi, sınırları belirgin yasal bir temele dayanır. Bu temel, bireysel ve kitlesel özgürlüğün çatısını bilgi, yaratıcılık ve farklılığa dair insan hakları ile çatışmayacak şekilde belirler. Bu, şeyleri isimleri ile adlandıran ve biçim ve içeriğe göre tanımlayan bir temeldi. Onda ceza, siyaset veya inanç suçlusu arasında bir karışıklık yoktur. Arap ve Mağrip ülkesinde ise bir yayın yasası yok. Varsa da belirgin ve kasıtlı bir sisle. 

Acaba padişahın kolunu yazara doğru uzatan kim?

İnsanlar kitapları, padişahı, iktidarı konusunda kitapları okuyup onlardan etkilenen okuyucu ordusundan yana kaydı durduracak şekilde mi okuyorlar? 

Arap ve Mağrip ülkelerinde sansür ve önleme kararı, bizzat yargı organları tarafından alınmaz. Bu önleme meselesi genelde bir kitaba karşı çıkmaları veya kınamaları için halkın kışkırtılmasından sonra harekete geçirilir. Çoğu zaman ‘kültür’ veya ‘yaratıcılık’ karşıtlığı ile siyasette bir yer kapmak isteyen partiler veya siyasi gruplar tarafından coşturulur. Bununla amaç, ideolojik bir varlık göstermek ve dikkatini çekmek üzere mevcut rejime baskı oluşturmaktır. Güzel bir siyasi cevap karşılığında bir hizmette bulunmak istiyorlar gibidir. Bu hizmet de genelde yaratıcılığa karşı sansür kılıcını harekete geçirme daveti ile olur.

20.yy’da engellenen kitaplar

20.yy’da Arap ve Mağrip dünyasında sansür ve önlemeye maruz kalan ve düşünce ile yaratıcılığa konu olan en önemli kitaplar hangileridir? Bu eserler ne şekilde tartışmaya sebep oldu, bu öfkenin körüklenmesinin ardında kimler vardı ve bu kitapları kim engelledi?

Sansür ve önlemenin sırrı, kadın ve eşitlik

Engellenen ve siyasi, kültürel, hukuki elit arasında bugüne kadar varlığını sürdüren bir tartışmaya sebep olan kitapların başında belki de kadının özgürlüğü, bedeni, aklı ve malı ile tasarruftaki insani hakkı, iş dünyasında boy gösterme hakkı ve süvari dönemine ait Arap ve Mağripli erkek egemenliğinden uzak olarak ilim talep etme hakkı meselesini ele alan kitaplar gelir.

Bu tür kitaplar, medeni ve siyasi haklarda eşitliği savunmak için sahnede göründüğü anda kültür, düşünce, siyaset ve din kalelerindeki mabet bekçileri, onlara yönelik itirazlarını ‘hain ilan etme’, ‘Yahudileştirme ile suçlama’ ve ‘tekfir etme’ gibi pek çok kışkırtıcı yöntemlere ve terimlere başvurarak dile getirdi. 

Kadının toplumda bağımsız bir insani üretim değeri olarak var olması, şu veya bu toplumun gelişme veya geri kalma basamaklarını belirleyen şeydir. Kadın ve erkek arasındaki eşitliğin düşmanları, seleften miras kalan söylemlerden ve tarihi ve medeni bağlamından koparıp tamamen farklı bir medeni ve çekişmeli bir zamana-zemine sürükledikleri bazı dini yorumlardan getirdikleri düşünce sopaları arkasına saklanıyor. 

Eşitlik düşüncesine çağırma, özünde gücün, paranın, havanın, kamusal alanın, dilin ve söylemin bölüştürülmesine yönelik bir çağrıdır. Ki bu da kadının sesini bastırmaya dayalı ve onu ‘salyangoz’ ya da ‘kaplumbağa’ kabuğuna sokulması gereken bir ‘avret/ayıplı’ olarak gören erkek egemen düşüncenin istemeyeceği bir şeydir. Bunlar, akıl sağlığı yönünden suçlayarak kadını kuşatmaya çalıştılar. Onların gözünde kadın bir ‘aklı eksik’ idi. Aynı şekilde kendine ait olan bedeninde de kadını, ‘avret’ nitelemesi ile hapsetmeye giriştiler. 

Bu gerçeklikten hareketle 20.yy, en büyük kültür ve düşünce tartışmasına sahne oldu. Bu tartışmanın sebebi, Kasım Emin’in 1899 yılında çıkan Kadının Özgürleştirilmesi adlı kitabıydı. 

Arap dünyası, yeni yüzyılı Kadının Özgürleştirilmesi kitabına dair çekişmenin eşiğinde başlattı. Bu kitap en çok tartışma yaratan kitaplardan biri sayılır. Destekçiler veya muhalifler tarafından kaleme alınan yazıların boyutu, kitabın hacmini ona katlar. Kitabın yazarı, ihanet ve İngilizlere casuslukla suçlandı. Bunlar, içtihat düşmanlarının her fırsatta hazırda tuttuğu suçlamalar. Bu kitap, tartışmanın fitilini ateşleyen, okumayı harekete geçiren ve birçok toplum kesiminin fikrini değiştiren on kitap arasında sayılabilir. 

Kasım Emin’in Kadının Özgürleştirilmesi adlı kitabının çıktığı yıl dünyaya gelen Tunuslu yazar Tahir Haddad’ın (1899-1935) Şeriat ve Toplumda Kadınımız adlı kitabı da bu kategoridedir. Tahir Haddad’ın kitabı, kadının konumunu yükseltme ve medeni ve siyasi haklarını savunma konusunda Mağrip’in entelektüel çabasına dair bir resim sunar. Belki de Tunus, Tahir Haddad’dan bu yana kadın ve erkek arasındaki eşitlik meselesinin ortaya atılmasında öncü olmuştur. Bu öncülüğün en son örneği, Tunus’un 2018 yılında kabul ettiği mirasta eşitlik yasası ve Tunuslu Müslüman kadının gayrimüslim biri ile evlenme hakkıdır. 

Tunus’taki selefi ve karanlık düşünceye sahip güçler, Tahir Haddad’ı kafirlik ve dinsizlik ile suçladı. Akademik camiadan uzaklaştırıldı, evlenmek ve çalışmaktan men edildi. Ancak Tahir Haddad, yalnızlaştırılmadan ötürü çektiği sıkıntılara rağmen tutumundan geri adım atmadı. Hatta bu tartışmanın ardından Zeytune Eğitim Reformu hakkında bir kitap yazdı. Zira Tunus’un geri kalmışlığını, selefi düşünce bekçilerinin içtihat kapılarını kapatması sebebine bağlıyordu. 

Bu tartışma, diyalog ve anlaşmazlık, Mısır seçkinleri arasında Kasım Emin’in Kadının Özgürleştirilmesi adlı kitabının etrafında ve İslam şemsiyesi altında cereyan ederken Tunus’ta sendika, felsefe ve eğitim boyutları kazandı. Bu durum Tunus’u bugüne değin Arap ve Mağrip dünyasında kadın ve insan hakları meselelerinde öncü konuma getirdi. Bu konudaki üstünlük, belki de Tahir Haddad’ın 1956 yılında Tunus’taki Kişisel Durum Kodu’nda faydalanılan kitabından kaynaklanıyordur. Bu yasalarda kitabın savunduğu düşünceler dikkate alınmıştır. 

Felsefi düşünce alanı

Felsefi düşünce kitapları alanında ise Arap ve Mağrip dünyası, üretim bakımından zayıf görünüyor. Seçkin felsefi eserlerin nadirliğini ve bu tür kitapların azlığını kabul etmek gerekir. Yine kabul etmek gerekir ki felsefeye karşı çıkan ve görmezden gelen dini ve siyasi duyarlılık, bunun yalnızca ‘rahatsız edici’ bir bilgi olmasından ileri geliyordu.  

Ebu Hamid el-Gazali’ye (1058-1111) ait olan Filozofların Tutarsızlığı adlı kitap, İbn Rüşd’ün (1126-1198) Tutarsızlığın Tutarsızlığı adlı kitabına baskın geldiğinden bu yana felsefe adına yalnızca şeriat okur olduk. Dolayısıyla selefi düşünce, akılcı düşünceyi gölgeledi ve dervişlik böyle bir olayda aydınlanmacılığı yendi. Bu noktada dinin, bilim ve matematiğin kayıplarını telafi etmesini ve fizik ve tıbba karşı durmasını istiyorum. 

Filozof Sadık Celalulazm’ın (1934-2016) 1969 yılında çıkan Dini Düşüncenin Eleştirisi adlı kitabı, dini kurumun eleştirilmesinde büyük bir düşünce tartışması yaratan ve aydınlanmacılığın, akılcılığın ve düşünce özgürlüğünün kökleşmesine katkı sağlayan kitaplar arasında kabul edilebilir. Açık bir şekilde laiklik vizyonunu kuran bu kitap, dinin devletten ayrılması ve vatandaşlığın herkes arasında ortak bir değer olarak savunulması çağrısı yapıyor. Kitabın yazarı, kitabın yayınlanmasının ardından hapse mahkûm edildi ve muhalifleri tarafından dinsizlikle suçlandı. 

Bu çerçevede Bu Ali Yasin’in (1942-1973) Sakıncalı Üçlü – Din, Cinsiyet ve Sınıf Çatışmasına Dair Bir İnceleme adlı kitabı da 20.yy’da ortaya çıkan, varoluşa ve öze dair soru sorma biçimi ile okuma üzerinde etki bırakan kitaplar kapsamına alınabilir. Bu kitap sanki bilgiye akılcılığı geri getirmek, felsefede aklın nabzını diriltmek ve şeriatın ön kabulleri ve iç rahatlatan cevapları ile tartışmak için gelmişti. 

Edebiyat ve medeniyet eleştirisi alanında ise Taha Hüseyin’in 1926 yılında çıkan Cahiliye Şiirinde adlı kitabı, Arapları mirasları ile bir araya getiren ‘kutsayıcı’ ve ‘mükemmel’ ilişkiye dair akılcı eleştirinin ilk örneği sayılır. Taha Hüseyin, ‘kutsal’ düşüncesini eleştiriye tabi tutarak her şeyi daimî olarak sorgulanabilir hale getirmeye çalıştı. Kitap, geleneksel Arap seçkininin boğulduğu düşünce bozukluğuna parmak bastı. Nitekim ‘kutsallığı bozulan’, ‘kutsala’ dönüştürülmüş, yani edebiyat ve tarih okumasında içtihat kapısı kapanmış, ‘soruya’ karşı savaş açılmış ve fikri, sosyal, insani ve siyasi geçerliliğini kaybetmiş olan metinlerden ithal edilen hazır ‘cevap’ kökleştirilmiş idi.

Bu kitap da aynı şekilde büyük bir tartışma ile yüzleşti. Her yönden kitaba karşı bir savaş başlatıldı. Kimileri yazarın idam edilmesini ve üniversiteden kovulmasını isterken kimileri hapsedilmesi için sesini yükseltti. Kitap toplatıldı, yazarından kültürel birikime ve dine değinen bazı bölümleri silmesi istendi. Taha Hüseyin, yargılandı ve bazı bölümleri silerek kitabı Cahiliye Edebiyatında adı ile yeniden çıkardı. 

Bence Luis Avad’ın (1915-1990) 1980 yılında çıkan Arap Dilini Kavramaya Giriş adlı kitabı da etki uyandıran ve gerek uzman gerek sıradan okuyucu nazarında 20.yy’a damgasını vuran kitaplardan biri. Bu kitap, Arapçanın tarihini modern ve aynı zamanda cesaretli bir bakış açısıyla tartışmaya açan en önemli eser. Zira Arapçanın diğer dillerle olan ilişkisi üzerinde durarak ‘Katışıksız Arapça’ akımına karşı saldırıyor. Arapçanın bizzat bir ‘mucize’ olduğunu düşünen bu akımın bağlıları, aslında Kur’an’ın mucizeliği düşüncesini, Kur’an’ın gelmiş olduğu dile indirgiyorlar.

Kitap, başlığında da görüldüğü gibi yalnızca dilbilimsel bir kitap değil, aynı zamanda fikri, medeni ve tarihi bir ansiklopedidir de. Bu kitapta ortaya atılan düşünce, cesaretten dayanak alır ve Arap ve İslam tarihinde sessiz kalınmanın tercih edildiği şeyler üzerinde durur. Bu kitap, Ezher’deki selefi akımın yönettiği üniversitede de büyük bir gürültü kopardı ve bu durum, mahkeme ve kitabın toplatılması ile sonuçlandı. Bence Luis Avad’ın Arap Dilini Kavramaya Giriş kitabı, sahip olduğu öneme göre istenen şekilde okunmadı. Halbuki o, zamanın kitabıydı.

Yaratıcılık kapısı

Nazik Melaike ‘Kolera’ adlı şiirini yazdığından bu yana serbest ve uyaklı şiire yönelen topçu hücumları durmak bilmedi. Yazıdaki bu içtihat, bir aşırılık ve mirasa saldırı, onu reddetme ve ona karşı bir devrim olarak algılandı. Dolayısıyla Arapçaya ve İslam’a karşı bir komplo olarak değerlendirildi. 

Arap’ın hayal gücündeki şiir, onların divanlarını ilk, belki de son kabul ettiği için denetçinin gözleri uyanık kaldı. Ta ki okumada, okuma alışkanlıklarında ve temelde kadına yönelik Arap duyarlılığının yapısında bir kasırganın habercisi olan bir şair geldi: Nizar Kabbani. Şairin 1948 yılında çıkan Nehd’in Çocukluğu adlı divanı, belki de Arap şiirini eşi görülmemiş bir yapısal cesarete açan şiir kitabıdır. Şair bu kitapla, bireysel özgürlüğe, bastırılan duyguların serbest bırakılmasına ve erkek egemen toplumun kınanmasına açılan ifadelere zemin hazırladı. Bu eser aynı zamanda kadınların, kabile tarafından el konulan ve gasp edilen beden mülkiyetinin geri verilmesi çağrısını da içeriyordu. 

Ben Nizar Kabbani’nin şiirsel görkeminin Nehd’in Çocukluğu adlı divanı üzerine kurulduğunu düşünüyorum. Şairin okuyucu ile ilişkisini değiştiren bu şiir kitabı, okuyucuyu, Arap şiirinin, Arap toplumunda hazır bulunan günlük detaylarına ve ikincil bedenselliğine soktu. 

İfadede yaratıcılığa gelecek olursak çıktıktan sonra büyük tartışma yaratan birçok roman görürüz. Söz konusu bu romanlar, ardında uzman veya sıradan bir okuyucu ordusu kadar intikam hisleri ile dolu bir güruh da bıraktı. Romanlar, şu veya bu ülkede engellemeye maruz kalmıştır. Bununla birlikte biz ifade direncini kuran birtakım romanların olduğuna inanıyoruz ki bunların başında 1988 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Necib Mahfuz’un (1911-2006) Cebelavi Sokağı’nın Çocukları adlı kitabı gelir. 1968 yılında çıkarılan bu kitap, Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldüğünde dikkat çekti. Mısır’da basılması 2006 yılının sonuna kadar yasaktı. İlk baskısı Beyrut’taki Daru’l-Adab adlı yayınevinden çıktı.

Roman, Arap toplumunda genel olarak gözden kaybolan hak, adalet ve eşitlik gibi değerler hakkında yazarak peygamberlerin izi sıra gider. 
Ezher şeyhleri, romana karşı bir saldırı başlatarak kitabın Mısır’da yayınlanmasını yasakladı. Aynı şekilde Beyrut’ta basıldıktan sonra ülke sınırlarına sokulmasını da. Hâlbuki Ehram dergisinde bölümler halinde yayınlanıyordu. Adetleri olduğu üzere selefilerin suçlamaları da hazırdı.

Necib Mahfuz da Cebelavi Sokağı’nın Çocukları adlı kitabından ötürü dinsizlik ve kafirlik suçlamasından kendisini kurtaramadı. 20.yy’da etkileyici bir varlık gösteren ve toplumun edebiyat hafızasına kazınan romanlardan biri diğeri de Mağripli yazar Muhammed Şükrü’nün (1935-2003) Yalın Ekmek (For Bread Alone) adlı romanıdır. Şükrü’nün 1972 yılında kaleme aldığı bu roman, önce İngilizceye sonra da Fransızcaya tercüme edildi.

Arapça olaraksa 1982 yılında basıldı. Bu eser ‘sömürge’ psikolojisine dair bir analiz ve baba ‘katilliği’ hakkında bir incelemedir. Bilgilendirme yazısına bakarsak iç şiddet yapısına dair bir roman buluruz. Muhammed Şükrü’nün Yalın Ekmek adlı romanı, takibe alınmasına rağmen Arapça yazılan Mağrip anlatısına karşıt bir okumanın temellerini atan ilk metinlerden sayılır. Bu kitap ayrıca, modern ve çağdaş Arap roman edebiyatında Mağripli anlatıyı kuran ilk Mağrip romanıydı da. Bu roman, yazılmasının üzerinden yarım asır geçmesine rağmen hala düzenli ve beğenilerek okunuyor. 

Suriyeli Haydar Haydar’ın 1984 yılında çıkan Deniz Yosunlarının Ziyafeti adlı romanı da etki uyandıran kitaplar arasında. Haydar, bu kitabı 1970 yılında profesör olarak geldiği Cezayir’de iken kaleme aldı. Arap ve Mağrip dünyasında okuma ve eleştiri alanında hissedilir bir varlık gösteren Deniz Yosunlarının Ziyafeti adlı bu roman, şiir ve fantastik anlatıyı kullanarak roman ‘düzeninde’ bir devrim yarattı. Yayınlanmasının üzerinden çeyrek asrı aşkın bir süre geçtikten sonra etkileyici varlığını sürdürmesini göz önünde bulunduran Ezher şeyhleri ve bağlıları, Kahire’de gösteriler düzenleyerek bu kitabın yasaklanmasını ve ağız alışkanlığı haline gelen suçlamaları ile dinsiz ve kâfir ilan ettikleri yazarının cezalandırılmasını talep etti. 

Sonsöz yerine

20.yy’ın Arap ve Mağrip kültür dünyasında yazma, okuma ve tartışma alanında nitelikli bir yankı uyandıran bu on eserin tümü engellemeye, sansüre veya toplatılmaya maruz kaldı. Bu düşünürü veya o yazarı engelleyen, hapseden veya baskılayan o el, siyasi bir eldi belki ama dini güdü, engellemeye yönelik her türlü tahrik ve coşkunun esas unsuru olmuştur.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independentarabia.com/node/43816

Şarku'l Avsat'tan Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz

DAHA FAZLA HABER OKU