ABD'nin ne bölgeye müdahalesi ne de bölgeden çekilmesi isteniyor

Bugün ABD'nin İran'ın nükleer bir devlete dönüşmesini engellemekten ziyade bölgeden ne istediğini öğrenmemiz gerekiyor

Fotoğraf: AP

ABD'nin askeri olarak Afganistan'dan çekilmeye başlamasının ve Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi'nin Beyaz Saray'ı ziyaret etmesinin ardından Pentagon, 2021 yılı bitmeden Irak'taki Amerikan güçlerinin muharebe görevlerini sona erdirme kararı aldı. Bu, yeni ya da sürpriz bir karar değildi.

Taliban'ın saldırıya devam etmesi (hükümet güçlerine saldırıyor), danışmanlık ve eğitim ekiplerinin ülkede kalması ve Irak'taki Amerikan çıkarlarının ve tesislerinin korunması gibi tüm kelime oyunlarına rağmen bu kararda dikkat çekici olan, ABD'nin çekilmesinin hızlı bir şekilde açıklanmasıdır. 

Afganistan ve Irak'taki çekilmeye paralel olarak gerçekleşen gizli bir çekilme ise ABD ve Rusya'nın Suriye'nin doğusundaki petrol için yaptıkları anlaşmalardır.

Andrew Tabler'in Foreign Affairs dergisindeki yazısına göre Washington, Moskova'nın insani yardımların Suriye'de Esad rejiminin kontrolünde bulunmayan bölgelere geçişine izin vermeye devam etmesi karşılığında "Delta Crescent" şirketinin petrol arama ruhsatına son verdi. Bu ruhsatın iptal edilmesi, Rusya'nın ABD'nin Suriye politikasına ilişkin esas talebidir.

Aynı şekilde Washington'un Lübnan ordusuna verdiği sınırlı yardımlar hariç kendi meselesini Fransızlara devrettiğiyle ilgili söylentilerden dolayı Lübnan'ı da bu listeye eklemek mümkün.

Milliyetçi ve sol grupların yanı sıra bölgede mantar gibi yayılan darbeci devrimler, ABD'nin çekilmesini talep etmeye devam etmektedir. Birçok Arap ülkesinde bu darbelerin acı sonuçlarını ve olumsuz etkilerini göz ardı edemeyiz.

Sonuç olarak ABD, yasal olarak bölgeden çekiliyor. Görünüşe göre bu çekilme, taktiksel değil de stratejik bir adımdır. Yabancı güçlerin çıkmasını isteyenlerin çağrıları da gerçekleşmiş gibi görünüyor. Asıl soru şu: Amerikalıların çekilmesi, bölgedeki köklü çekişmeler için sihirli bir çözüm müdür?

Kabil'den Beyrut'a kadar bölge haritasına hızlı bir göz attığımızda ABD'nin çekilmesine rağmen kronikleşmiş savaşların ve çekişmelerin olduğunu ve bazılarının ise devam ettiğini görmekteyiz. Hatta bazen bu çekilme, farklı şekillerde yeni çekişmelere de yol açabilir.

Yıllardır tüm bölgenin, radikal dini ideolojilerin beslediği ve birçok destekçisi olduğu Şii-Sünni çekişmesi yaşadığını inkâr etmek mümkün değildir.

Şiilerin destekçisi İran iken Sünnilerin ise Müslüman Kardeşler, el-Kaide ve IŞİD'dir.

Bu krizin en başında da Suudi Arabistan-İran anlaşmazlığı gelmektedir. Bu, normal ülkelerin koşullarına uymayan Velayet-i Fakih ideolojisine ek olarak İran'ın yayılmacı politikasından dolayı karmaşık bir sorundur. Suudi Arabistan ve İran arasındaki bu anlaşmazlığı, Körfez'in güvenliğiyle ve Batı'yla ilişkileri gergin hale getirmemekle sınırlamak doğru değildir. Aksine bu anlaşmazlık, farklı boyutlarda da olsa tüm körfez ülkelerine uzanmaktadır.

En şiddetlisi olan ve tüm bölgenin krizlerini özetleyen bir diğer çekişme ise Suriye savaşıdır. Coşku ve üstünlüğe rağmen bu savaş, Suriye'yi 5 ordu tarafından işgal edilmiş bir devlet haline getirdi. İşgalden ve gruplaşmalardan daha önemlisi de altyapının gördüğü zarar, beşerî kayıplar, göçmenlerin sayısı ve 12 milyondan fazla insanın yerinden edilmesinden kaynaklanan sosyal, psikolojik ve kültürel sonuçlardır.

Irak'ın yaklaşık 19 yıllık sıkıntısına ABD'nin varlığı yardımcı olmadı. ABD'nin Irak'tan çekilmesi de bu sıkıntıyı hafifletmeyecektir.

İç bileşenlerinin yanı sıra Lübnan'daki durum ise bölgesel çekişmelerden uzak değildir. Hatta çoğu zaman bu çekişmeler Lübnan'a doğru hareket ediyor. Lübnan, dengeli bölgesel askeri güce boyun eğiyor. Washington'un Lübnan'ın durumunu Fransızlara devrettiği söyleniyor.

Tüm bu sorunların ve krizlerin yanı sıra en zorlu ve karmaşık sorun da Filistin-İsrail çekişmesidir. Filistin içerisindeki bölünme, yolsuzluk, kötü yönetim, İsrail'in inatçılığı ve uzlaşmazlığı, siyasi güçlerin gruplaşması ve aşırı sağın üstünlüğü gibi sebeplerden dolayı bu sorun, daha karmaşık hale gelmektedir.

Sonuç olarak bölgedeki asıl sorun, İran-İsrail ilişkileridir. İki ülkede yeni yönetici grubun iktidara gelmesi, nükleer anlaşmazlığın devam etmesi ve İran'ın bölgedeki müttefiklerini desteklemesi nedeniyle bu sorun, daha fazla gerilime yol açabilir. İsrail, İran'ın içine sızabilme gücünü kanıtladığı bir zamanda Tahran, ABD ve İsrail çıkarlarını hedef almak için çeşitli Arap ülkelerindeki vekillerini ve ajanlarını kullanmak zorunda olduğunu düşünüyor. Viyana müzakerelerinin sonuçları olumlu olursa iki ülke arasındaki ilişkiler, "kontrollü" düşmanlık, şayet olumsuz olursa "kontrolsüz" düşmanlık şeklinde olacaktır.

ABD'nin çekilmesinin ardından yerel ülkelerin bireysel ve toplu olarak bu krizlere karşı koyma becerisini yorumlamak için yukarıdaki krizleri takdim ettik. Doğrusu Amerikan varlığı, sürdürülebilir ve etkili çözümler sunmazken ABD'nin çekilmesinin ardından ne olacak?  Bu soru, yerel güçlerin dış müdahale aracına başvurmadan kendi imkanlarıyla söz konusu krizlere karşı koymak için hazır olmaları gerektiğini gösteriyor. 

Dahili çözümlerden bahsetmek, bölgedeki birçok ülkenin içinde bulunduğu durumların dayattığı ek bir sorunu gündeme getiriyor. Zira başta İran olmak üzere bölgedeki birçok ülke, içeride siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar yaşıyor. Özellikle İran, bölgenin en fazla müdahale eden devletidir.

Nitekim Tahran, Washington'la olan sorunlarının dışında en az 4 çekişmeye müdahil olmuş durumda. Bölgedeki bazı ülkelerin durumu da İran'dan daha iyi değil.

İkinci sorun ise halkın ve yetkililerin bir nevi siyaset kültürüne sahip olmamasının yanı sıra köklü radikal ideolojilere dayanan ve genellikle sosyal bölünmüşlük yaşayan bu ülkelerin çoğunda mevcut olan zayıf yönetimdir.

Bu ülkelerin iç sorunlara ve komşularıyla olan çekişmelere karşı koymasının önündeki asıl engel, kötü yönetimdir.

Bugün bizi sorunlarımızı kendi kendimize çözmeye terk ederken bölgenin geldiği durumdan ABD mi sorumlu? Bu sorunun cevabı karmaşık ve mutlak anlamda sadece "Evet" ya da "Hayır" şeklinde olmayacaktır. ABD'nin artık bölgeye neden öncelik vermediğini anladığımız zaman bu soruyu cevaplamak mümkün olabilir.

Öncelikle 11 Eylül terör saldırısı, Washington'un bölgeyle ilişkilerinde bir dönüm noktası oluşturdu. Bu saldırı, ABD'yi iki maliyetli savaşa soktu. Bütün yönetimler, bölgedeki savaşların sonunun gelmeyeceği ve bu çizgide devam etmenin mümkün olmayacağı konusunda ikna oldu.

İkinci faktör jeo-stratejiktir. Zira ABD'nin bölgedeki petrole duyduğu ihtiyacın azalması ve Washington'un kaygılarını Uzak Doğu'ya çevirmesine yol açan Çin'in yükselişi nedeniyle bölge, eski önemini kaybetti.

Üçüncü faktör ise Avrupa ve Avrupa'nın Rusya'nın maceralarına karşı koymak için NATO'nun varlığını güçlendirme girişimdir. Ancak Amerikan iradesinin zayıfladığı ve Amerikalıların iradesinin zayıflamasının da Washington'u çekilme ve müdahale arasında tereddütte bıraktığı tartışılabilir bir olasılık olarak kalmaya devam ediyor.

Bütün bu sebepler, reddedilebilir. Çünkü ABD'nin bölgeden çekilmesiyle birlikte tüm endişeler gerçekleşecek: Terör grupları güçlenecek ve bölgede genişlemek suretiyle Çin ve Rusya'nın gücü artacak. Bu da Ortadoğu'nun enerjisine itimat eden Avrupa'yı zayıflatıp Moskova'nın merhametine terk edecek.

Amerikan müdahalesi konusunda bölge, hayal kırıklığı yaşamasına ve Washington'un gözü bölgeye daha girmeden çıkış kapısında olmasına rağmen ABD gibi büyük bir devletin bölgeden çekilmesi olumlu bir gelişme değildir.

Tüm bunların yanı sıra bugün ABD'nin İran'ın nükleer bir devlete dönüşmesini engellemekten ziyade bölgeden ne istediğini öğrenmemiz gerekiyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU