Hep daha fazlası için duyulan açlık

Doç. Dr. Umut Hacıfevzioğlu, Independent Türkçe için yazdı

Pleonexia, yani hep daha fazlası için duyulan açlık bir toplumda yaşanan pek çok sorunun kaynağıdır. Eski Yunan filozoflarından Aristoteles günümüzden neredeyse iki bin beş yüz yıl önce bu konuya dikkat çekmişti.

Aristoteles’e göre, tutkularını aklı ile kontrol edemeyen siyaset insanları akratik karakter özelliği taşıyorlardı. Güçten yoksunluk, kişinin kendine egemen olamaması, yapması gereken şeyi yapamaması, tutkularını dizginleyememesi durumuna işaret eden akrasia, bir karakter özelliğiydi.

Aristoteles’e göre, gücü isteme ve gücü elde ettiğinde daha fazlasını isteme tutkusu, siyaset insanlarının yozlaşmasına neden oluyordu.

Siyaset insanlarının adalet de dâhil olmak üzere var olan tüm siyasal kurum ve kavramları araçsallaştırmalarının arka planında işte bu “hep daha fazlası için duyulan açlık” vardı.

Böylesi bir durumda yalnızca siyasal kurumlar değil, bizzat insanın kendisi de güç isteminin aracına dönüşüyordu.

Güç tutkusu peşinde koşan insan aklını tutkularının tatmininin aracı kılarken insan da artık kendinde bir amaç olmaktan çıkarak araç halini almaktaydı.

Özetle, “hep daha fazlası için açlık duyan” insan tutkularının kölesi oluyordu.

Böylesi bir insanın düşünerek, sorgulayarak ve tercihlerinde etik ilkeleri dikkate alarak etkin bir özne olmaya çabalaması olanaklı değildi.

Dolayısıyla tutkularını aklı ile dizginleyemeyen insan aslında edilgen bir nesne konumundaydı.

Etkin bir özne olma niteliğini kaybetmiş siyaset insanlarının egemen olduğu bir toplumda ise kişilerden beklenen, bilgiye dayalı bir uzmanlaşma, ehliyet, liyakat ya da toplumun ortak yararı adına özgürce düşünmeleri, eylemeleri değil, sadakatti.

Yöneticisine sadakat gösteren siyasal aktör, sadakatiyle liderin gücünden kendine güç devşirmeye çalışıyordu.

Böylece yanlışla doğruyu ayırt edemeyen yöneticiler, kendilerine yanlışla doğruyu ayırt edemeyen destekçiler bulmaktaydılar.

Elbette siyasal aktörlerle takipçileri arasında kurulan bağda, siyaset insanının retorik yeteneği göz ardı edilemezdi.

Gücü isteyen bir siyasetçinin deyim yerindeyse en etkili araçlarının başında retorik geliyordu.

Her zaman siyasetçinin en önemli silahlarından biri olan retorik, güç isteğindeki bir siyasetçinin elinde demagojiye dönüşmekteydi.

Platon’un işaret ettiği gibi, etik kaygılar taşımadan salt iktidar olma amacına yönelen bir siyaset insanının gözünde retorik, yurttaşlarına iyi, adil, erdemli bir toplum ideali aşılamanın aracı olmaktan çok iktidara ulaşmanın, bu amaç için toplumu etkilemenin aracı haline gelmekteydi.

Etkileyici bir retorik ile siyasetçi kendi görüşünü topluma kabul ettirebilir ve bu yoldan “demokratik” bir toplumda çoğunluğun desteğini alabilirdi.

Diğer bir ifadeyle, insan olmanın değerini değil de çoğunluğun değer yargılarını referans alan siyaset insanı, bu değer yargıları üzerine temellendirdiği hitabetiyle çoğunluğu takipçisi kılma çabasına yönelebilirdi.

Sonuçta demokrasi çoğunluğun iradesine indirgendiği ölçüde, Aristoteles’in de işaret ettiği gibi, demagogların kişisel gücünün artmasına neden oluyordu.

Bunun nedeni çoğunluğun iktidarı belirlediği durumlarda, kitleler demagogların takipçisi olurken, demagogların da halkın görüşlerine egemen olmasıydı.

Evet, eski Yunan filozoflarının günümüzden iki bin beş yüz yıl önce ortaya koydukları saptamalar günümüz dünyasına da sesleniyor.

Öyle görünüyor ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de güç tutkusunun tatmini adına siyaset yapılmaktadır.

Oysa siyaset kimi insanların güç tatmininin aracı olmamalıdır. Sonuçta siyaset, -en azından idealde- “insanın daha insanca yaşayabileceği” bir toplum düzenini yaşama geçirmek için yapılmalıdır.

Umut Hacıfevzioğlu, Platon’dan Salisburyli John’a Devlet Adamı, Sosyal Yayınlar.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU