Marmara'daki müsilajın sebebi, gecikmiş mevzuat ve uygulama

Dr. Baran Bozoğlu, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

1 ayı geçmiştir ilk deniz salyası (müsilaj) konusu gündeme geleli. İlk günlerde ciddiye alınmadı, geçer diye düşünüldü… Kamu idareleri görmedi, basın yazmadı…

Ne zaman vatandaşlar sosyal medya aracılığı ile görüntüleri paylaşmaya başladı, olayın büyüklüğü dikkat çekti.

Günlerdir birçok konu konuşuldu, Kanal İstanbul ile sorunun çözüleceği bile dile getirildi.

Nedenleri, sonuçları, neler olabileceği, boyutları ve etkileri…

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ülke nüfusunun 1/3’ünü barındıran bir bölge ve yurttaşların günlük yaşamıyla en çok etkileşimi olan bir deniz… Bir çevre felaketi… Normal şartlarda ( 1 atmosfer basınç, sıfır santigrat dereceden bahsetmiyorum) herkesin gündeminde olması gereken, sorumluların sorumluluklarını kabul edip görevlerini terk etmeleri gereken, geçmişte sorumluluğu olanların öz eleştiri yapması gereken bir durumda bunların hiçbirisi olmadı…

Sedat Peker, ekonomi, dolar, avro kuru, siyaset… Yaşamın tükendiği günlerde bile felakete odaklanmamız zorlaştı.

Asıl meseleye dönelim. Konuyu başka bir boyuttan ele, konuşulamayanı konuşup, yazılamayanı yazıp alıp ders çıkarmamızda yarar var.

Ah Şu Marmara’daki Dip Akıntısı!

Marmara’daki atıksu yönetimine dair etkin olan kişilerin geliştirdiği bir görüş vardı. Hakim görüş olarak yıllardır bir sistem kurmuş durumdalar. Bu görüş tüm bölgenin kentsel ve endüstriyel atıksu yönetimine sirayet etmiş durumda. Görüş şu; “Marmara denizinin altında dipten bir akıntı var ve Karadeniz’e gidiyor. Üstten de bir akıntı Akdeniz’e gidiyor. Atıksuları kaba ve ince ızgaradan geçirip, arıtma yapmadan denizin dibine gönderirsek, çok daha az maliyetle atıksularımızı yaşam alanımızdan uzaklaştırmış oluruz.” Bu yaklaşım ile arıtma tesisleri yapılmadan, ön arıtma ile derin deniz deşarjı projeleri yapıldı ve milyonlarca insanın, sanayinin atığı Marmara’ya arıtılmdan yıllardır veriliyor. Durum hala böyle…

Tabi bu görüşe siyasetçiler, kentin yöneticileri de prim verdi. Çünkü çok daha az maliyetli bir “çözüm(!)”

Sanki arıtılmadan gönderilen atıklar uzaya gidiyor(!) Bizim dünyamızda yine bizim yaşam alanımızda başka sorunlar yaratıyor…

Sonuçlarını hep birlikte yaşayarak görüyoruz.

Buraya DİKKAT! Yönetmelik ve Uygulamada Geç Kalındı!

Kentlerde atık suların yönetilmesine dair özel bir mevzuat çalışması yapıldı. Su Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğinden ayrı Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği 08.01.2006 tarihinde yayımlandı. Bu yönetmeliğe göre hassas alanlarda, atıksu arıtma tesislerinden çıkan azot ve fosfor değerlerinin daha düşük olması zorunluluğu getirildi. Yani azot ve fosfor gibi kirleticileri de gideren tesislerin yapılması ve var olanların da bu özelliğe sahip olması istendi.

Nerelerin hassas alan olarak belirleneceği ise yönetmelikte yer almadı ve başka bir yönetmelik ile bu hassas alanların belirleneceği açıklandı. Özetle görüntü vardı ancak ses yoktu… Uygulamaya geçilemiyordu.

Hep söylediğim gibi mevzuatlar bütüncül, bir sonraki adımı da planlayarak yapılmıyor.

Aradan 10 yıl geçti… Dile kolay, koca 10 yıl… 120 ay.

23.12.2016’da Hassas Su Kütleleri İle Bu Kütleleri Etkileyen Alanların Belirlenmesi Ve Su Kalitesinin İyileştirilmesi Hakkında Yönetmelik yayımlandı. Bu yönetmelikte hassas alanlar belirlendi ve yönetmelik ekinde listelendi.

23.12.2016 da yayımlanan yönetmelikle hassas alanlara arıtılmış su verecek tesislerin azot ve fosfor verme limitleri düşürülmüş oldu. Mevcut atıksu arıtma tesislerine ise 23 Aralık 2016’dan sonra 7 yıl geçiş süreci tanındı.

Yani azot ve fosforun azaltılması, daha iyi arıtma sistemleri kurulmasını vurgulayan yönetmeliğin uygulaması 17 yıl gecikti. Eğer bir erteleme olmazsa tabi…

3. Havalimanı 3,5 yılda (42 Ay), 3. Köprü 3 yılda (36 ay) tamamlandı.

Marmara’nın, hassas alanların korunmasını sağlayacak yönetmelik 10 yılda hazırlandı ve yayımlandı.

Bu yönetmeliğe dair tartışmalara şahit olmuştum… Sanayi veya belediyeler bu düzenlemelere hazır değil, çok maliyetli olur, çok para harcamak gerekir, o nedenle acele etmeyelim yaklaşımında olan karar vericileri hatırlıyorum. Şimdi en çok onların sesi çıkıyor. Sanki sorumlulukları yokmuş gibi…

Çevre Bakanlığı Felç Edildi ve Uzmanlar Savruldu!

8 Nisan 2003’de Çevre Bakanlığı kapatıldı ve Çevre ve Orman Bakanlığı Kuruldu.

2006’da Bakanlığın adı Çevre ve Orman Bakanlığı’ydı.

8 Haziran 2011’de Çevre ve Orman Bakanlığı kapatıldı, Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığı Kuruldu.

12 Haziran 2011 Genel Seçimleri yapıldı.

Aradan 1 ay bile geçmeden 4 Temmuz 2011’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Orman ve Su Bakanlığı Kuruldu…

Sağlıklı bir çevrede yaşamamız için, temiz gıda, temiz suya ulaşmamız, denizlerimizin korunması için, atıklarımızı doğru bertaraf etmemiz için, toprağımızı korumamız için çalışma yapması gereken idari yapı ile sürekli oynandı.

Kalkınma önceliği ve bilinci, çevre bilincimizden hep önde gitti. Bu kargaşada, çevresel kirliliği önleme görevi olan yapı “felç” oldu… İşlemez hale geldi.

Oldukça teknik bir alan çevre alanı… Biyoloji, mühendislik, ekoloji, matematik, hukuk, kimya, fizik… Tüm alanlarda bilgili, deneyimli, hevesli kamu çalışanına ihtiyaç duyan bir alan…

2007’de 130’a yakın çevre mühendisi uzman Çevre ve Orman Bakanlığı’nda işe başlamıştık, NASA’ya eleman alınır gibi alındık kuruma, KPDS, KPSS, mülakat… Çok hevesliydik, çimento fabrikalarına

denetime giderken bile takım elbisemizi giyer, kurumumuzu en iyi şekilde temsil ederek, bilimsel bilgi ile denetimlerimizi yapardık…

Bu hevesli, heyecanlı, genç, AB Çevre Faslı’nı açan kadroları savurdular…

Yetişmiş personelin hevesi kırıldı, bir oraya bir buraya savruldular. Çoğu özel firmalara geçti, yurtdışına gitti… Bir kısmı kurumlarda atıl pozisyonlarda…

İyi çalışanın, çok çalışanın, üretenin horlandığı bir idari yapı kuruldu. Başarılı çalışma yaparsam terfi ederim, değer görürüm, ülkeme daha iyi hizmet etmemin önü açılır düşüncesi zamanla silindi…

Özetle…

Müsilajın sebebi evet kirlilik, ama ana sebebi bu kirliliği önleyecek bir idari yapının ve bu idari yapıyı yönetecek bir yaklaşımın olmaması. Bunu çok açık görüyoruz.

Yönetmelikleri zamanında yayımlamamak, uygulamaya geçmemek Marmara’daki krizin ana nedeni. Üzgünüm ama öyle… Ancak bunu kabul eden bir yaklaşım özeleştiri yapabilir ve sorunları çözebilir.

Öte yandan, tabi ki çaresiz değiliz. Çok daha maliyetli olacak ancak istenirse bu sorun da atlatılır.

Peki, ilk adım ne olmalı? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kapatılmalı!

Yerine, liyakate değer veren, siyasetten bağımsız, güçlü, Bakanlıklar arası gizli hiyerarşide en başta olan çevre kirliliğini önleme kapasitesi olan bir Çevre Bakanlığı kurulmalı. Çok net…

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU