Hayalet Oğuz'un peşinde: "Hiçbir şeyim" diyen bir bohemin portresi

Hakkındaki en kapsamlı kitap, "46 yaşında ve 46 kilo olarak" hayatını teslim eden renkli ismin ölümünden 46 yıl sonra "Burası Orası Değil" başlığıyla yayımlandı

Çok demlenilen bir gecede Duygu Sağıroğlu'na "kendini doğuracak kadını görmüş gibi poz verirken"

Pek çokları tarafından "öykünün altın çağı" olarak nitelenen 50'lerde, "köy edebiyatı" akımını sürükleyerek kendi kuşağına damga vuran Mahmut Makal, fazla bireyci gördüğü Edip Cansever'i yerdiği bir tartışmada ona "Sen kimsin be? Nesin sen? Yazar değilsin, çizer değilsin, ortalıkta dolaşıp duruyorsun. Ben seni tanımıyorum, sana söyleyecek bir sözüm yok" demişti.

Mahmut Makal'ı alaycı bir sesle "Hiçbir şeyim" şeklinde cevaplayan Hayalet Oğuz'u en etraflıca özetleyecek anekdot bir ihtimal budur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kendi geçmişini ve kimliğini önemsizleştirirken bütün "isim yapma" girişimleriyle kafa bulan bu isim, Kaya Tanış'ın çattığı "hareketli" evle okuyuculara misafir oluyor.

37 yaşındaki yazar, kimlikteki adıyla Halûk Oğuz Alplâçin'in çevirdiği kitapları, tercüme ediyor gibi görünüp kendi yazdığı romanları, dergi köşelerinde kalmış şiir ve hikâyeleriyle çevirdiği yüzü geçer sayıdaki hikâyeyi, yönetmen yardımcılığından senaristliğe kadar katkıda bulunduğu Yeşilçam serüvenini, az bulunan fotoğraflarını ve 1956 tarihli Dünya Sarsılıyor Rock'n Roll isimli, ilerleyen yıllarda Türkiye'nin de çehresini değiştirecek bir müzik kültürünü ülkeye tanıtan eserini yıllardır ortaya çıkmayan görsel eksiklerini tamamlayarak ortaya koyuyor.

Aynı zamanda kitabın sonuna eklediği bibliyografya ile "üretken" bir edebiyat insanın izini daha da belirginleştiriyor ve yine kitabın sonunda karşımıza çıkan çevirdiği, yazdığı neredeyse tüm kitapların kapaklarının yer aldığı albümle bu renkli karakterin izini iyice pekiştiriyor. Bütün bunları yaparken de yıllardır kendini kovalayan Hayalet'in lanetini okuyuculara bulaştırıyor.

1929-1975 yılları arasında yaşayan ve henüz 17 yaşında aile bağlarını neredeyse tamamen kopararak İstanbul'un entelektüel hayatının ünlü bohemlerinden biri haline gelen Oğuz Halûk, imzasını koyduğu onca esere rağmen, herkesin belli düşüncelerin peşine düştüğü bir ortamda "hiç" olmayı seçen bir karakter.

Dürnev Tunaseli.jpg
Dürnev Tunaseli, cenaze töreninde Hayalet Oğuz'un annesinin adını kimse bilemeyince insanın yaratılış hikayesine atıfla "Havva" diye bağırmış


Perşembe görüştüğüm Kaya Tanış da, disiplin yoksunluğuyla dikkat çeken Hayalet'i dönemdaşlarından şöyle ayırıyor:

Ne şiirde ne hikayede ne de çeviride kendine bunlar üzerinden kimlik inşa etmemiş ve bunun olmaması için de her şeyi yapmış bir karakter. Herkesin metinlerine sızmış biri. Yaptığı işler saygı görmemiş, Hayalet tembel görülmüş ama çok işi var.
Dalga geçerek yaşıyor, dalga geçerek yazıyor. Hayatına dair hiçbir şey bilinmiyor. Geçmişine dair hiçbir şey paylaşmıyor. Para kazanma gibi bir gereksinim duysa da, rahat yaşama gibi bir gereksinim duymuyor.
"İyi" bir yazar ya da şair olmak için uğraşmıyor, olmaya çalışanlarla da alay ediyor. Küçümseyen bir insan!

Kök salmamaya özen göstererek mülkiyet kavramına sırt çeviren Hayalet Oğuz, evsizliğiyle ve çevresindekilere "kelebek gibi" misafir olmasıyla bilinen bir kişi.

Yazar, bu müstesna karakteri niçin önemli bulduğunu şöyle anlatıyor:

Hayalet tavır ve duruş olarak bence bir entelektüeldir. Çağın bu yanından bakınca Hayalet'in zaten yapmak istediği şey bu. İyi bir yazar, şair olmak için değil; kimliksiz olmak için yaşıyor ve çalışıyor. Sırf kaydadeğer bir üretimi olmadığı için edebiyat tarihinden silemeyiz, ortaya kendi hayatını koyduğunu görmeliyiz.
20 küsür yıl içerisinde toplamda 171 tane kitap yapmış, bunun 113'ünü çevirmiş. 6 ciltlik ansiklopedi hazırlamış. Mizah dergilerinde yazmış. Rock'n Roll damarını görüp bununla ilgili kitap yazmış. Atomlardan Napolyon'a kadar pek çok konuda kitap hazırlamış. Yeşilçam'a inanılmaz senaryo üretmiş, senaryo kitapları çevirip temel kurmuş. Fotoğraf stüdyolarında çalışmış.
Sarhoşken bile elindeki işi bitirmeden sızmayan biri. Ancak yine de maddi koşulları iyi değil. Etrafındakiler onun yaptığı işi bilmiyor ya da küçümsüyor. O da bundan geri kalmıyor, sanki küçümsenmek için daha çok çalışıyor. Daha çok küçümsüyor.

Selâhattin Hilav'ın "entelektüel solucan" lakabını taktığı Hayalet Oğuz, onun eserlerini yok sayan bu ortamda belki de sanat camiasını havalandıran bir isimdi. "Acımasız bir çevre içerisinde onlardan daha acımasız davranarak var oluyor" diyen Kaya Tanış, Oğuz Halûk'un "Onsuz da olmuyor, onunla da olmuyor" tipinde bir karakter olduğunu vurguluyor.

İnsanların damarına basmayı ve bütün dedikoduları bilen Hayalet'in dikkat çekerek ayakta kaldığını belirtiyor.

Kesinlikle karşı durduğu için, hayatını, yaşamamak üzerine kurulu bir hayat olarak yaşadığı için ona saygı duyulmuş.

Tezer Özlü, Can Yücel, Leyla Erbil, Ahmet Oktay ve Hilmi Yavuz gibi pek çok ünlü edebiyatçının eserlerinde yer verdiği Hayalet Oğuz, misafirkense sessiz ve daha uyumlu. Çoğunlukla rahatsızlık vermediği söyleniyor. Ancak bir noktada ev sahibinin bütün içkilerini kendi arkadaşlarına da ikram edebiliyor.

Entelektüellerin kendi işini anlatmayı övünmek gibi görerek yadırgadıkları ortamda Hayalet'in de görünmez kaldığının altını çizen Kaya Tanış, "Bu görünmezlik yıllardır devam etmiş, hatta onca yıldır Hayalet'e dair bilmedikleri şeyleri ben arkadaşlarına anlatınca onlar da şaşırmış, bana karşı yumuşamışlardır" diyerek kaynaklarıyla kurduğu ilişkiyi anlatıyor.

s.jpg

Bütün bu şartlara karşı "ısırır gibi gülen" Hayalet, aslında köklü bir ailenin çocuğu. Kendisi henüz 6 yaşındayken doktor babasından ayrılarak yeni bir hayat kuran annesini bir daha gördü mü, bu da kesin olarak bilinmez.

Ancak Ankara'daki gösterişli bir konağa sırt çevirerek kendine köksüz bir hayat kurması, kişiliğini geçmişinden koparmamış. Tanış, az malzemeyle adeta "karakter otopsisi" yapar gibi Hayalet Oğuz'un karakteri ile geçmişindeki bu konak arasındaki tüm organik bağları çözümleyerek girmiş bu konağa.

Hayalet Oğuz, geçmişte bu konakta karşılaştığı kimi durumların metinlerinde ve yaşamında yansımalarını göstermekten sakınmamış. Ona karşı, geçmişe karşı tepkiyi daima canlı tutmuş yaşamında. Ancak böylesi bir gelenek içinde yetişmenin kimi durumlarını da terk etmek istememiş. Dört gün sonra öleceği Heybeliada'ya giderken tıraş parası arayıp bulması ve her daim briyantinli saçları onun burjuva zevklerini gösteriyor. Bu burjuva zevkler sonradan edilen değil, aslında geçmişte aşina olduğu şeyler.

Etrafındakilerin önemli bir kısmının "şaka" olarak gördüğü nişanlanması da, medeni durumuna dair tek hamlesi, resmiyete dair de tek "çıkarması" olarak biliniyor. Bu da onun kimseyi mülk edinmeye niyeti olmadığını, hatta bunu bilinçli bir tavır olarak benimsediğini gösteriyor.

Kapak.jpg

Onun, Leylâ Erbil'in de daima dile getirdiği gibi, "çok onurlu biri" olduğunu vurgulayan Duygu Sağıroğlu "Hepimizin sıkıştığımız zaman dönüp gidebileceğimiz bir yer vardı" diyerek Oğuz Halûk'un aileden uzak yalnızlığına dikkat çekiyor.

Hayalet, belki de o yüzden çok ufakken tanıştığı Tezer Özlü'ye Avusturya Lisesi'ndeki eğitimine referansla "mutti" diye sesleniyor. Annesinin arzusundan uzakta, "saray doktoru" diye alay ettiği babasının ister istemez çizdiği koordinatlardan ötede bir karşı duruşla var olurken "daimi mekânlarından" birine, yine şakayla karışık, "anneciğim" payesini veriyor.

"Anneyi öfkeyle yad edip babayı küçümsüyor"

Kaya Tanış, Oğuz Hâluk'un en yakınlarından dahi gizlediği aile ilişkilerini şöyle anlatıyor:

Anne güçlü bir karakter. 6 yaşında çocuğundan ayrı bir şekilde yeni bir hayat tasavvur etmek bana göre zalimlikten ziyade gücü gösteriyor. Hayalet de acımasız, sert bir karakter, o karakteri anneden almış. Babayı küçümsüyor. Ama hikayelerinde anneyi öfkeyle yad ediyor, bunu da gizlemiyor. Mesela Simenon'dan yaptığı bir çeviride anneye dair bölümleri çevirmeyi tercih etmiyor. Örtük bir anne tepkisi var.
Hiç yad etmediği, çok köklü bir aileye mensup babası 1957'de öldükten sonra müstear isminde babasının soyağacına dair bir isme yer veriyor. Ben bunu vefa olarak okumadım. Babasını öldükten sonra kabul edebiliyor. Babası mühim bir adamdı, ona "saray doktoru" diyerek tek ifadeyle yerle bir ediyor. O, mühim bir adam olmak istemiyor. Onu neredeyse öldükten sonra kabul ediyor, ama baba olarak değil, daha çok insan olarak. Küçümsüyor. Öldün artık, şimdi kendimi sana yaklaştırarak kendimi de burada örseleyebilirim diye düşünebilecek bir zihne sahip. "Pis" işleyebilen bir zihne sahip. Öyle mücadele edebiliyor. Daimi bir koyuluk, sertlik var.

"Benim için en sert yerden girdim"

Böylesi bir karaktere klasik bir biyografi kitabı yazmak istemediğini belirten Kaya Tanış, kendi yaşam öyküsünde de paralellikler gördüğü Hayalet'in kendisini zorladığını vurguluyor:

Benim için en sert yerden girdim. Başka yerden bu kitaba adım atamazdım. Ben mi Hayalet'in peşine düşüp bir şeyler koparıyorum, yoksa o mu benden alıyor, bunun karıştığı zamanlar oldu. Ondan bir şeyler istedim, o zaman vermem de gerekiyordu.
Metnin içine sürekli girip çıktım. Bundan çekinmedim. Bu ya dipnotlarla ya parantezlerle sürekli oldu. Bunun iki nedeni vardı, ilki;  bir kalıp içine girmeyi reddeden birini kalıplar içinde yazamazdım. Onun hareketini kendime uydurmaya çalıştım. Ben bu adama öyle bir yerden kaptırdım ki onun hızına anca bu şekilde yetişebildim. Bir diğer nedeni de elimdeki malzemeye boğucu bir yaklaşımla girişemeyeceğim gerçeğiydi. Aksi bir durumda bunun, malzemenin, Hayalet'in heba olacağını düşündüm. Ayrıca "bir başka yazım" düşlemek, Hayalet'i oradan görmek, göstermek mümkündü, bu nedenle, o, öte tarafa yaklaşmak istedim. Orada durmak, kitabı oradan kurmak, çatmak.
Ayrıca ben seçki istemedim, ne var ne yok vermek istedim. En iyilerini ortaya koyup onu korumak istemedim. Hayalet'i o zaman kızdırabileceğimi düşündüm. Onu seçmeye çalışmak, onu kesinlikle yok saymak olurdu.

kaya-tanis.jpg
Kaya Tanış, daha önce de Kurdeşen ve Ari Erk Cetveli isimlerini taşıyan iki kitap yayımladı


"Okuyanın da rahatsız olmasını istiyorum"

Yazarın arzusu da, Hayalet'e benziyor:

Ben canımı sıkan, beni rahatsız eden şeyleri yazıyorum. Romanımda da hikâyelerimde de bu var, bunu daima canlı tutmaya çalışıyorum. Okuyanın da rahatsız olmasını istiyorum, bunu duymasını arzuluyorum. Keyif vermek için yazmıyorum. Bu, elbette çok sıkıntılı bir yazarım demek değil, sadece yazıyı çok ulvi yerlerden kurmuyor, tanımlamıyorum. Yazı, sıkıntının olduğu yerde benim için, yani her yerde. Bu rahatsızlıkları yaşarken herkes gibi ben de çok ince eleyip sık dokumuyorum. Ama yazıya düşerken sancısı, ağrısı kalıcı oluyor. Mesele olarak neyi görüyorsam onu yazıyorum, ağrıyan yerle derdim benim. Neden ağrıdığını bilmek istemek, dindirmekten daha önemli, daha öncelikli benim için. Hayalet Oğuz kitabına, Hayalet Oğuz'a bakınca da "rahatsızlığın, sıkıntının" en katmerlisini gördüm...

"Bitmeyecek bir kitaba başladım"

Kitaba şimdiden geri dönüşlerin başladığını belirten Kaya Tanış, röportajı şu ifadelerle sonlandırıyor:

Kitabın sürekli hareket eden bir kitap olmasını istemiştim. İnsanları harekete geçiren, düşündüren, dahil eden bir kitap olsun istemiştim. Bunu görmek çok güzel. Bundan sonra mutlaka yeni bilgiler çıkacak, bunlar kitabın içine girecek. Ben bitmeyen bir kitaba başladım. Bu kitap, kendi gerçekliğimin, hareketimin de bir parçası gibi oldu zaten. Ama daha güzeli, tek başıma yazdığım bu kitaptan şimdi dışarı çıktım, insanları dinliyorum, onlar çoğaltıyor hareketi.
Bunu ilk kez açıklayayım: Hayalet'in Bülent Oran tarafından tutulan Oğuz Apartmanı'ndaki dairesinde apartman görevlisi olarak çalışan kişinin oğluyla konuşma şansı buldum. O da Oğuz Apartmanı'nı kendi kitabında çok güzel ifade eden bir yazar şimdi, ama izin almadığım için şimdi isim vermeden, bir küçük çocuk olarak aktarıyorum onu. Biraz da kitap sayesinde oldu bu. Hayalet'i çok net hatırlıyordu. Bir aile apartmanında yaşayan tek bekar olan Hayalet'in inanılmaz şık, saçları briyantinli, mesafeli olduğunu anlattı. Hayalet'e bir de onun gözünden baktık. Daha başka şeyler de anlattı. Bunlar elbette bir yere girecekler zamanla.
Nihayet kitap dönüşüme, harekete insanları da dahil edecek. 
Hayalet'le ilk olarak yakından ilgilenmeye başladığımda "Bana lanet bulaştı" demiştim, şimdi bunu etrafımdakilere de bulaştırıyorum.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU