Muhafazakar zenginler 'Ebubekir' olabildi mi? MÜSİAD Kurucu Başkanı Yarar: Hz. Ömer bile ona yetişememiş, uygulanabilir şeylerden yola çıkmak gerekir

Hz. Muhammed'in yakın halkasından biri olan Hz. Ebubekir, birkaç defa tüm servetini bağışlamıştı… Peki bugünün muhafazakar zenginleri böyle olabilir mi? Siyasette Hz Ömer'ini arayan muhafazakarlar, iktisatta Hz. Ebubekir'ini bulabildi mi?

Erol Yarar / Fotoğraf: Independent Türkçe

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sık sık Hz. Ömer'den örnekler verir.

Hatta bir defasında "Yolumuza Hz. Ömer gibi olanlarla devam edeceğiz" dediği bile aktarılmıştı. 

Hz. Ömer'le birlikte en bilinen sahabelerden biri ise Hz. Ebubekir… Çok zengindi ve Müslümanlığı ilk seçenler arasındaydı. 

Peygamberle birlikte hicret eden ve servetini birkaç kez bağışladığı bilinen Hz. Ebubekir, İslamcı zenginler için örnek mi? 

Siyasetin Hz. Ömer'leri bulunur mu bilinmiyor ama iktisadi hayatın Hz. Ebubekir'i olmak isteyenler var mı? 

Röportaj dizimizin 4. bölümü için Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (MÜSAİD) Kurucu Başkanı Erol Yarar'la konuştuk.

Yarar, Hz. Ebubekir olmayı "ekstrem bir örnek" olarak kabul ediyor. 

 



İslamcılık on yıllardan bu yana gündemde. İslamcıların iktisadi hayata yansımaları meydi?

İslam ve iktisat ilişkisini Peygamber Efendimiz'den başlayarak izah etmeliyiz. Peygamberimiz de yanındaki sahabelerin birçoğu da tüccardı ve din, iktisadi hayata çerçeve çizdi. İslam ve iktisat ilişkisi bütünleşik olarak ilerledi. Zenginlik kavramı o kadar büyümüş ki insanlar zekat verecek fakir bulamamışlar. Toplum zenginleşmiş. Sosyal adalet temin edilmiş, refah artmış. Daha sonraki süreçlerde iniş ve çıkışlar var. Müslüman ülkelerin zayıfladığı dönemler var. Osmanlı ile beraber Ahilik'le birlikte daha teşkilatlı yapı kurulmuş ve standartlar belirlenmiş. Cumhuriyet'le birlikte iktisadi hayat bir çıkış yolu aradı ve devlet öncelikli bir kalkınma modeli ortaya çıktı. Tabi daha sonra özel sektörün gelişimi geldi. Kısıtlı sermaye desteklerine rağmen 1960'lı yılların sonunda milli sermaye fikri siyasi hayatın içine girdi. Bunu ilk vaaz eden siyasetçi de Erbakan'dı. Rahmetli Özal döneminde de farklı bir dışa açılma vardı ve Anadolu'daki muhafazakar sermayeye özel teşvikler vererek -yüzde 60'ı heba da olsa- bir hareketlilik oluşturuldu. 1990'da MÜSİAD'ın kurulmasıyla beraber Anadolu'yu dünyaya açmaya çalıştık. İktisadi gelişmişlik olmadan özgür olunamayacağını biliyorduk. 2002'de.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


AK Parti'nin iktidara gelmesiyle, her ne kadar ilk döneminde özel sektör istediği teşvikleri alamasa da, sanayileşmeye yönelik fiili destekler verildi. 2020'ye gelindiğinde Türkiye artık kendi bağını kesmeli, her şeyin milli entegrasyonla yapabileceği bir sürece geldik. Peygamberimizden bugüne gelen siyasi ve iktisadi kalkınmanın birlikteliği bugün itibariyle belirli bir seviyeye gelmiş görünüyor.

TÜSİAD'ın fotoğrafında şekillenen sanayici algısıyla MÜSİAD arasındaki fark neydi? Sadece dindar olmaları mı?

TÜSİAD model olarak Kapitalizmi alır. MÜSAİD'ın algısı ise İslami değerler, öze dönüş ve anti-kapitalizmdi. İslam'dan neşet eden değerlerle gelişmeyi önceledi. Kapitalizmin bazı kabul edilebilir modelleri olmakla beraber daha özgün bir kalkınma modeli olduğunu biliyoruz. TÜSAİD'la aramızda temel farklılıklar var çünkü kaynaklarımız farklı. 

''Bilançolara göre en çok büyüyen şirketler TÜSİAD'ın''

Eski bir röportajınızda bu farkı anlatırken, "TÜSİAD devletten nemalanıyor biz öyle değiliz" diyorsunuz. Şimdi, kamu ihalelerinde belirli holdinglerin tekel kurduğu, yeni bir ekonomik elit doğduğu, devletten artık dindar işadamlarının nemalandığı iddia edilir. Katılıyor musunuz?

Şimdi adalet sağlanmaya başlandı. O zamanlar tek tarafa çalışıyordu şimdi kapalı devre olan şeyler açık devre olmaya başladı. Her iktidar döneminde bu tür değerlendirmeler olur. Bunu destekleyecek bazı gelişmeler de bulunur. Böyle bir şey yoktur denemez. Bilançolara baktığım zaman bu dönemde en çok TÜSİAD'cıların büyüdüğünü görüyorum. Rakamlar yalan söylemiyorsa TÜSİAD'ın en büyüklerinin son dönemden en fazla faydalanan kesim olduğu anlaşılıyor. Cirolarını arttırmışlar, şirket değerlerini yükseltmişler. Bahsettiğiniz günlerde ben TÜSİAD'a 'Devletten nemalanmayın' demedim. 'Devletten sadece onlar nemalanıyor' dedim. Adaletsizlikten bahsediyordum. Türkiye'de bir endüstri varsa ve devlete bir hizmet üretecekse bunu da birilerinin yapması lazım. Eskiden sadece bir tarafa çalışıyordu şimdi açık ihaleler var. İsteyen girebiliyor.

Ama o açık ihaleleri hep belirli kişilerin aldığı söylenir

Onu destekleyici şeylere bakmak gerekir. Havaalanı ihalesi oluyor mesela. Bu ihalede bir MÜSİAD üyesi varsa iki de MÜSİAD üyesi olmayan şirket var. Neticede Türkiye'de bir iş yapıldığı zaman Çinliler ve Japonlar da alıyor. Burada temel olan ehliyet esaslı mı gidiyoruz yoksa ideolojik esaslı mı?

''Babam, 'devletle iş yapma' derdi''

Sizce nasıl?

Biraz daha iyileştiğini görüyorum. Yüzde 100 iyileşti mi bilmiyorum. Devletle iş yapmadığım için istatistiklere vakıf değilim. Babam 'Devletle iş yapma' diye nasihat ederdi. Çünkü devletle iş yapmanın kendine has zorlukları var. Biz ürünlerimizi hep halka sunduk ve devlete bir şey satmadık. Ama iktidarın elinde belirli imkanlar varsa ve bunu haksız bir şekilde belirli insanlara veriyorlarsa bu bizim inanmadığımız bir değerdir. Diğer yandan çok güçlenen bir kurum piyasayı domine ediyorsa aynı sektörde daha zayıfları desteklemek meşrudur ve dünyada herkes yapar. Kimse 'Bu sadece benim hakkımdır' diyemez. Sen zaten dominantsın, yıllarca o sistemden beslenmişsin. Rekabet oluşturabilmek için pozitif ayrımcılık gerekir.

Bugüne baktığımızda, İslamcılar iktisadı İslam'ın vaaz ettiği temel değerlere oturtabildi mi?

İdeal seviyeden çok uzağız. Bu uzun bir yürüyüş. Peygamberimiz bile 23 senede bir temel atabildi. Daha sonra gelenler o yolda ilerledi. İktisadi gelişme bir süreçtir o süreci yönetmek de kolay değildir. Dünya da yerinde durmuyor. Ama belli bir yola girdi. 1970'lerde 'İslami finans' dediğiniz zaman 'İrancı', 'Dinci' diye suçlanırken şimdi City Bank dahi İslami Finansı konuşuyor. İslami sigortacılık dediğiniz zaman itham edilirdiniz bugün tekafül dediğimiz İslami sigortacılık var.

Sigortanın caiz olmadığı söylenirdi

O da vardı. 'Sigorta caiz değil' diyenler bugün fetva kurumlarıyla İslami sigortalara cevaz veriyor. Demek ki Türkiye'de 50 yıl içinde çok büyük bir değişim olmuş. Önce zihni değişim yaşandı. Zihni değişimin 1 nesilde oluştuğunu görüyoruz. Burada sebat edilirse ancak ciddi gelişmeler kaydedilebilir. Bugün muhafazakar sermayenin perspektifi çok genişledi. Kalitesi de çok arttı

28 Şubat'ta dindar siyasete ve sivil topluma baskı vardı, dindar sanayiciler bu süreçten nasıl bir pay aldı?

Çok büyük baskılarla karşılaştık. 'Erol Yarar varsa biz bu işi onaylamayız' diyen devlet bakanları çıktı. Çok büyük yatırımlar çektiğimiz bir dönemde işadamlarımız gece yarısı 200 polisle evlerinden alındı. Konuşmalarımdan dolayı terörizmle suçlandım ve 24 yılla yargılandım. Bazı mahkemelerden cezalar da aldım. Baskının her türlüsünü yedik. Olmasaydı Türkiye çok farklı bir ülke olurdu. Gelinen noktada tatlı bir hatıra olarak kaldı. Tekrar eskiye dönmek isteyenler olsa da böyle bir dönüşüm mümkün değil. 

''Deist sayısının artmasına bir Müslüman olarak üzülürüm ama bu özgürlüklerin genişlediğini de gösterir''

Bir defasında da lüks AVM'lerin mescitlerindeki marka ayakkabılardan bahsedip "Türkiye'de devrim oluyor" demiştiniz. Şimdi bazı kamuoyu araştırmalarında Türkiye'de ateist ve deist sayısı yükseldiği belirtiliyor. "Mescitteki ayakkabı devrimi", iddiasını kayıp mı etti? 

Devrim iddiasını kaybetmedi, insanlar değişti. Maddi imkanlar arttıkça insanlar iki yöne gider; ya sekülerleşir, dünyevileştiği zaman bunu meşru kılacak inançlara sahip çıkar. Zenginleştiği halde inancına sahip de çıkabilir. Bir yönüyle özgürleşmedir. Deist sayısının artmasına bir Müslüman olarak üzülürüm ama özgürlüklerin genişlediğini de gösterir. Kültürel İslam yaşayan insanların çocukları deist oldular. Aileler, taşımış oldukları kültürel İslam'ın ideolojisine sahip olmadan sadece görgüsel yaşadı ve çocuklarına bunun sebep-sonuç ilişkilerini anlatamadı. Böylece bu anlamsız bir şey oldu. Copy-paste din, eğitim seviyesi yükseldikçe anlamsızlaşıyor. Bu da deizme ve ateizme doğru gidiyor.

 

Yarar 2.jpg
Erol Yarar / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

''Zenginleşip dine yaklaşmak için kremanın kreması olman lazım''

"Zenginleşen Müslümanlar ya kazanımlarını korumak için sekülerleşiyor ya da daha da dine yöneliyor" dediniz. Ağırlık nerede, sekülerleştiler mi daha da mı dindarlaştılar? Gözleminiz var mı?

Zenginleşip dine yaklaşmak en büyük imtihandır. Kremanın kreması olman lazım. İtikadi olarak sağlam değilseniz sapma eğiliminiz yükselir. Varlık, imkanları arttırır. Bunlar insanın önüne serildiği zaman aldanılması daha kolay bir ortama sokar. Bu imtihanı verenler peygamberlerle haşrolacak zümreden sayılır çünkü en zor imtihanı vermişler. Fakirken imtihanı yaşamak bir zorsa zenginken yaşamak 10 zordur. İmtihan zorlaştıkça çakan da çok olur. Ama Allah günleri tebdil eder. Bugünün zenginlerinin geçmişte sıfırları tükettiğini biliyoruz. Zenginleşmemiz lazım ama bilelim ki çok büyük imtihandır.

Yeni ve zengin muhafazakar sınıfın eskiye göre çok fazla lükse yöneldiği söylenir. Sosyal medya paylaşımları bazen çok da konuşuluyor. Ama bunlar toplumun kalan kesiminin tepkisini çekiyor. Bunu bir yorumlamanızı istesem?

Varlığı bir seviyeye kadar göstermek meşru fazla göstermek ise şımarıklıktır. Varlığın imtihanıdır bu. İslam'da tevazu var. İnsanın varlığının kendi üzerinde görünmesi kötü bir şey değil ama bunu göstermeye çabalaması sınırı aştığını gösterir. Haddi bilmek diyoruz buna. Sadece dindarlar değil, bütün insanlar, varlıkları arttıkça hadlerini de aşarlar. Belki herkese versen herkes haddini aşacak. Müslümanların varlık sahibi olması lazım ama bu varlık bir emanettir. Fakir var, fukara var. Türkiye'de 371 bin yetim var. Bunu kaç kişi biliyor acaba? Bu ülkedeki yetimlerin tamamı zenginlere emanettir. Mesuliyeti hisseden kaç kişi? Bu memlekette evine ayda bir et götürürse sevinenler var. Kurban Bayramı'nda bu sorumluluğu hisseden kaç yürek var? 

''Biz fakir insanlarla beraber olmayı seviyoruz, herkese de tavsiye ediyoruz''

Tam da onu soracaktım, İslamcıların ya da muhafazakarların kurduğu hükümetin 20. yılı yaklaşıyor ama hala bunlar sorulabiliyor? Alt sınıflarla üst sınıflar arasındaki makas kapanmadı. Bu başlangıçtaki iddiaları boşa düşürmüyor mu?

Boşa düştüğünü söyleyemeyiz. 20 sene önce Türkiye'de fakirler sahipsizdi. Ben bunu sokakta dilenenlere de söylüyorum, 'Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde fakirim diyenlerin hiçbiri hastane kapısında kalmıyor, aç kalıyor, devlet yardım ediyor.' Ben zengin insan açısından konuşuyorum. Devletin karın doyurması önemli ama zenginlerin toplumsal sorumluluk açısından onlarla bütünleşmesi, onlarla yemek yemesi, sahip çıkması sosyal bütünleşme açısından elzemdir. Biz fakir insanlarla beraber olmayı seviyoruz, herkese de tavsiye ediyoruz. İşin şımarıklık boyutuna gelmesi kabul edilebilir bir şey değil ama sadece dindarlar şımarmıyor. Muhafazakarlar ise kendilerine dikkat etmeli çünkü bir iddiaları var. 'Ahiret' diyor, 'hesap' diyor, 'emanet' diyor…  Haliyle sözleriyle tavırları tartılacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmalarında Hz. Ömer'den çok örnek verir. "Yolumuza Hz. Ömer gibilerle devam edeceğiz' dediği de söylendi. Bir sahabe de Hz. Ebubekir. Servetini defalarca bağışladığı biliniyor. Peki dindar işadamları onu örnek alabildi mi?

Onu örnek alabilmek kolay mı? Hz. Ömer bile 'Anladım ki ben Ebubekir'e yetişemeyeceğim' demiş. Hz. Ömer'in yetişemediği bir örnekten bahsediyorsun. Yetişme gayretinde olanlar var. Örneklerimiz çok ama bu sahabelerin ortak paydası şu: Hiçbir zaman şımarmadılar, çok cömert oldular, hesap korkusuyla yaşadılar. En ekstremini yaşayamazsan bile bunları yaşayabilirsin. Ben bugün uygulanabilir şeylerden yola çıkmak isterim.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU