Bağdat-Riyad hattında İran çılgınlığı

Lübnan'da, Bağdat'ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi, Beyrut'ta Refik Hariri suikastının ardından artan İran aktivizmiyle gerçek boyutlarına ulaşmaya başlayan benzer bir deneyimin laboratuarı oldu

Irak-Suudi Arabistan sınır kapısı / Fotoğraf: AFP

İran, Irak'taki her şeyi değersizleştirdi. Kendi güvenlik ve askeri ajandasını uygulamaktan başka bir işlevi olmayan mezhepçi milis güçleri sayesinde direnişi bile değersizleştirdi.

Bağdat'taki Yeşil Bölge'ye yönelik roket saldırılarından sonra bu milislerin yaptığı açıklamaları takip edenler, içerdikleri inkar ve kendini temize çekme ifadelerini, hatta "şüpheli ve korkakça saldırı" tanımlarıyla bu saldırıları kınadıklarını gördüklerinde şok olurlar.

Bu tür saldırılardan sonraki övünme ve güçlü görünme söylemlerinin nereye gittiğini merak edenlere, İran'ın birinci piyonu ve genişlemeci projesinin mimarı General Kasım Süleymani'nin Irak topraklarında tasfiye edildiğini, İran'ın ise aldığı bu büyük darbeye ancak kendisini daha da küçük düşüren bir karşılık verebildiğini hatırlatalım.

İran ve taraftarlarının politik söylemleri dahi değersizleşip küçüldü. Nuri el-Maliki, Irak-Suudi Arabistan arasındaki ekonomik anlaşmalara "Yatırım sömürgeciliğe eş değerdir" dışında söyleyecek bir şey bulamadı.

Maliki aslında, hükümetin başta Suudi Arabistan olmak üzere Irak-Arap ilişkilerinin gidişatını düzeltme girişiminin bile İran'a bağlı grubu nasıl çileden çıkardığını basitçe ifade etmiş oldu.

Siyasi hizalanmaları veya Suudi Arabistan'a karşı tutumları ne ölçüde olumsuz olursa olsun muhataplarının akıllarına asgari düzeyde saygı gösterme zahmetine bile girmedi.

İran ve grubunu çılgınlaştığını söylememizin nedeni, hükümeti eleştirmek için ilişkilerin düzeltilmesi kapsamında Suudi Arabistan ile Irak arasındaki Arar sınır kapısının açılmasını bile beklememeleridir.

Yahut iki ülke arasındaki ortak koordinasyon konseyinin 4'üncü oturum toplantılarının, tarım, ulaşım ve petrokimya vd. sektörlerdeki yatırımları, elektrik bağlantı alanlarını kapsayan anlaşmalar ve fikirlerle sonuçlanmasını.

Zira onlar, ilişkileri gölgeleyen kesintinin ardından Suudi Arabistan'ın diplomatik olarak 2015, ekonomik olarak son iki yıldır Irak'a geri dönmesi sürecinin, Temmuz 2019'da Riyad'da gerçekleştirilen başta olmak üzere geniş ikili toplantıların gerçek ve somut sonuçlar üretmeden sürdürüleceğine güveniyorlardı.

Arap-Irak ilişkilerinin düzelmemesi için, geçmişte olduğu gibi bugün de hükümetin (Mustafa el-Kazimi kabinesi) tekerine çomak sokarak çökmesini sağlama, bugünden 2022'ye kadar her an düzenlenmesi beklenen seçimlerin arifesinde yeni bir siyasi ortam yaratma gibi yollara güveniliyor.

İran ve grubunun düşündüğü en son şeyin, Iraklıların çıkarları olduğuna şüphe yok. Oysa Suudi Arabistan ile imzalanan anlaşmalar Iraklılara şunları sunacak:

  1. Suudi Arabistan yatırımları ile Irak'taki Sünni ve Şii en yoksul ve sıkıntı içinde olan şehirlerde iş fırsatları artacak.
     
  2. Irak hazinesinin rezervleri artacak. Bu ise, hazinenin Irak ödemeler dengesinde yüzde 50'yi aşan, büyüyen ve tehlikeli bir hale gelen uçurumu kapatmasına yardımcı olacak.
     
  3. Peş peşe yaşanan savaş ve çatışmaların tahrip ettiği, petrol fiyatlarının yüksek olduğu dönemlerde yüksek petrol gelirlerinin es geçtiği Irak altyapısını geliştirilecek.
     
  4. Iraklıların gelir kaynakları ve ekonomik faaliyetleri çeşitlenip, kamu harcamalarına bağımlılık azalacak. Bu, devlet ile vatandaş arasındaki kayırmacı ilişki yerine Irak'ın istikrarına, kalkınmasına, refahına ve çıkarına dayalı yeni bir sosyal sözleşmenin oluşturulmasına yol açacak.

Irak-Suudi Arabistan ve genel olarak Körfez bölgesi ile ilişkilere karşı çıkanların Iraklılara sundukları alternatif ise, İran ile eşitsizliğe ve sömürüye dayalı bir ilişkide daha da boğulmaktır.

Bunu kabul etmesi halinde Bağdat'ın sonu, Lübnan gibi olacaktır. Devletin ana ödemelerini, merkez bankası tarafından basılan ve değerini koruyacak dolar ile desteklenmeyen yerli para birimi ile ödemek için merkez bankasından borçlandığı, para birimi çökmüş ve devletin iflas etmiş olduğu Lübnan senaryosunu tekrarlamak zorunda kalacaktır.

Irak'ın bu zehri içmesini ve Lübnan senaryosunu yaşamasını geciktiren, petrol ihracatçısı bir ülke olmasıdır.

Ne var ki, Irak'ın petrol üretimindeki payının azalması, koronavirüs salgını ile fiyatların düşmesi, varil fiyatı konusunda Moskova-Riyad arasındaki ihtilaf nedeniyle petrol gelirlerinin kendisi Irak'ın ayağa kalkması ve ilerlemesi için yeterli değil. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


İran için pratikte önemli olan, siyasi gücünü korumanın yanı sıra ABD'nin uyguladığı yaptırımlar ve İran ekonomik modelinin geri kalmışlığının bir sonucu olarak yaşadığı ekonomik krizlerinin bir kısmını ihraç ettiği alan olarak Irak'ı muhafaza etmektir.

İran ve Irak arasındaki ticaret hacmi (artı karaborsa ve kaçakçılık)13-20 milyar dolar arasında değişiyor. Bunun büyük bir bölümü, İran pazarlarından Irak pazarlarına olmak üzere tek taraflı.

İran bu sayede nefes alabildiği için bu eşitsiz ilişki onun için çok önemli, dolayısıyla kendisini etkileyecek ve boğacak herhangi bir gelişme veya değişime izin vermeyecektir.


Kazimi'nin üstlendiği büyük misyonu, yani Irak-İran ve Irak-Arap ilişkilerini dengeleme politikasını sürdürebileceğinin hiçbir garantisi yok.

Irak'ın ekonomik, mali ve belki de parasal krizini aşarak, birkaç ay içinde kendisini tehdit eden patlamayı önlemek için makul bir güvenlik ağına ulaşabileceği de kesin değil.

Washington'un aceleci ve düşüncesizce geri çekilmesi halinde güvenlik ve istikrarın kaderini çevreleyecek belirsizlikten bahsetmiyoruz bile.

Ancak üzerinde durulması gereken bazı basit gerçekler de var:

  1. Irak toplumsal dokusunun yüzde 40'ından fazlasını oluşturan Iraklı gençlerin bütün şehirlerde yürüttükleri devrim, bir şekilde İran şemsiyesi altında olan siyasi seçkinlere karşı bir devrimdir. Özünde İran'a karşı bir devrimdir. Motivasyonu, bir tür Irak vatanseverliği değil, Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden bu yana geçen 17 yıl içinde, İran'a dost siyasi sınıfın sağlamakta başarısız olduğu ekmek, sağlık ve güvenlik gibi vatandaşların doğrudan çıkarlarıdır.
     
  2. İran devletinin siyasi ve güvenlik sembollerinin, bunların dini partiler ve mezhepçi milisler aracılığıyla Irak'taki uzantılarının Irak'ta yakılan ve parçalanan posterleri.

Bu ikincisi ayrıca üzerinde durulmayı hak ediyor.

Irak, onlarca yıl siyasi dışlanmaya dair şikayetlerden sonra, özellikle dini partilerin seçkinleri aracılığıyla Şii siyasi elitin yönetim deneyiminin büyük bir laboratuarına dönüştü.

Keza Lübnan'da, Bağdat'ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi, Beyrut'ta Refik Hariri suikastının ardından artan İran aktivizmiyle gerçek boyutlarına ulaşmaya başlayan benzer bir deneyimin laboratuarı oldu.

İki laboratuarda da ekonomik iflas, siyasi bozulma, çökmüş bir devlet yapısı ve parçalanmış bir toplum görülebilir. İkisinde de İran, sözde direnişçi söylem, devrimcilik ve genel iflas dışında Lübnanlıların ve Iraklıların çıkarlarına hitap eden hiçbir şey sunmadı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU