Siyasetçi ve yazar Mahmut Alınak: Ev hapsim kaldırılmazsa hapishaneye dönmeyi talep edeceğim

Eski Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekili ve yazar Mahmut Alınak, yeni kitabını, ev hapsi hallerini, Kürt siyaseti hakkındaki düşüncelerini ve geleceğe dair öngörülerini Independent Türkçe'ye anlattı

Fotoğraf: Independent Türkçe

Mahmut Alınak, Kürt siyasetinin nevi şahsına münhasır isimlerinden.

Şu anda 70 yaşına yakın ve 25 yaşından beri tam 10 kez tutuklanıp, memleketin çeşitli cezaevlerinde ömür geçirdi.

Geçen ay çıkan "Hendekteki Gelincik" kitabıyla, 2015-2016 yılları arasında yaşanan "hendek" sürecini bir aşk hikayesinin eşliğinde yazdı.

Kendi evinde kapalı haldeyken de kesintisiz bir şekilde yazmayı sürdürüyor.

Alınak ile hem kitabını hem ev hapsi hallerini hem Kürt siyasetini hem de geleceğe dair öngörülerini konuştuk.

Alınak, dört aydır Kars'ın Digor İlçesi'nin Kürtçe adıyla Mewreg, Türkçe adıyla Dolaylı Köyü'nde ev hapsinde.

Hayatı köydeki evinin penceresinden izliyor.
 

mahmut alınak4.jpg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Süreci oldukça 'can sıkıcı' bulduğunu söyleyen Alınak, "Hiç değilse hapishanede sohbet edeceğiniz insanlar oluyor. Günün belli saatlerinde avluya çıkıp, az da olsa güneş alabiliyorsunuz. Ama evde bu imkan yok" diyor.

Alınak, 24 Eylül'de yapılacak duruşmasında ev hapsi kaldırılmazsa, tekrar cezaevine götürülmeyi talep edeceğini belirtiyor:  

Ben köydeki evi devletin köy yakma siyasetine tepki çekmek için yaptırmıştım. Zaten köye, kendi toprağıma dönmek benim için bir özlemdi; ama bu bir gün benim için bir hapishaneye dönüşeceğini hiç düşünmemiştim.


Peki Mahmut Alınak evinden hiç çıkmadan, bir günü nasıl geçiyor? Ondan dinleyelim:

Sabah 8'de kalkıyorum. İki kedi misafirim var, önce onları besliyorum. Evde ekmeği de kendim yapıyorum. Kahvaltından önce sabah sporu, ardından kahvaltı. Sonra elimde demli çayımla bilgisayarımın başına geçiyorum. Ya bir makale yazıyorum ya da Malakanları anlattığım 'Tanrının Sesi' romanına devam ediyorum.

Arada yemek yapıyorum. Sonra tekrar yazmaya oturuyorum. Ardından evde akşam yürüyüşü yapıyorum. Akşamları güzel bir film yakalarsam onu izlemeye çalışıyorum. Zaman zaman misafirlerim geliyor; ama pandemi dönemi olduğu için mümkün olduğunca kısıtlamaya çalışıyorum.


Davasının hala sürdüğünü söyleyen Mahmut Alınak, daha önce yaşadığı tutuklulukları kendine özgü üslubuyla şöyle anlatıyor:

1977 yılında genç bir avukatken sokakta bildiri dağıttığım için tutuklandım. Gidip hapishanede müvekkillerimle yattım. Müvekkiller, biz seni bizi kurtarasın diye avukat tuttuk, kendin geldin dediler.


Alınak, sahiden de Türkiye siyasetine göre oldukça yaratıcı fikirleri olan biri.

Tutukluğunu anlatırken, TBMM'de milletvekili olduğu zaman avukatların, hakim ve savcıların staj döneminde iki ay tecrit edilmiş bir şekilde diğer mahpuslarla kalmasını ve staj sürecinin böyle olmasını önerdiğini hatırlatıyor.

O zamanki Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'nun kendisine "Hapishanelerde isyan çıkar" dediğini anlatıyor, halbuki kendisine göre hukukçular hapishaneleri tanımalı. 
 

mahmut alınak.jpg
Fotoğraf: Twitter


İlk tutukluluğundan sonra avukatlığa daha fazla asılmış Alınak. Ardından 12 Eylül ve Kars ile Erzurum cezaevlerinde omurga kemiğinin kırılmasıyla sonuçlanan işkenceli günler:

Avukatlığın acısını o günlerde çıkardılar, çok ağır işkenceler gördüm.


12 Eylül'den sonraki ilk tutukluğu da DEP milletvekili olduğu dönemde, Ulucanlar Cezaevi'nde yaşadığı süreç.

"Beyazların zencilere yaptığı muamele gibi, bizi tavuk hırsızları misali hapse attılar" diye nitelediği dönemden sonra; devrimci önderlerin isimlerinin Kars'taki sokaklara isimlerini verilmesini önerdiği için yine hapse atılmış.

Bu kez Susuz Cezaevi'nde adli tutuklularla yatmış. Onlarla yatmaktan ilk başta biraz ürktüğünü ama sonra çok keyifli zamanlar geçirdiğini anlatıyor.

Sonra yine bir makaleden dolayı ceza yemiş, yine Kars Cezaevi. Ardından yine bir makale ve bu kez yine Susuz Cezaevi.

Alınak, oldukça üretici bir yazar. En son tutuklandığında Kafka'nın 'Dönüşüm' kitabından ilhamla, 'Değişim' adlı bir roman yazmış.

Onun romanının kahramanı ise, son günlerde ırkçı saldırılarla gündeme gelen Sakarya'da fındık toplamaya giden bir Kürt fındık işçisi, Çınar.

Çınar'ın iki ağabeyinin dağda öldüğünü, bu yüzden Türk halkına düşman olduğunu ve Sakarya'da perişan bir halde çalışırken eşini Hani'de PKK ile bir çatışmada kaybeden bir asker eşi olan Kadriye ile tanışarak geçirdiği değişimi anlattığı romanına ilişkin Alınak, şu bilgiyi veriyor:

Çınar ve Kadriye Hanım, birbirlerine hikaye anlatmaya başlıyorlar. Çınar ağabeylerini anlatıyor, Kadriye Hanım eşini. Bu sohbetler ile o Türk düşmanlığı sökülüp gidiyor içinden. Kafka böcekleşen insanı anlatmıştı, ben ise dönüşüm geçiren bir Kürt çocuğunu anlatıyorum.


Alınak'ın şu anda yazmaya oturduğu roman ise Kars'ın Rus kökenli halkı Malakanlarla ilgili. Romanın adı, 'Tanrının Sesi'.

Alınak, kitabının ilk satırlarını bizimle paylaşıyor: 

Ah bir kuş olsaydı, şu karşıdaki sarp yamacı aşıp Fincan'ın penceresine konsaydı. Camı gagalayıp sevdiğini öğle uykusundan uyandırsaydı, onu altın sarısı bir kelebek gibi kanatlarının üstüne alıp uçsaydı, uçsaydı. Dağları, ovaları, kentleri, köyleri aşarak dünyayı baştanbaşa dolaşsaydı. Her çiçeğin kendi renginde yeşerdiği özgür bir toprak parçası bulsaydı ve kum taneleri gibi dünyanın dört bir yanına dağılan Malakanlara müjde verseydi, bir avuç da olsa bizim de artık bir toprağımız var deseydi.


Sözü Dılşa ve Veysel adlı gencin kahramanı olduğu son romanı, "Hendekdeki Gelinçik"e getiriyorum.

Nusaybinli bir hemşire olan Dılşa ile sevgilisi Veysel'in Nusaybin'deki "hendek" olayları döneminde yaşadığı aşkı ve birlikte ölümlerini anlatan kitaba ilişkin, kendisinin 'iyi bir romancı olmadığını' tevazuuyla söyleyen Alınak, şunları anlatıyor:

Ben iyi bir romancı değilim, çünkü benim her kitabımın mutlaka bir derdi vardır. Mesela son kitabımda Malakanların nasıl özgürleştiğini yazmaya çalışıyorum. Bu yüzden romanlarım daha çok didaktiktir. Makalelerim de öyle.
 

aa.jpg
Fotoğraf: AA


Alınak, Cizre'de "hendek" süreci yaşanırken gerekirse ölümü ya da tutuklanmayı göze alarak, 20 kişilik ekipler oluşturulmasını ve bu ekiplerin ölümleri engellemesi yönünde çağrıda bulunmuştu.

Ancak bu çağrıyı kimse dikkate almamıştı ve Cizre'de çok sayıda insan bodrumlarda yaşamını yitirmişti.

Söz "hendeklere" gelmişken, bir siyasetçi olarak nasıl yorumladığını ve sonraya etkilerini sorduğumda ise net olarak şu yanıtı veriyor:

Hendek süreci büyük bir moral çöküntüsü yarattı. Cizrelilerin o dönem dediği gibi 'Cizre varken Allah cehennemi niye yarattı'. Bunu hala yargılandığım 'Mehmet Tunç ve Bekes' kitabında da anlattım. Yaptığım incelemelere göre, ilk başlardaki Cizre halkı ve diğer ilçelerdeki insanlar hendeklere şiddetle karşı çıktı. Hatta hendekler kazıldıktan bir süre sonra Hatip Dicle, Öcalan'a gitti. Öcalan hendeklerin kapatılması çağrısında bulundu.

Hatip Dicle, Cizre'ye geldi ve 10 binin üzerinde insana Öcalan'ın talebini iletti. Ardından hemen hendekler kapatılmaya başlandı. Ama tuhaflığa bakın ki, kitle dağılırken polis saldırıya geçiyor ve Nihat Kazanhan adlı çocuk öldürüldü. Sokaklarda öyle bir terör estirildi ki, gençler kapattıkları hendekleri tekrar kazmaya başladılar ve dün hendeklere karşı çıkan anne ve babalar o çocuklara yemek taşıdı.

Bana Mehmet Tunç'un kuzeni söylemişti, 'Bu bir devlet projesiydi, devlet o aktif gençleri imha etmek ve gözdağı vermek için bu hendekler projesini Ankara'da oluşturdu ve uygulamaya soktu'. Cizre'de istenseydi, tek bir insanın burnu kanamazdı. Nitekim o hendeklerdeki insanlar da teslim etmek istiyordu, ama çıkmalarına dihi izin verilmedi. Burada siyasetin de eksikliği oldu, benim yetkim olsaydı çıkar Kandil'e gider ve oradaki insanlarla çatır çatır çatışarak Kandil'in hendek kazılmasına karşı çıkmasını sağlamaya çalışırdım.


'Hendekteki Gelincik' romanında Mahmut Alınak, bir tavuk ülkesi masalı anlatıyor, kartalların tavuk ile horozların ülkesini nasıl ellerinden aldığını içeren bir masal bu.

70 yaşında olmasına rağmen kendisini 20 yaşında hissettiğini söyleyen Alınak, bu masalı çocukken çok dinlemiş, soruma hayli duygulanarak yanıt veriyor:

Aslında ben siyasetçi olmamalıydım, bir yakınım bana sen doktor gibi davranmıyorsun, hasta yakını gibi davranıyorsun demişti. Haklıydı belki de.

Sözünü ettiğiniz kartallar ve tavuklar masalı, dünyada ezenler ve ezilenler oldukça anlatılmaya devam edecek. Ta ki ezilenler örgütlenip, el birliğiyle ülkelerinde ve dünyada zorbaları alaşağı edinceye kadar.

Ben o masalı kahramanıma anlattırarak, tarihin belleğine havale ettim. Çünkü kendimi tarihe karşı sorumlu hissediyorum. İstedim ki, 100 yıl sonra bir edebiyatseverin torunları okusun.


Mahmut Alınak geçtiğimiz günlerde yazdığı bir makalede 'pandemili devrim günleri' diye bir tabir kullandı. Anlamını sorunca, şu yanıtı veriyor:

Alttan alta kaynayan büyük bir tepki var, siyaset bunu görmüyor. Sokaklar şu anda işgal altında, devlet sokaklarda soluk aldırmıyor. Ama ben sokağa çıkılmadan da mücadele sürdürülebilir, çok etkili mücadele şekilleri geliştirilebilir diyorum.

İnsanlarla konuştuğumda sisteme karşı, büyük bir tepki görüyorum. Düşünsenize, öyle bir haldeyiz ki, bir yüzümüze tükürmedikleri kalmış. En son Van Gevaş'ta görüldüğü gibi. Halk da aslında sinmiş gibi görünmekle birlikte büyük bir gerilim içinde, çok büyük öfke duyuyor.

Bütün mesele bu tepkiyi örgütlemekten geçiyor. Güçlü ve cesur öncülerin kendini ortaya koydukları, zorbalığa meydan okudukları sivil projeler geliştirilebilirse aslında bence halk hazır. Öncünün halka vermesi gereken mesaj şu olmalı: Cefada ben, sefada sen. Mesela araştırmalar gösteriyor, seçimi protesto ederim diyenleri oranı yüzde 7. Bu muazzam bir güç. 

Pandemi döneminde de siyaset ayrıntılı projeler yapmalı. Mesela bir konferansla bir yol haritası belirlenip, halkı sokağa çağırmadan -çünkü halk sokağa çağrılırsa provokasyonlar olur- ekonomik, sosyal ve siyasal boykotlar geliştirilebilir.

Böyle bir şey başarılırsa, iddia ediyorum rejim iki ay içinde kendine çekidüzen vermek zorunda kalır. Pandemi döneminde yapılacak şey de budur. Koronanın ortalığı kasıp kavurduğu bu dönemde çelişkiler daha derinleşti, halk ile yönetenler arasındaki uçurum daha da büyüdü ve halk adeta burnundan soluyor.


Mahmut Alınak'ın eleştirdiği bir şey de sandık siyaseti. Şöyle konuşuyor:

Seçim ya da sandık siyaseti bana göre zamana yayılmış bir ölümdür. Biz eskiden parlamento kürsüsünün bir araç olduğunu düşünüyorduk. Ancak günümüzde, iletişim çağında artık parlamento kürsüsüne gerek kalmamıştır. Ben bunu sadece Kürtler için de söylemiyorum.


Alınak'ın bir başka iddiası, devletin yüz yıldır çözmemekte direttiği Kürt sorununun bir yıla kalmadan çözülebileceği. Bunun için önerisi de sivil itaatsizlik. Alınak'tan dinleyelim:

Kapsamlı bir sivil proje ile devletin Kürt sorununda adım atması sağlanabilir, buna inanıyorum. Şiddetten arınış ve şiddeti kesinlikle reddeden, sistemin zorbalıklarına karşı tavizsiz kendini ortaya koyan, sistemi tıkayan, sistemi adım atmaya zorlayan sivil itaatsizlikleri geliştirirsiniz.

Savcılar sivil itaatsizlikleri isyan olarak algılıyorlar ama hiç ilgisi yok, evinizden çıkmadan da sivil itaatsizlik yapabilirsiniz.

Birkaç örnek vereyim: Ekonomik, sosyal ve siyasal boykotlar, öğrencilerin sınıfta öğretmenleriyle Kürtçe konuşmaları, doğacak çocukları nüfusa kaydedilmemesi, evliliklerin nüfusa işlenmemesi, kimlik taşınmaması, ihtilafların mahkemelere götürülmemesi, devletle ilişkilerde tek bir isim kullanılması mahkemelerde kimlik bildiriminin yapılmaması gibi daha pek çok şey yapılabilir.


Mahmut Alınak, bu türden sivil ve şiddetten arınmış eylemlerin neden yapılmadığına dair soruma ise şu yanıtı veriyor:

Cevap belli, biz legal siyaset olarak CHP'nin içinden geldik, CHP'nin klasik mücadele tarzı, bizi bloke etti, adeta bir baraj kurdu önümüze. Oysa Gandi'yi bile aşan çok zengin sivil itaatsizlikler devreye sokulabilir. Aksi halde, seçim siyaseti sürdüğü sürece ne yazık ki, bu zamana yayılmış ölüm devam edecek.


"HDP ile aranız nasıl?" diye soruyorum Alınak'a, gülümseyerek "İyi" diyor ve ekliyor:

Tutuklandığımda geldiler, sahip çıktılar. Ev hapsim kalkarsa gidip görüşmek de isterim. Elbette siyaseten eleştirilerim var. HDP'nin içinde yer aldığı Kürt ve Türkiye solu şayet sandık siyasetini bırakıp, biz burada yokuz derlerse, bu bile tek başına çok büyük bir şeydir. O zaman bütün dengeler altüst olur. Ama bu 'Ben küstüm' demekle değil, bunun gereğini yerine getirerek, 'Ben çekiliyorum ama senin çanına da ot tıkayacağım' diyerek yapılmalıdır, böyle bir adım tarihi bir kavşak olur.


Mahmut Alınak, henüz yayımlanmayan 'Değişim' ve 'Geriye Dönük Bakarken' adlı kitaplarında yer verdiği Kürt mevsimlik işçilere yönelik ırkçı saldırıları ise, 'mankurtluk' olarak niteliyor.

İnsanların kafaları tıraşlanarak ve deve derisinden bir başlıkla güneşte bırakıldığını, o derinin kafaya sıkıca yapışması sonucu saçların kafanın içine doğru uzadığını ve zamanla hafızalarını kaybederek robotlaşmasına mankurtluk dendiğini hatırlatan Alınak, "Kürtlere saldıranlar devletin mankurtlaştığı tiplerdir. Toplumun yüzde 1-2'sidir. Bunda Türk halkının günahı yok; ama Türk halkı da ne yazık ki Kürtlere mesafeli durarak, baltayı kendi ayağına vuruyor" diyor.

Kürt işçilere yönelik saldırıların bir de Kürt ayağının olduğunu dile getiren Alınak, özeleştiri de yapıyor: 

Büyük şehirlerin kenar semtleri, köyleri yakılan insanlarla dolduğunda onlara sahip çıkamadık. Perişan oldular. O insanlara sahip çıksaydık, şimdi siyasetin çehresi değişirdi.

Hala hatırlarım, o yıllarda bir siyasetçi, 'parti genel merkezini yakılan köylere taşıyalım' diye önermişti de, dalga geçilmişti.

Cizre'ye gidin insanlar sahipsiz, Silopi'ye gidin insanlar sahipsiz. Ve öyle bir hale gelmiş ki, kontrol noktalarında eskiden Kürt hareketinin içinde yer alan ve yüzünü saklama gereği duymayan eli silahlı gençler bekliyor. Yani artık birer devlet görevlisi olmuşlar. Biz ise hala siyaseti demeçler, basın açıklamaları ve mitingler üçgenine sığıştırmaya çalışıyoruz.


Cumhurbaşkanlığı Seçim Sistemi sonrası Türkiye'yi de yorumluyor Alınak ve şöyle diyor:

Bu sistemin adı Tayyip Erdoğan sistemidir. Ama siz meydanı sistem güçlerine bakarsanız, tabii ki istedikleri gibi at oynatırlar. Günlük hayatta da böyledir. Birine kükrediğinizde karşı bir tepki alırsanız, geri adım atarsınız, duraksarsınız. Ama siz kükrediğinizde karşınızdaki insan sinerse siz de kükremeye devam edersiniz. Devletin yaptığı da budur.


Çözüm sürecinde Kürt Hareketi'nin de önemli yanılgıları olduğunu ileri süren Alınak, buna dair "Devlet, Kürtleri çok iyi tanıyor; ama Kürtler hala devleti tanıyamadı" diye bir iddiada bulunuyor.

Alınak'a göre Kürt Hareketi'nin çözüm sürecindeki en önemli eksiği, elinin güçsüz olması:

Bana kalırsa Kürt Hareketi çözüm sürecinde yanılgı içineydi ve eli güçsüzdü. Devlet ve hükümet de bunu, bir fırsata dönüştürmek istedi. Kürt hareketi masa devrilirse; siyasi hesaplarım alt üst olacak, zorda kalacağım korkusunu devlete hissettirdi. O süreçte 'Kürt siyaseti masayı devirirsen başına iş alırsın, sivil siyaseti devreye sokarız, hayatı durdururuz' diyebilseydi, sopayla kovsan bile AKP masadan kalkmazdı.


Selahattin Demirtaş başta olmak üzere pek çok Kürt siyasetçinin tutukluğunun nedeninin de bu olduğunu söyleyen Alınak'ın Demirtaş'a da eleştirileri var:

Selahattin Demirtaş bugün Kürtlerin en sevdiği siyasi figür. Ama Diyarbakır Belediye Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı gözaltına alındığında, Demirtaş genel başkandı. Onlar gözaltına alınırken kıyameti koparsaydı, bugün kendisi de içeride olmazdı.

Kınama demeçleriyle yetindi herkes. Demirtaş'ı hapishaneye götüren yolun taşları, siyasetsizlik tarafından döşendi. Demirtaş içeri aldığında devlet milyonlarca insanın ayağa kalkacağını ve bunun arkasından büyük ekonomik, siyasal boykotların gelişeceğini düşünseydi, onu alabilir miydi?

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU