İklim krizine karşı uluslararası çalışmalar ve son Taraflar Konferansı

Dr. Baran Bozoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

İklim değişikliği sorunu artık “iklim krizi” olarak ifade ediliyor. Gerekçesi çok net, gelecekte değil, içerisinde bulunduğumuz zamanda iklim değişikliğinin etkileri krize dönüşmüş durumda…

Avusturalya’daki bitmek bilmeyen, İstanbul’un yüz ölçümünün 12 katı ormanlık alanın yok olduğu yangın da, Konya’da obruk sayısındaki hızlı artış da göstergeler arasında… 

Dünyanın ortalama sıcaklığı sanayi devrimine göre 1.1 derece artmış durumda. Vücudumuzda 2 derecelik sıcaklık artışı nasıl tüm bünyemizi altüst ediyorsa dünyanın yaşadığı durum da aynısı. 

Aslında sorunun tespiti 100 yıl öncesine dayanıyor. Eşi tarafından yanlışlıkla zehirlenerek ölen İrlandalı fizikçi John Tyndall, 1859 yılında karbondioksitin ısıyı absorbe ettiğini ve bu durumun atmosferin yapısında değişiklik yaratarak iklimde değişiklikler oluşabileceğini buldu.

Bu buluş, İsveçli kimyacı Svante Arrhenius’un 1896 yılında kömür ve petrolün yanmasının dünyanın ortalama sıcaklığını arttıracağına yönelik tespitine ilham vermişti…

Yani fosil yakıtların küresel ısınmaya sebep olacağı ve iklim değişikliğine yol açacağı 140 yıl öncesinde bilim insanları tarafında tespit edilmişti…

1960’larda da ABD’de ve diğer ülkelerde bu konuda bilimsel raporlar yayınlandı, Dünya Meteoroloji Örgütü bu konuyu ilk defa ortak akılla dile getiren yapı oldu. 

Bilimin hızına ne yazık ki siyaset yetişemedi. Bu kadar büyük bir krizin kapıda olduğunun bilinmesine rağmen insanlık 1900’lü yılları savaşla geçirdi.

1994’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi oluşturuldu, ülkeler bu sözleşmeye sahip çıktı, 1997’de Kyoto Protokolü ortaya çıktı ve 2015’yılında da Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında sona ermesi nedeniyle yerine geçecek olan yeni bir anlaşma, Paris Anlaşması, oy birliği ile Birleşmiş Milletler platformunda, 21. Taraflar Konferansında (COP-21) kabul edildi.

1994’den bu yana Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı her yıl düzenli olarak bütün ülkelerin katılımı ile toplanıyor ve iklim değişikliğine dair küresel ve yerel çözümleri tartışıyor, kararlar alıyor…

Ancak küresel ısınmaya sebep olan sera gazı artışını, dünya ortalama sıcaklığını, bu uluslararası toplantıları tek bir grafikte, yıllarla ortaya koyduğunuzda, sera gazlarının, sıcaklığın her yıl düzenli olarak arttığını görüyoruz.

Özetle, uluslararası toplantılar ile ülkeler hala somut bir azaltımı sağlayamamış durumda. 


COP 25 – Nam-ı değer 25. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı 

Her yıl düzenli olarak yapılan ve iki hafta süren toplantıların sonuncusu 2-13 Aralık 2019 tarihlerinde Madrid’de düzenlendi. Toplantının düzenlenme süreci oldukça zorluydu.

Önce Brezilya’nın yapacağı duyuruldu, ancak Brezilya devlet başkanının iklim değişikliğini kabul etmemesi nedeniyle Şili görevi üstlendi.

Toplantının yapılmasına yakın Şili’deki toplumsal olaylar, eylemler gerekçe gösterilerek toplantının Madrid’de yapılmasına karar verildi.

O nedenle tüm afişlerde COP-25 Şili - Madrid olarak belirtildi. Dönem başkanlığını Şili yaptı. Geçtiğimiz yıl Polonya’da düzenlenmişti. Gelecek yıl ise COP 26 Glasgow’da gerçekleştirilecek. 

COP 25’in önemi, Paris Anlaşması’nın yürürlüğe gireceği 2020 yılından önceki son toplantı olmasıydı.

Bu toplantıda Paris Anlaşması’nın uygulanmasına yönelik eksik kalan konuların karara bağlanması bekleniyordu. Ancak beklenen olmadı.

En uzun taraflar konferansı olarak tarihe geçti ve 13 Aralık’ta değil, 15 Aralık Pazar günü tamamlandı. Buna rağmen önemli bazı konularda ortak karar çıkmadı.

Oldukça esnek ve doğrudan herhangi zorlayıcı bir yanı olmayan Paris Anlaşması’nın nasıl uygulanacağının bile netleştirilmemiş olması 21. Yüzyılın ilk çeyreği biterken oldukça üzücü…


Başarısız olarak görülen konulardan bir tanesi, Paris Anlaşması’nın kabul edildiği COP 21’den önce ülkelerin verdikleri sera gazı azaltma taahhütlerinin anlaşmanın hedeflerine uygun olmaması yani mümkünse ortalama sıcaklığın 1,5 derecede tutulması değilse 2 derece hedefinin sağlanması için yeterli olmadığının belirtilmesi üzerine hedeflerin 2020’de güncellenmesi istenmişti.

Ancak COP 25’de bu konuda daha zorlayıcı bir ifadenin karar metnine girmesi engellendi ve ülkelerin 2020 yılında, hedeflerini güncellemeleri zorunlu haline getirilmedi…

Gerçi birçok ülkenin 2015’de verdikleri taahhütleri 2020 yılına gelirken hala tam olarak uygulamadıkları da bir gerçek.

Diğer konu ise, Anlaşma’nın 6'nci maddesine yani küresel bir karbon borsası kurulmasına yönelik yöntem ve kuralların oluşturulmasına dairdi.

Kyoto Protokolü’nde de sera gazı azaltmaya yönelik bir yöntem olarak vurgulanan karbon borsası Paris Anlaşması’nda daha küresel bir boyutta tanımlanmıştı.

Ancak detaylarının belirlenmesi oldukça önemliydi. Buradaki asıl tartışmalardan bir tanesi Kyoto Protokolü ile oluşturulan karbon kredilerinin yeni mekanizmada kullanılıp kullanılamayacağının üzerineydi.

Birkaç ülkenin iki kere sayılmaya sebep olacak ve çözümden uzaklaştıracak bu önerisine karşı Kosta Rika’nın öncülük ettiği 31 ülke San Jose adında küresel karbon borsasına yönelik temel ilkeleri imzalayarak yayımladı. 

Karbon borsası mekanizmasını en kaba ve anlaşılır haliyle hatırlatmakta yarar var. Karbon borsası için üretilen krediler, sera gazı emisyonlarının azaltılmasına dayanıyor.

Sera gazı emisyonunu azaltan bir faaliyet gerçekleştiren kurum ve kuruluşlar (sera gazı oluşturmayan enerji üretimlerine yatırım yapanlar, enerji verimliliği uygulayanlar vb.) azalttıkları sera gazı emisyonları oranında kredi kazanıyorlar.

Bu krediler sera gazı emisyonları fazla olan kurum ve kuruluşlarca satın alınabiliyor. 

Madrid’deki tartışmalardan bir tanesi de bu kredilerin oluşturulma yöntemiydi. Örneğin, yeli halkların yaşadığı ve doğal yaşamın yoğun olduğu alanlarda yapılan Hidroelektrik Santrali Projeleri’nde elde edilen krediler sorgulandı.

Bu santrallerin sera gazı emisyonunu düşürmesi olumlu olarak belirtilirken, inşaat ve işletme sürecinde kültürel değerlere, doğaya daha saygılı olunması için daha net kriterlerin belirlenmesi talep edildi.

Bu konuda endişeleri olan toplumların endişelerini azaltacak ya da ortadan kaldıracak bir karar da verilemedi. 

Kayıp ve zarar başlığı da çetin tartışmaların geçtiği bir alandı. Paris Anlaşması’nın 8'nci maddesinde koşulları tanımlanan bu başlıkta, iklim krizinden en çok etkilenen ve kırılgan ülkeler yeni finansal mekanizmalar ve kaynakların arttırılması talebi ABD gibi ülkeler tarafından reddedildi. 

Ayrıca, iklim krizi kaynaklı orman yangınlarını derinden yaşayan Avusturalya’nın da bu krizin sebeplerinden olan fosil yakıtları desteklediğini ve iklim zirvelerinde fosil yakıt temelli kalkınmayı sahiplendiğini de not edelim. 


Türkiye pavilyonu

Taraflar Konferansı’na ülkelerin sadece siyaset ve bürokrasi alanından temsilcileri değil, sivil toplum kuruluşları, firmalar da katılıyor.

Özellikle uluslararası alanda çalışma yapan sivil toplum kuruluşları da belirlenen alanda stant açarak kendi faaliyetlerini tanıtıyor ve yeni iletişim alanları oluşturuyorlar.

Her ülkenin olmasada özellikle gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin stantları da var. Bu alanda her ülke kendi yaptığı, yapmayı planladığı çalışmaları paylaşıp bir tartışma platformu yaratıyorlar.

Türkiye’nin de özellikle son yıllarda standı gittikçe renkleniyor ve önemli konular tartışılır hale geliyor.

Bu platformda Türkiye’den finans kuruluşları, firmalar, kurumlar ve sivil toplum kuruluşları da panellerde konuşmacı oluyor, yaptıkları ve yapacakları çalışmaları, yeni gelişmeleri paylaşıyorlar. 

Ben de 11 Aralık’da Türkiye pavilyonunda Atık Yönetimi ve İklim Değişikliği başlıklı bir panelin İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği adına oturum başkanlığını yürüttüm.

Panelde, Akademi Çevre Kurucusu değerli meslektaşım Ufuk IŞIK, İGA CEO Danışmanı değerli meslektaşım Ülkü ÖZEREN, ÇEVKO Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Figan SOYKUT ve ÇEVKO Genel Müdürü Mete İMER konuşmacı olarak yer aldılar.

2 hafta süren panellerin katılımı en yoğunu olduğunu söyleyebilirim.

Sıfır Atık yaklaşımını da ele aldığımız etkinlikte özellikle gelişmekte olan ülkelerin katılımcılarının soruları ve katkıları da zihin açıcıydı. 


2020’deki Taraflar Konferansı

Paris Anlaşması’ndaki yürürlük koşulu olan sera gazı emisyonlarının yüzde 55’ini oluşturulan 55 ülkeden çok daha fazlası anlaşmaya taraf olduğu için 2020 yılı itibariyle artık Paris Anlaşması devreye girmiş oldu.

26. Taraflar Konferansı ve Paris Anlaşması ilk taraflar konferansı Kasım 2020’de Birleşik Krallık başkanlığında Glasgow’da gerçekleştirilecek.

Toplantının gündeminde, anlaşmanın 6'ncı addesi yani küresel karbon borsası, 100 milyar dolarlık küresel iklim finansmanı gibi konular ele alınacak.

Kasımdaki toplantıya kadar da mayıs, haziranda Bonn’da yapılacak toplantılarla geleceğe dair konular biraz daha netleşmeye başlayacaktır.

Öte yandan, artık Paris Anlaşması ve uygulamaya dair konularda sadece anlaşmaya taraf ülkeler sözlerini söyleyebilecek.

Dünya ekonomisini de, sosyal ve kültürel alanı da şekillendiren İklim Zirvelerinde Paris Anlaşması’na taraf ülkeler daha fazla söz sahibi olacak.

Taraf olmayan ülkeler; Türkiye, Angola, Eritre, İran, Irak, Kırgızistan, Lübnan, Libya, Güney Sudan, Yemen ve anlaşmadan çekilen ABD, Paris Anlaşması sürecinde etkin rol alamayacak, sadece izleyici pozisyonunda kalacaklar. 

Birleşik Krallık, San Jose prensiplerini destekliyor. Ayrıca kömürlük termik santrallerden 2030 yılına kadar vaz geçeceğini de açıkladı. Bu açılardan dönem başkanlığının olumlu sonuçlar vermesi de muhtemel. 


Peki, bizde durum ne?

Madrid öncesi Dünya Bankası’nın Türkiye’ye Paris Anlaşması’na taraf olunması koşuluyla 3,2 milyar dolarlık bir kredi desteği verebileceği gündeme gelmişti.

Bu konuda görüşmeler hala devam ediyor. Son dönemde termik santrallere dair kararlı kapatma tavrı aslında Türkiye’nin iklim krizine karşı mücadelede önemli bir adımdı.

Paris Anlaşması’nın biran önce TBMM’de onaylanması da iklim zirvelerinde ülkemizin elini güçlendiren, iklim krizine karşı öncü rol üstlenmesini sağlayacak bir atılım olacaktır.

Dilerim bu atılım en kısa sürede gerçekleşir ve COP-26’ya daha güçlü katılabilir, iklim krizine karşı mücadelede öncü olabiliriz. 

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU