İspanya ve Portekiz’in 16. Yüzyılda Orta ve Güney Amerika’ya getirdikleri savaşçılar arasında Müslümanlar da vardı.
Dikkate değer bir sayıda olan bu Müslüman savaşçılar, baskılar nedeniyle görünür bir şekilde ibadet edemiyor, çoğu zamanda dini kimliklerini saklamayı yeğliyorlardı.
Daha sonra 17. yüzyılda kıtaya getirilen Afrikalı kölelerin önemli bir bölümünün Müslüman olması, İslam dinine mensup nüfusun büyümesine yol açmıştı.
Ancak köleler de uğradıkları baskılar nedeniyle dini kimliklerini gizlemeye özen göstermişlerdir.
Afrikalı köle Müslümanlar, baskılara ve yaşam koşullarına isyan etmekten de geri kalmamıştır.
Öyle ki, 1830-1835 yılları arasında Brezilya’nın doğu kesimindeki Bahai bölgesinde 30’dan fazla isyan çıkarmışlardır.
Hatta ‘Revolta Dos Males’ adı altında tarihe geçmiş bu olaylar sırasında Afrikalı köle Müslümanlar bir İslam Devleti ilan etmeyi planlamıştır.
İsyanların en büyüğü ve Brezilya’daki okul kitaplarında okutulanı, 25 Ocak 1835 tarihinde Salvador (Orta Amerika ülkesi El Salvador ile karıştırılmasın) kentinde çıkan ayaklanmadır.
Yaklaşık 74 bin olan kent nüfusunun yarısına yakınını Afrikalı Köle Müslümanlar oluşturuyordu.
Bin kadar Afrikalı Müslüman kölenin katıldığı isyan Ramazan ayının sonuna doğru Kadir gecesinde başladı.
Boyunlarında Kuran’dan ayetlerin yazılı olduğu muskalar taşıyan isyancıların çoğu öldürüldü.
Hayatta kalanlar ve isyana katılmayan köleler de bir daha ayaklanmasınlar diye sokaklarda günlerce kırbaçlandı, işkencelerden geçirildi.
Kimi köleler hapishanelere kapatılırken bir kısmı da Afrika’ya sürüldü.
Müslüman Afrikalı köleler, kurmayı planladıkları İslam Devletini göremediler ve Brezilya’daki kaderleri değişti.
Tarih boyunca insanlar başta savaş, baskı, sürgün, salgın hastalıklar, doğal afetler, yoksulluk, kıtlık olmak üzere birçok nedenden ötürü yaşadığı toprakları gönüllü ya da mecburen terk etmek zorunda kalmıştır.
Genel olarak 'Göç' başlığı altında toplanan bu nüfus hareketliliğinin insanlar üzerinde sosyal, kültürel ve ekonomik etkileri olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu, fetihlerle toprak kazanmasının yanı sıra savaşlarla toprak kaybetmesi de göç alan ve göç veren devlet olmasını sağlamıştır.
Yüzyıllar boyunca 3 kıtada yani Asya, Avrupa ve Afrika'da toprakları bulunan Osmanlı Devleti'nin dağılmaya ve yıkılmaya yüz tuttuğu 19. yüzyılda, Balkanlardan Anadolu'ya yoğun bir göç başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyıldan itibaren fethettiği Avrupa'daki Balkan coğrafyasına yerleştirilen Türk nüfus, özellikle de 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra başlayan Balkan Savaşı'nın (1912-1913) kaybedilmesiyle katliamlardan kaçmak için yaklaşık 450 yıl sonra Anadolu topraklarına dönmek zorunda kalmıştır.
Söz konusu tersine göç Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam etmiştir.
Ancak çok fazla bilinmeyen ve üstüne az konuşulan bir başka gerçek vardır ki, o da Osmanlı Devleti'nin 19 Yüzyıl ortalarından sonra ve 20. Yüzyılın hemen başında Amerika kıtasına büyük oranda göç vermesidir. Bu göç kıtanın sadece kuzeyini yani Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'yı değil aynı zamanda Güney Amerika'yı, özellikle de Brezilya ve Arjantin'i de kapsamaktadır.
Söz konusu dönemde, sosyo-ekonomik nedenlerin yanı sıra güvenlik sebebiyle de Osmanlı Devleti'nin Arapçada Kuzey Toprağı ya da Şam Beldeleri anlamına gelen ‘Biladüşşam’ (Şam Vilayeti) olarak adlandırılan bugünkü Ürdün, Lübnan, Suriye, Filistin'den çoğu Hristiyan yaklaşık 1 milyon kişi Osmanlı Pasaportu ile Latin Amerika'ya göç etmiştir.
Bu göç, bünyesinde pek çok dini ve etnik azınlığı barındıran Osmanlı Devleti'nin ilk kez kendi vatandaşlarını çok uzak ve farklı kültürlere sahip Amerika kıtası ülkelerine göçmen olarak göndermesi bakımından önemlidir.
Osmanlı vatandaşı Arap, Yahudi ve Ermeniler için kullanılan el Turco yani 'Türk' kelimesi Batı'da olan tarihsel önyargılar ve misyonerlerin olumsuz propagandaları yüzünden Latin Amerika'da aşağılama ifadesi haline dönüşmüştü.
İşte bu nedenledir ki Osmanlı topraklarından giden özellikle de Araplar, kendilerini gizlemek zorunda kalmıştır.
Bu da el Turco toplumunun Latin Amerika ülkelerindeki asimilasyonunda önemli bir rol oynamıştır.
Prof. Dr. Kemal Karpat'ın bir araştırmasına göre, 1860-1914 yılları arasında 1 milyon 200 bin Osmanlı vatandaşı Amerika'ya göç etmişti. Bunların yarısını ise Suriye ve Lübnanlılar oluşturuyordu.
Karpat, Osmanlı vatandaşlarının Güney Amerika'ya ilk ciddi göçünün 1870'li yıllarda Arjantin'e olduğunu ve bu ülkeyi Brezilya, Kolombiya, Şili, Küba, Haiti ve Meksika'nın izlediğini belirtir.
Yıllara göre Latin Amerika ülkelerine gidenlerin sayıları hakkında yayınlanmış çok veri yoktur.
Bu nedenle bazı ülkelerin istatistikleriyle yetinmek zorunda kalınmıştır. Örneğin, Arjantin'in, 1909 yılına ilişkin resmi kayıtlarına bakıldığında, Osmanlı topraklarından gelen ve bu ülkeye kabul edilen toplam göçmen sayısı 11,765'tir. Bunların 5,111'i Müslüman, 6,428'i Katolik ve 226'sı ise Yahudi’dir.
Güney Amerika’da yerli kabileleri ve siyahi köleleri kategorilere ayıran resmi yönetimler, El Turcolar için benzer bir uygulamaya gitmese de onları beyaz olarak da kabul etmemiştir.
Hemen belirtmekte yarar var, El Turco tanımlaması süreç içinde sadece Osmanlı pasaportu ile gelenleri değil Güney Amerika'da yaşayan tüm Ortadoğu kökenlileri kapsamıştır.
Daha açık bir deyimle El Turco ifadesi onların ortak kimliği haline gelmiştir.
Brezilya'da, Osmanlı torunu El Turcoların en yoğun olduğu yerler Sao Paulo ve Rio de Janeiro kentleridir.
El Turco grubunun Rio de Janeiro'da, 1890 sonrası ve özellikle 1. Dünya Savaşı öncesi büyük topluluklar halinde yerleştikleri, dükkanlar açtıkları mahalle, Brezilyalılar tarafından 'Küçük Türkiye' olarak adlandırılmıştır.
Sao Paulo'da da durum farklı değildir. Brezilya'nın en büyük ve kalabalık metropolü, aynı zamanda finans merkezi olan Sao Paulo'da, Türkiye Cumhuriyeti kökenli göçmen bulunmamaktadır.
Ancak Brezilyalılar Osmanlı pasaportuyla gelmiş bu topluma Hıristiyan, Müslüman, Yahudi olup olmadıklarına bakmaksızın 'Turco' demeye devam etmektedir.
São Paulo'daki el Turco topluluğunun önemli bir kesimini ise Suriye ve Lübnan kökenliler oluşturmaktadır.
Bu konuya devam edeceğiz.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish