İYİ Parti Genel Başkanı Dervişoğlu: Meşruiyeti fotoğraf karelerinde değil, milletin vicdanında arayanlarız

“Sorumluluk sahibi siyasi partiler, yaşanan gelişmelerin neye sebeb olduğunu sonuçlarına bakarak artık idrak etmeli, başta CHP olmak üzere komisyondan çekilmelidir”

Fotoğraf: ANKA

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında konuştu.

Toplantı öncesi tüm sıralar Türk bayraklarıyla donatıldı. Dervişoğlu'nun salona girişi sırasında Mülkiye Marşı çaldı. Salonda "Mustafa Kemal'in askerleriyiz", "Ne mutlu Türk'üm diyene" sloganları atıldı. Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı'nın okunmasının ardından kürsüye çıkan Dervişoğlu, özetle şunları kaydetti: 

"Geçtiğimiz hafta Mersin’de, birinci vazifemiz için milletimizle birlikteydik. Her koşulda ve daima Türk milletine, devletine ve Cumhuriyeti'ne yöneltilmiş tehditlere, tuzaklara ve planlara karşı tetikte olduğumuzu bir kere daha haykırdık. Her yerde söyledim, burada da tekrarlıyorum. Bugün Cumhur Koalisyonu 'Devlet olma mevzisini' terk etmiştir. İstiyorlar ki, muhalefet de kendilerine benzesin. Hatta rozetini değiştirsin. Yoksa koluna kelepçe, yoluna mahpushane yazıyorlar. Şantaj siyasetiyle herkes istedikleri hizaya gelsin istiyorlar. Ne Meclis görevini yapsın ne Cumhuriyet ve onun kurumları kalsın, kadim devletimizin teamülleri yok olsun istiyorlar. 

"Siyaset falına fotoğraflardan bakanlar bizden uzak dursunlar"

Bir kere daha hatırlatmak isterim, biz, İYİ Parti olarak devlet mevzimizi, devlet geleneklerimizi ve devlet ciddiyetimizi terk etmeyeceğiz. Kuruluşumuzdan itibaren milletimize karşı en temel sorumluluğumuzun gereği ve esası budur. Siyaset falına fotoğraflardan bakanlar da fotoğraf kareleriyle siyaset tanzim edenler de niyetçinin tavşanı gibi niyet çekenler de bizden uzak dursunlar! Bakabiliyorsa, milletimizin acı fotoğraflarına baksınlar. Herkese sesleniyorum, bir ayaküstü görüşme ya da el sıkışmayla karakterimizin ve fikirlerimizin değişeceğini zannedenler ya bizi tanımıyorlar ya da bizi kendileri ile karıştırıyorlar. Bizde yalpa olmaz, bizde sapma olmaz. Bizde güce tapınma ve teslim olmak yoktur. Olmayacaktır da. Bugünümüz, mazimiz ve mücadele geçmişimizin kefaleti altındadır. Meşruiyeti fotoğraf karelerinde değil, milletin vicdanında arayanlarız. Bu büyük millet için mücadeleye de sonuna kadar devam edeceğiz. Teşekkürler anlaşılmak güzel şey. Diler ve umarım ki grup toplantımızın başında grup salonumuzun neden gelincik tarlasına dönüştürüldüğünde de birgün anlar ve idrak ederler. Toplantımıza neden İstiklal Marşıyla başladığımızın şuuruna da ererler.

"Siyaseti artık millete karşı ve millete rağmen yapıyorlar"

Cumhur koalisyonu, siyaseti millet için yapmayı unutalı çok oldu. Siyaseti artık millete karşı ve millete rağmen yapıyorlar. Aldıkları kararlardan, yanlışlarından, ısrarlarından milleti sorumlu tutar hale geldiler. Atanmış Merkez Bankası Başkanı’nın son sözleri buna açık bir örnektir. Diyor ki; yastık altındaki altınlar yüzünden enflasyonla mücadele edemiyorlarmış. Meali; enflasyonun sebebi millettir. Dünyada eşi benzeri olmayan; faiz sebep-enflasyon sonuç doktrininden, millet sebep, enflasyon sonuç tezine geçilmiş. Dişinden tırnağından artırıp, evlatları için kıyıya köşeye üç beş kuruş koyan milleti suçlu ilan etmek, önce yaratıp, sonra yönettikleri ekonomik krizin sorumlusunu millet ilan etmek, nasıl bir nobranlık, nasıl bir utanmazlık, nasıl bir ahlaksızlık, nasıl bir akıl tutulmasıdır. Varımıza yoğumuza göz diken, adeta milletin kanını emen İngiliz Mehmet bey de 'enflasyon, zirai don felaketinden dolayı bu ay yüksek geldi' diyor! Ha bir de eğitim harcamaları olduğu için, enflasyonu düşürememişler. Meali; artık bu millet, ekmeği, suyu da bıraksın. Eylül ayında eğitim harcaması da yapmayın, hem çocuklarınız okuyup, sınıflarını geçip de ne olacak? Bizden değilseniz mülakatta zaten eleyeceğiz. 

"Meşruyeti millette arayacaksınız"

Son bir senede, gıdada yüzde 36, ulaştırmada yüzde 25, eğitimde yüzde 66, konutta ise yüzde 51 artış olmuş. Bunun piyasalara yansıyan sonuçlarıyla da milletimiz cebelleşiyor. Bu, kısa vadede gidecek olan 'Orta vadeli arkadaşların', gündüz düşlerinin sonuçlarına bakalım. Asgari ücrete yüzde 20 zam konuşuluyor. Bütün bir yıl senden, benden 2 misli alıyorlar, yerine lütuf diye 1’ini bile vermiyorlar. Partili Cumhurbaşkanlığının ilk gününden beri, tam 7 yıldır durumumuz budur. Mali yılın sonuna geliyoruz, birkaç haftaya, Mecliste 2026 bütçesi konuşulmaya başlanacak. Yeni yılın bütçesi, ücretleri belirlenecek. Geçen sene bu zamanlarda, '2025’in ilk altı ayı için asgari ücret 28 bin lira olsun. İkinci altı ay yeniden değerlendirilsin ve ara zam yapılsın' dedik. Onlar, asgari ücreti 22 bin lira açıkladılar. Temmuzda da 'Allah versin, şükredin halinize' dediler. Geçen hafta Türk-İş 4 kişilik ailenin açlık sınırını 28 bin lira olarak açıkladı. Haklı çıktık diye sevinmiyoruz. Olan hep milletime oluyor. Hayalleri yıkılan her sene daha da yok olan hep milletim oluyor. İşte 'meşruiyet meselesi' budur, tam olarak buradadır. Kimin, kimin koltuğunu tuttuğu, kimin kimin koltuğunun altına girdiği değildir. Memleketin ve milletin hali bu olduğu sürece, hiçbir yerden meşruiyet devşiremezsiniz. Boş yere onun bunun kapısında sürüngenlik yapmayın. Meşruyeti millette arayacaksınız. 

"Gençlerimizi; meşru yollar yerine, zararlı yapıların, çetelerin kucağına itiyorsunuz"

Artık kronik hale gelmiş olan işsizlik, devletin meşruiyetini aşındırmaktadır, toplumsal huzur yaralanmaktadır. Görünenin yanında, görünmeyen ve iktidar tarafından gizlenen işsizlik çığ gibi büyümektedir. Bir ülkede, 5 hatta 6 milyon ev gencinden bahsetmek bile, o ülkeyi yönetenler için en büyük utançtır. Çünkü o ülke, geleceğini evlere hapsetmiş bir ülkedir. Bu kıskaca mahkum edilen gençlerimizi, hayat ve hayal kuramayan gençlerimizi; meşru yollar yerine, zararlı yapıların, çetelerin, bölücü örgütlerin kucağına itiyorsunuz demektir. Sanal bahis, kumar ve uyuşturucu sorunu da buradan beslenmektedir. Bugün suç örgütlerinin, çetelerin haberlerini izliyoruz. En işlek merkezlerde, silahlı saldırılar, cinayetler vaka-i adiyeden sayılıyor. Bu sebeple işsizlik artık sadece bir rakam ve istatistik değil; toplumsal dokumuzu parçalayan bir virüse dönüşmüştür. Bunlara alışamayız, bunları normalleştiremeyiz. 

"Geldiğiniz gibi gitme imkanından da mahrum kalabilirsiniz"

Türkiye’yi ve geleceğimizi çetelerin inisiyatifine terk edemeyiz. Peki çare nedir? İş imkanı sağlamaktır. Yolu nedir? Yatırımdır. Hedefi nedir? Üretimdir. Kolay mıdır? Kolaydır. Çünkü Türkiye potansiyeli olan, zengin bir ülkedir. Bunu mümkün kılacak olansa, iktidarın tercihleridir. Parti elitlerinin ballı hayatları mı, yoksa milletin dertlerine derman olmak mi? Soruyorum, milletini önceleyen bir iktidar görüyor musunuz? Elbette hayır. Neden? Çünkü ekonomiyi de kendilerine benzettiler. Yolsuzluğu, rüşveti, hırsızlığı kurumsallaştırdılar. Şimdi de bunun toplumsallaşmasını izliyoruz. Balı tutan, parmağını yalamakla kalmıyor, bütün kovanı kendi malı sanıyor. Kimi Karayolları ihalesiyle milyarder oldu, kimi belediyeye çiçek satarak milyoner oldu, kimi de sosyal yardımlarla abat olduğunu zannetti. İşte biz toplum olarak, ülke olarak, bu hale böyle geldik. Bilinmelidir ki; herkesin, her şeyi kendisine hak gördüğü yerde, kimse hakkını alamaz. Kimse haksızlığı sorgulamazsa, hiçbir haksızlık ceza görmez. Bir memleketin yarısı ayrıcalık, yarısı da avanta peşindeyken, o memlekette ne cumhuriyet kalır, ne de refah olur. 

Buradan uyarıyorum, gemi su almaya başlayalı çok zaman oldu beyler. Ve bu kafayla giderseniz, gemi batacaktır. Bu ülkeye bu kötülüğü yapmayın, bu millete bu kötülüğü yapmayın. Bu milletin tersi farklıdır. Sizi geldiğiniz gibi göndereceğiz diyoruz ama geldiğiniz gibi gitme imkanından da mahrum kalabilirsiniz. Bunu iyi düşünün. 

"Suç işleniyorsa devletin gözetiminde işleniyor"

Hiçbir şey tesadüf değildir. Dürüst temiz girişimciyi, üreticiyi, çiftçiyi, tüccarı da işte böyle böyle yıldırdılar. Vergiyle, krediyle, kesintiyle, stopajla, gümrükle, ruhsatla, perişan ettiler. Hesabındaki parayı çekemedi, elindeki dövizi kullanamadı. Kurallara uyması için değil, kuralları delmesi için uğraştılar. Bakınız, bugün birkaç yıl içinde devasa holdinglere dönüşmüş şirketlere operasyonları konuşuyoruz. Kısa süre içinde büyük servetler edinilmiş, büyük şirketler satın alınmış. Gözaltına alınanlar 'Bizi bir devlet büyüğü yönlendirdi' diyor, bir savcı da 'hangi devlet büyüğü o' diye sormuyor. Ama benim alın teriyle üretmeye, istihdam yaratmaya uğraşan kardeşime de yapmadıklarını bırakmıyorlar. Bu nasıl bir sarmaldır. Bu nasıl bir tezgahtır. Şirket alımları devletin ilgili kurumlarından onay alıyor. Yani suç işleniyorsa devletin gözetiminde işleniyor. Sonra bir zaman belirlenip operasyon yapılıyor. Devleti getirdikleri hale bakar mısınız. 

"Türkiye içinse bir itibar bataklığına dönüşen Halkbank davası"

Aslında ticaret hayatımıza, esnafımıza, çiftçimize karşı bir başka operasyon daha yürüyor. Bugün, Merkez Bankası verilerine göre, ticari kredi faizi yüzde 52’dir. Enflasyon beklentisi ise bunun yarısı. Sormazlar mı, senin enflasyon beklentin bunun nasıl yarısı diye? Sordurmuyorlar çünkü, bugün kamu bankaları aracılığıyla zaten kendi şebekelerine istedikleri orandan kredi kullandırıyorlar. Çiftçinin traktörüne, hasadına, tarlasına haciz ama AK Parti elitlerine ve akrabalarına geri ödemesiz döviz kredisi. Hak bunun neresinde, eşitlik bunun neresinde. Bu yağmanın sonunda ne oluyor? İşte size, imam isteyip rahip verdikleri ama hiçbir şey alamadıkları Türkiye içinse bir itibar bataklığına dönüşen Halkbank davası.

"Milletimizin, üreticimizin hakkı teslim edilsin istiyoruz"

Reel sektör borç yükü altında ezilmektedir. Bu yüksek faiz, sanayiye her geçen gün daha fazla zarar vermektedir. KOBİ’lerin takipteki alacakları yüzde 130 artmıştır. Ticaret haberlerinde iflastan, konkordatodan gayrı başlık yoktur. Şimdi, bu gel-git akıllılar, istikamet arıyor, bir ABD, bir Çin, bir körfez, bir Rusya dönüp duruyor ya, bir sorun bakalım, dış ticaret açığını nasıl kapatacaklarmış? Hayali ihracatla mı? Sanal kumarla mı? Maden ruhsatı satarak mı? Yoksa kara para aklayarak mı? Bakınız! Gittiğimiz her ilde, ilçede görüştüğümüz sanayi, ticaret ve esnaf odaları aynı durumdadır, hepsinin çığlığı aynıdır. Türk Lirası cinsi kredilerdeki sınırlar gevşetilmelidir. Finansman maliyetleri öngörülebilir hâle getirilmelidir. Bu artık ertelenemez haldedir. Haklı çıkmak istemiyoruz! Milletimizin, üreticimizin hakkı teslim edilsin istiyoruz.

"Hiç kuşku yok ki, çetrefilli bir Dünya zamanından geçiyoruz. Yaşanan dış gelişmeler, bir şeylerin değişmekte olduğunu gösteriyor. Ama insanlık olarak halen yeni bir düzenin, sistemin adını koyabilmiş değiliz. Bu devranda, kendi şahsi çıkar ve ajandalarını, ülkesinin çıkarları olarak pazarlayan bir lider enflasyonu sebebiyle, kırılgan bir zemindeyiz. Kurallar, teamüller ve ilkeler yok sayılıyor, çiğneniyor. Korkarım ki bu kuralları yerine koymak, daha iyisiyle değiştirmek için çok yol kat etmek gerekecektir. Çünkü kuralsızlık, şahıslara indirgenmiş rejimleri besliyor. Bu şahısların aralarındaki gerilimler ve çatışmalar da, onların kendi ülkelerindeki iktidarlarını ve rejimlerini tahkim ediyor. Dostluklar ise kapalı kapılar arkasında gerçekleşen, pek azı dışarıya sızan kişisel anlaşmalara dayanıyor. Kazanımlar, kârlar, başarılar liderlere yararken, kayıplarsa masum milyonların sırtına yükleniyor. İşte böyle zamanlarda, ülkemiz açısından Irak, Suriye, Ege ve Akdeniz gibi meselelerdeki stratejik çıkarlarımızın korunması, korunabilmesi daha zor ve ama elzem hale geliyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"İki devletli çözümün ve ilelebet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin yanındayız"

Şüphesiz Kıbrıs davası bunun başında geliyor. Bundan 2 hafta sonra Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Bu seçimler Kıbrıslı Türklerin geleceği açısından son derece önemli. İYİ Parti olarak bu konuda duruşumuz bellidir. Bizim önceliğimiz, Ada'daki Türk varlığının huzur ve güven içinde ilelebet var olmasıdır. Ben, Kıbrıs Türk halkının iradesine etki etmemek için buradan bir adayı desteklemek gibi bir saygısızlık içinde olmak istemem. Eğer Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak tanınması en büyük arzumuzsa, Kıbrıs Türk halkının egemenliğine ve iradesine ilk önce bizlerin saygı duyması gerekir. Kardeşlerimizin vereceği her kararın bizim için milli iradenin tecelli etmesinden başka bir anlamı yoktur. Ancak Kıbrıs Türk toplumunun var olabilmesi için iki koşul vardır. Bunlardan ilki elbette ki var olma iradesidir. Kıbrıs Türkleri’nin güvende olabilmeleri için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin zorunluluğuna dair sarsılmaz bir inanca sahip olmaktır. Federasyon veya Konfederasyon gibi arayışların karşısında, iki devletli çözümün ve ilelebet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yanındayız.

"Bir devletin itibarını tüketerek onun bağımsızlığını savunamazsınız"

Dünyada değerlerin ve hukukun yerini maalesef güç siyaseti almıştır. Bugün Gazze'de, Ukrayna'da ve Suriye'de güvenlik kaygıları üzerine kumar oynanamayacağı ve güvenliğin bazı hayalci şahısların fantezi dünyasına kurban edilemeyeceği görülmektedir. Bugün Gazzelilerin yaşadığı dramın bir sebebi de onları koruyacak bir devletlerinin olmamasıdır. Bu yüzden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var olmalıdır ki Kıbrıs Türklüğü de var olabilsin. Var olmanın ikinci koşulu ise Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemen, hukukun üstünlüğüne dayanan, demokratik ve şeffaf bir devlet olarak var olabilmesidir. Tam teşekküllü ve saygın bir devlet olarak varlığını devam ettirmesi, uluslararası tanınma kazanması gerekir. Son zamanlarda, karanlık ilişkilerle gündeme gelmesi ve bazı illegal işler adasına dönüşmesi kabul edilemez. Bunun böyle algılanması dahi korkunçtur. Bir devletin itibarını tüketerek onun bağımsızlığını savunamazsınız. Kıbrıslı kardeşlerimizin beklentisi de özgür, müreffeh ve kural temelli bir ülkede yaşamaktır. 

"Savaş uçaklarımızın motorsuz olduğunu öğrenerek ödüyoruz"

Kıbrıs davamızın bedelini, Türk milleti olarak yıllarca ambargolarla ödedik. Benzin kuyruklarıyla ödedik, silah ambargolarıyla ödedik. Bir gece ansızın oraya tatil olsun diye gitmedik. Bu mücadeleler unutulduğunda ise ne olduğunu hep birlikte görüyoruz. Kişisel politikaların bedellerini, millet olarak biz ödüyoruz. O bedeli bugün, Beyaz Saray’dan bir randevu almak için bir çırpıda milyar dolarlık yolcu uçağı siparişi verilirken ödüyoruz. Milyonlarca hektar ormanımız yanmasın diye söndürme uçağı alamayarak ödüyoruz. Ve parasını verip kendisini bir türlü alamadığımız F-35’lerle, anlaşma yapıldı derken, Kongre onayının olmadığı anlaşılan F-16’larla, Avrupa’dan tedarik edilmeye çalışılan Eurofighter’larla 'Yapıyoruz, yaptık' diye heyecanla beklediğimiz kendi savaş uçaklarımızın motorsuz olduğunu öğrenerek ödüyoruz.

"Türk milletinin sessiz halinden korksunlar"

Bugün içeride Öcalan, aracı kılınıp PKK ile pazarlık komisyonu çalıştırılıyor. Dışarıda ise Trump ricacı yapılarak, İsrail ile pazarlık süreci yürütülüyor. Açıktır ki yine unuttuğumuz mücadelelerin bedelini ödüyoruz. Aksi olsaydı, dün bu Meclis çatısı altında terörist başına slogan atılması hayal bile edilemezdi. Bu çatı Türk milletinin iradesinin, egemenliğinin, istiklalinin ve birliğinin sembolü Büyük Millet Meclisi’nin çatısıdır. Bu çatı, egemenliğimize, birliğimize, istiklalimize kast eden bir caniye övgü sloganları atılacak yer değildir. Bakınız düşük bir ses tonuyla anlatıyorum yani yine bunlar celallendi demesinler. Türk milletinin sessiz halinden korksunlar. Millet Meclisi’nin haysiyeti, bir haysiyetsize atılan sloganlarla yaralanamaz. Dün burada, İmralı Canisi için atılan slogan, en az 15 Temmuz hain darbe girişiminde Millet Meclisi'ne atılan bombalar kadar tahripkardır. Bu gerçeği herkes görmek zorunda. Kimse ses çıkarmıyor fark ediyor musunuz? O sloganları atana da müsaade edene de görmezden gelene de yazıklar olsun.

"Başta CHP olmak üzere komisyondan çekilmelidir"

İhanetin bağrına saplanacağız. Bu şımarıklığa derhal son verilmelidir. Bu kutlu çatı bölücü örgütlerin nümayiş yeri değildir. TBMM'nin itibarı, gelenekleri, teamülleri, hakları ve kuralları mutlaka korunmalıdır. Meclis'e getiremedikleri caninin ayağına, Meclis'i götürecek ve onu meşrulaştıracak arayışlar terk edilmelidir. Sorumluluk sahibi siyasi partiler, yaşanan gelişmelerin neye sebeb olduğunu sonuçlarına bakarak artık idrak etmeli, başta CHP olmak üzere komisyondan çekilmelidir. Havanda su dövmekten başka işe yaramayan ve milletimizin ve devletimizin tartışılmazlarını tartışmaya açan bu yetkisiz komisyonun faaliyetleri sonlandırılmalıdır. Yapılacak iş, konuşulacak konu varsa, Meclis buradadır ve görevinin başındadır.

"1923’ün onurunu taşıyamayanların bize reva gördüklerini yaşıyoruz"

Üzgünüm ama bugün Cumhuriyeti unutmanın bedelini ödüyoruz. Etnik hezeyanları, entegrasyon diye yıllardır pazarlayanlara karşı, 1923’ün onurunu taşıyamayanların bize reva gördüklerini yaşıyoruz. Omuz omuza duramayan bir ülke, teröristlerin, barış güvercini diye ortaya döküldüğü bir ülke... İktidarın, iktidarda kalmak, ortaklarının da nemalanmak uğruna, ulus devleti muhafaza etmekten vazgeçtiği bir ülke. En acısı da bu namertlikler, iki kutuplu siyaset eliyle gerçekleştiriliyor. Zaten olması gereken şeyler, anormal görülüyor, her skandal, her gerçek krizse, olağan hale getiriliyor. Bugün, iki partili sistem hayalleri kuranlar var ya işte onlar, ikiye bölünmüş bir ülkenin hayrını göreceklerini zannediyorlar. Dedim ya skandal olması gereken şeyler bile, bir gün hatta birkaç saat dikkatimizi çekebiliyor. Bugün Ayşe Barım, 24 saat içinde salıverilip tutuklanıyor. Dünyada hiçbir yerde olmayan bir suç sebebiyle, Fatih Altaylı hapiste tutuluyor. Bir eski iktidar milletvekili olan Hüseyin Kocabıyık, işaret ettiği yanlışlıklar hakaret sayılarak hapse atılıyor.

"İtaat edene yönetim kurulu üyeliği, karşı çıkana cezaevi"

Gencecik çocuklar, espri yaptı hatta espriye güldü diye gözaltına alınıyor. Sahne şovlarından şarkılardan iddianame yazılıyor. İtaat edene yönetim kurulu üyeliği, karşı çıkana cezaevi. Muhalif, kendine alternatif istemiyor, iktidar kendine alternatif istemiyor. Taraflar şartları eşit olmayan, sözde bir rekabeti kabullenmişler. Başka hiçbir şey duymak, hiçbir şey görmek istemiyorlar. Trolleriyle ayrıştırıp, makamlarında birleştirmeye çalışıyorlar… İşte biz buna itiraz ediyoruz. Ben bu kürsünün, bu çatının nasıl bir bedelle var olduğunu unutanlara hatırlatmak, anlamayanlara anlatmak, görmeyenlere de göstermekle sorumluyum. Cumhuriyeti, asıl ben daha iyi tasfiye ederim rekabetini reddediyorum. Benim sözüm, burayı kurulduğu şekliyle, özüyle muhafaza etmek üzerinedir. Kimse kusura bakmasın mevzu Cumhuriyetse mevzu büyük Türk milleti ise herkes bilsin ki gerekirse hısımlarımla hasım olurum. 

"Devlet işlerini, parti mitingine çevirmeyen bir Cumhurbaşkanı ol"

Buradan Cumhurbaşkanı'na sesleniyorum: TBMM’yi hesap verilen, hesap sorulan, Türk milletinin özü olarak gördüğünde meşru olabilirsin. Gel koy ajandana, emin ol, Trump’ın lütuflarından daha zul değil, göreceksin: Bütçe görüşmelerinde Meclis'te ol. Madem Meclis'in yetkisini aldın, o yetkinin arkasında dur. Devlet işlerini, parti mitingine çevirmeyen bir Cumhurbaşkanı ol, olamıyorsan, benden sonrası tufan deme, o rozetlerden birini devret. Emin ol ki, sana muhalifleri yargılatarak, tarihe altın harflerle geçeceğini söyleyenler, senin dostun değildir. Gel o sözde dostlarla değil, bu çatı altında siyasete geri dön. Siz bakmayın akademik ünvanlı trollerin gevezeliklerine ben Erdoğan'a, artık millete yanaş diyorum, Cumhuriyet Türkiye’sine yanaş diyorum, yönettiğin bu ülkeyle artık barış diyorum.

"Her hikayenin öyle ya da böyle bir sonu vardır ve hikayeler sonlarıyla hatırlanır"

Bu ülkenin ve devletin sana verdiğinden fazlasını ondan almaya çalışma diyorum. Kendine göre bir sistem ürettin, senden sonra ne olacak düşündün mü diyorum. İki kapılı han diyorlar ya gelip geçiyoruz. Emri hak Sultan Süleyman’ı da buluyor tersanede körükcü Süleyman’ı da. Ne sen muafsın ne ben, bunu hiç düşündün mü diyorum. Cumhuriyeti yıkıp, hanedan kurmaya çalışarak bir siyasi hayatı ziyan ettim demek istemezsin zannediyorum. Canibaşı Apo’nun, eli kandan temizlenmez. O kan bulaşmış ellerden de sana hiçbir hayır gelmez diyorum. İstifayı gerektiren yüzlerce olayı, her zaman bir rüzgar yapıp, irtifa alamazsın diyorum. Geçmiş dönemlerde oldu olumsuz şeyler. Aslında bakanlarının da senin de bürokratlarının da istifa etmesi gerekiyordu. Ama öyle bir algı kampanyası yaptın ki o rüzgardan kendine bir irtifa kaydettirmeyi başardın. Bu sefer deniz tükendi. Bu rüzgar fırtınaya dönüşürse seni kimse kurtaramaz Recep Tayyip Erdoğan. Her hikayenin öyle ya da böyle bir sonu vardır ve hikayeler sonlarıyla hatırlanır. Bunu unutma diyorum. Dediklerim anlayanadır. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az...

"Tek adam rejimine 'hayır' dedik"

Bu partiyi kurarken kimseden izin almadık, kimseden inayet beklemedik. Partimizi kuran Türk milletidir. Başınız dik, alnınız açık dolaşınız. Kimseden çekinecek değiliz. Kurulduğumuz günden beridir. Cumhuriyet, demokrasi, hürriyet, insan hakları ve kalkınma dedik. Tek adam rejimine hayır dedik. 2 iş takibine, 3 ihaleye fırıldaklık etmedik. Edenler de aramızda barınamadılar, tam da olmak istedikleri yerdeler. Onurumuzu, şerefimizi, haysiyetimizi ve davamızı trampacılara tahsil ettirmedik. Hiçbir itirazımızı, beğeni ve etkileşim için yapmadık, hiçbir öfkemizi de, makyaj aynasında allamadık, pullamadık. Cumhuriyet dedik, ulus devlet dedik, hukuk devleti dedik. Şantajlara tehditlere boyun eğmedik. Komisyonları fırsat bilip komisyoncu olmadık. Kimsenin arzusuyla da yolumuzu bozmadık. İyiler ve cesurlar diyorum! Hep öyle kalacak! Ne olursa olsun Türk milleti dışında bir aidiyetimiz olmayacak. Cumhuriyeti, muhafaza ve müdafaa etmek dışında bir kavgamız olmayacak! Sözümüzse dün bugün ve daima aynı olacak: Ne mutlu Türküm diyene."

 

ANKA 

DAHA FAZLA HABER OKU