Uçum, bu süreci bir “çözüm süreci” olarak değil, “geçiş süreci” olarak nitelendirdi ve bunun bir devlet politikası olduğunu vurguladı. Uçum’a göre, 2024 yılının Ekim ayında başlayan bu yeni aşama, birdenbire ortaya çıkmış bir proje değil; yıllardır hazırlıkları yapılan, devletin kurumsal aklıyla yürütülen ve belirli bir olgunluğa eriştiğinde hayata geçirilen bir süreçtir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Ağustos ve 1 Ekim 2024’te yaptığı açıklamalar ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin attığı stratejik adımlar, bu yeni paradigmanın öncü hamleleri oldu.
Bazı çevrelerin sürece yönelik “iktidarın ömrünü uzatma hamlesi” yönündeki eleştirilerine karşı çıkan Uçum, bu yaklaşımı dar ve sığ bir bakış olarak nitelendirdi. “Terörsüz Türkiye hedefi, aktüel siyasetin değil, genel siyasetin konusudur. Konuyu iktidara faydası üzerinden tartışmak, sığ ve dar çıkarcı bir yaklaşım olur. Bu sürece katkı veren herkes kazanır” ifadelerini kullandı.
Mehmet Uçum, sürecin önceki “çözüm süreci” ile karıştırılmaması gerektiğinin altını çizerek, en kritik farkın örgütün kendini feshetmesi ve silah bırakma kararı alması olduğunu belirtti. “Bu bir çözüm süreci değil, bir geçiş sürecidir. Geçişin ön şartı olarak örgüt kendini feshetti ve silah bırakma kararı aldı. Şimdi bu geçişi başarıyla tamamlamak için gerekli adımlar atılıyor” dedi.
Uçum'un açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Devrimci dönüşüm dönemi"
Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini ve birliğini kırk yıldır hedef alan terörü her anlamda ve her mecrada sonlandırmak, demokratik siyasetin sırtındaki yükleri atar. Bu nedenle terörün eylemine, diline, vesayetine, örgütüne her yerde ve her şartta son vermek için ilgili ve duyarlı herkesin yaptığı çalışma büyük bir değere sahiptir.
En önemlisi, terör vesayetinden kurtulan aktörlerin bağımsız demokratik siyaset yapma imkânına kavuşmasıdır. Bu imkânın kıymetini bilmek ve doğru değerlendirmek son derece önemlidir. Terör riskinin ortadan kalkması demokratik siyasetin fikrî alanını genişletir.
Aktif terör faaliyetinin sona ermesi destek unsurların faaliyetini de bitirir. Bu çerçevede hukuk sınırları içinde yer alma imkânı bulacak enformel yapılara karşı operasyon ve kayyum gibi tedbirlere ihtiyaç ortadan kalkar.
Terörün sonlandığı şartlarda Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü, siyasi birliğini, iç ve dış güvenliğini koruyan ve güçlendiren, Cumhuriyetin temel ilkelerine ve demokratik birikime dayanan, herkesin eksiklik duymadan sahiplendiği yeni bir anayasayı hayata geçirmenin koşulları daha fazla olgunlaşır.
“Terörsüz Türkiye” ile başlayacak yeni dönem; Türkiye halkı ve bölge halklarının huzuru, ekonomik ve sosyal refahı, özgürlüğü ve barış içinde bir arada yaşaması için büyük imkânlar üretir.
Sonuç olarak Türkiye’nin öncülük yapacağı bölgenin, bu yüzyılda oluşacak yeni küresel sistemde belirleyici güçlerden biri olması için “Terörsüz Türkiye’ye Geçiş” adı verilen bu devrimci dönüşüm dönemi tayin edici olacaktır.
Kürtçe eğitime yeşil ışık, kayyumlara son
Demokrasi tarihimizi askıya alan en kara dönemlerden 12 Eylül faşizmiyle birlikte devreye sokulan Kürtlerin reddi ve inkârı girişimleri ise bir “iç Kürt sorunu” tarifi yapılmasına neden oldu.
Ret ve inkâr politikalarının bitirildiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimlerinde Kürtler; kimliklerinin tanınması, anadilleri önündeki yasakların kaldırılması, akademik ve kültürel haklar, bölgesel kalkınma, ekonomik refah ve sosyal adalet imkânlarına kavuştu. İçeride terörün bitme noktasına gelmesiyle de huzurlu bir ortam oluştu.
Elbette demokrasinin geliştirilip güçlendirilmesi ve yeni anayasa kapsamında her zaman değerlendirilecek konular olur.
Bu kapsamda;
• Türk vatandaşlığı tanımının bir hukuki bağ olarak anayasada çok daha vurgulu yapılması, “Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır” şeklinde bir hüküm konulması söz konusu olabilir.
• Türkçe'nin devletin dili yani tek resmi dil olması, eğitim dili olması elbette tartışma konusu değildir. Bununla birlikte Türkçe'den başka dillerin öğretimine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceğini içeren anayasal bir hüküm getirilebilir.
• Üniter yapıyı destekleyecek, yerel meclisleri yerel bütçe taslakları ve denetim konusunda güçlendirecek; merkezin yerel icrada sorumluluğunu artıracak bir yerel yönetimler reformu gündeme gelebilir.Ancak bunlar artık tüm toplumun ortak konularıdır. Ayrılıkçı yaklaşımlarla değil, ortak politikalarla ele alınıp çözüme kavuşturulacaktır.
"Kürtlerin statü sorunu yok"
Türkiye’nin Kürtlerinin bir statü sorunu ve dolayısıyla statüye dayalı tarif edilecek bir hakkı yoktur. Çünkü sözü edilen statü; ülke ve devlet sahibi olmaktır. Türkiye’nin Kürtleri, bin yıllık kardeşlik ruhu ve bilinciyle emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşımızda, yine aynı bilinç ve ruhla Cumhuriyetimizin kuruluşunda yer aldı. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir!” ilkesi uyarınca Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Kürtler, gönüllü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna katılıp kendi kaderlerini ebediyen tayin etti. Dolayısıyla Kürtlerin Milli Devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir, Kürtlerin Vatanı Türkiye’dir.
Bu nedenle Terörsüz Türkiye hedefi, Kürtlerin Devletlerine ve Vatanlarına sahip çıkması çağrısını ve uyarısını da kapsıyor. Artık bir emperyalist proje olan “Türkiye Kürtlerine statü hakkı verilmesi” dayatmasına karşı alınacak tavırlar, Terörsüz Türkiye hedefinde safları belirleyecek temel ölçüdür.
Türkiye’ye dayatılan ve asıl amacı Türkiye’yi bölmek olan yapay “dış Kürt sorununa” karşı mücadele, Türkiye’nin anti-emperyalist mücadelesindeki en temel konudur. İç Cephe’nin öncelikle bu konuda sağlamlaştırılması ve güçlendirilmesi son derece önemlidir. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü ve siyasi birliğini korumak için zorunludur, Türkiye’nin geleceği açısından hayatidir. Terörsüz Türkiye’ye geçiş, bu sorunun da çözümünü sağlayacaktır.
"Özel bir kanun yapılmalı"
Bugün örgütün kendini feshettiği ve silahların yakılmasıyla silah bırakma aşamasına geçilen bir durum var. Bu duruma uygun yeni bir düzenleme yapılması, rutin dışı geçiş dönemine uygun düşer. Bu düzenlemenin ayrı ve özel bir “geçiş süreci kanunu” olarak çıkarılması doğru bir yöntem olur.
Bu düzenlemenin tek, geçici ve özel bir kanun olması gerekir. Kanunun içeriğinde, terörün kayıtsız, şartsız ve pazarlıksız sona erdirilmesi özgünlüğü temel alınmalıdır. Kanun; geçişte ihtiyaç duyulan toplumsal ve ekonomik hayata katılım ve entegrasyon hukuku, ceza ve infaz hukuku ile sosyal hukuk konularını kapsamalıdır. Elbette olabildiğince geniş veya yeterli toplumsal ve siyasal mutabakatla bu kanunun çıkması son derece önemlidir.
Tabii bu kanun, Anayasa’ya aykırı yorumlanacak hiçbir hüküm içermemelidir. Ayrıca kanun içeriği düzenlenirken Devlet, Ülke ve Millet hassasiyetlerine ve kırmızı çizgilere uygunluk temel kriter olmalıdır.
Geçiş sürecinde genel talepler ve haklar değil, kapsamdaki kişiler için geçişi sağlayacak teknik ve pratik hukuki koşullar ele alınır. Özel kanunun içeriği de bu yaklaşımla belirlenmelidir.
Geçiş sürecinin sonuçları
Bölgede terör devleti ve soykırımcı İsrail’in yol açtığı yıkım, Türkiye’nin hem kendisi hem de bölge için daha da güçlenmesini zorunlu hale getirmektedir.
Bu geçiş süreciyle birlikte:
• Emperyalist tehditlere ve siyonist İsrail saldırganlığına karşı mücadele imkânları artar.
• Türkler, Kürtler, Araplar ve Farsların birliği üzerinden bağımsız milli devletlerin güçlenmesi ve eşit işbirliklerinin önü açılır.
• Bölgedeki tüm inanç, dil ve kültür çeşitliliği bir tehdit değil, ilişkilerin köprüsü haline gelir.
• Türkiye öncülüğünde kurulacak bölgesel işbirliklerine, Kürtlerin dört ülkedeki varlığı özel katkı sağlar.
• Ticaret, serbest dolaşım, ekonomik ve kültürel bütünleşme yoluyla bölgesel birliklerin oluşması somutlaşır.
• Her ülkenin birliğini ve özgünlüğünü gözeten, üzerinde mutabakat sağlanmış ortak bir “bölge hukuku” inşa edilebilir.
Haberin tamamına buradan ulaşabilirsiniz
Habertürk, Independent Türkçe