Çevre gönüllüleri "Diyadin Ekoloji Buluşması"nda bir araya geliyor

Çevre aktivistleri, siyanürle altın çıkarılmasına karşı ses yükseltmek ve doğa talanına dur demek için 29 Mayıs'ta Diyadin'de buluşuyor

Su kaynakları tüm nesillerin koruması gereken malıdır. Her kim ki su kaynaklarını tahrip ede, hayvanını getirip buraları kirlete, çöp ata; kafası orada kesile. Bu kaynakları kutsuyorum.

Hitit Kralı 4. Tuthaliya


Bu sözler, binlerce yıl önce Hitit Kralı IV. Tuthaliya'ya ait.

Onun bu uyarısı, günümüzde hâlâ yankı buluyor. Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 56'ncı maddesinde olduğu gibi:

Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların görevidir.


Bu anayasal güvenceye rağmen, Ağrı'nın Diyadin ilçesine bağlı Mollakara (Meleqer) köyünde açılması planlanan altın madeni, çevre örgütlerini ve bölge halkını ayağa kaldırdı.

29 Mayıs'ta Türkiye'nin dört bir yanından çevre savunucuları Diyadin'e giderek hem bölgeyi ziyaret edecek hem de çevreci Avukat Jiyan Özkaplan ile 2 yurttaşın açtığı dava sürecine destek verecek.


İstihdam vaadiyle başlayan süreç, siyanür endişesiyle derinleşti

Haziran 2021'de dönemin Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Mollakara'daki madenin temelini atarken, doğrudan 500, dolaylı olarak ise 2 bin kişiye istihdam sağlanacağını duyurmuştu.

İşsizlikle boğuşan ilçede bu vaat heyecan yaratırken, siyanürle ayrıştırma yapılacağı haberleri gündeme bomba gibi düştü.

Bölge halkı ikiye bölündü: "İş olsun da nasıl olursa olsun" diyenlerle, "Zehirlenerek mi geçineceğiz?" diyenler arasındaki terazi kefesi bir türlü denk gelmedi. Bunun üzerine çevre aktivistleri hukuki mücadele başlattı.


"Dava dilekçemiz sadece hukuki değil bilimseldir"

Davacı Avukat Jiyan Özkaplan, sürece dair şunları söyledi:

Diyadin'in Mollakara köyünde yürütülen maden arama çalışmalarına karşı ruhsatın iptali için dava açtık. Davacılar arasında iki yurttaşın yanı sıra Ağrı Barosu ve İnsan Hakları Derneği Ağrı Şubesi yer alıyor. Davalı kurum ise Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'dür. Dava, Ağrı İdare Mahkemesi'nde görülecek ve duruşma talep ettik.
 

Jiyan Özkaplan
Davacı Avukat Jiyan Özkaplan

 

Avukat Özkaplan, dilekçelerinin sadece hukuki değil, aynı zamanda bilimsel verilere dayandığını vurguladı:

Dr. Eşref Atabay'ın uzman raporunu dosyaya ekledik. Rapora göre, az miktarda altın ve gümüş elde edebilmek için tonlarca kaya dinamitle patlatılıyor ve siyanür kullanılıyor. Bu sadece Diyadin için değil, Murat Nehri Havzası üzerinden tüm Kürdistan coğrafyasını ve bölgeyi tehdit eden bir ekolojik felakettir.


"İklim krizine, göçe, hastalıklara neden oluyor"

Maden projelerinin sadece çevre değil, halk sağlığı üzerinde de ciddi etkileri olduğunu ifade eden Özkaplan, "Bu tür faaliyetler, insanların göç etmesine, bölgenin boşalmasına, kanser, kısırlık ve salgın hastalık risklerinin artmasına neden oluyor. Bu nedenle Çevre, Sağlık ve Tarım-Orman Bakanlıklarını da sürece dahil ettik" dedi.

Dava dilekçesinde Anayasa Mahkemesi kararları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ÇED mevzuatı ve Birleşmiş Milletler sözleşmeleri gibi pek çok ulusal ve uluslararası metne de atıfta bulunulduklarını belirten Avukat, Özkaplan, şunları söyledi:

Bu ruhsatların hukuki olduğu kadar vicdani bir sorumluluğu da var. Mahkemeden beklentimiz; bir an önce ruhsatın iptaline karar verilmesidir.


"Maden faaliyetleri kasten yaralama suçu kapsamına girebilir"

"Çevreye ve insan sağlığına verilen zarar yalnızca idari değil, cezai sorumluluk da doğurabilir" uyarısında bulunan Avukat Özkaplan, "Bu faaliyet, insanların sağlığını tehlikeye atıyor. Bu anlamda kasten yaralama suçu kapsamında değerlendirilmelidir. Siyanürün yol açabileceği hastalıklar bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Bu bir çevre katliamı ve aynı zamanda bir halk sağlığı tehdididir."Bölge baroları ile ortak bir mücadele planı oluşturacağız" dedi.

Önümüzdeki günlerde bölge barolarıyla birlikte Ağrı Barosu'nu ziyaret ederek, ortak bir mücadele planı oluşturacaklarını söyleyen Özkaplan, "Henüz net bir tarih belirlemedik. Ancak Diyadin için kapsamlı bir mücadele planı hazırlayacağız ve kamuoyuyla paylaşacağız. 29 Mayıs'ta Diyadin'de yapacağımız bir dizi eylem ve etkinlikle mücadelenin sadece yargı salonları ile sınırlı olmadığını da göstermiş olacağız" şeklinde konuştu.
 

 

"Devasa bir doğa yıkımı yaşanacak, köy haritadan silinebilir"

Ağrı’nın Diyadin ilçesine bağlı Mollakara köyünde kurulması planlanan altın madeni projesine ilişkin çarpıcı uyarılar peş peşe geliyor.

Çevrecilerin açtığı davada delil olarak sunulan, Jeoloji Yüksek Mühendisi ve Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey’in hazırladığı bilimsel rapor, projenin sadece çevreyi değil, insan sağlığını ve köyün varlığını tehdit ettiğini ortaya koyuyor.


Tonlarca patlayıcı, binlerce ton siyanür

Dr. Atabey’in raporuna göre, Mollakara’da sadece 1 ton kaya kütlesinden 0,87 gram altın ve 0,37 gram gümüş elde edilebilmesi için toplamda:

  • 3.317.731 kg ANFO,
  • 114.105 kg dinamit,
  • 9.820 ton siyanür kullanılacak.

Bu miktarlar, devasa bir doğa tahribatı anlamına geliyor.

Üstelik proje Murat Nehri'nin kaynağında yer alıyor.

Fırat Havzası’nın bir parçası olan bu bölgeden başlayacak olan kirlilik, Türkiye sınırlarını aşarak bölgesel ve uluslararası çevresel sonuçlara yol açabilir.
 

 

"Köyün kaldırılması gündeme gelebilir"

Raporda, bölgede daha önce ABD merkezli Newmont Mining Corporation tarafından başlatılan arama çalışmalarının, 2008 yılında Koza Altın İşletmeleri’ne devredildiği; 2012’de ise proje için "ÇED Olumlu" kararı alındığı belirtiliyor.

Toplamda 470 hektarı aşan 3 ayrı ÇED alanında yürütülecek çalışmalarda 2025’te üretime geçilmesi planlanıyor.

İşletme ömrü şimdilik 4 yıl olarak açıklansa da hazırlık, işletme ve rehabilitasyon süreçleriyle birlikte bu sürenin en az 8 yıl, ruhsat süresinin ise 20 yıl olacağı öngörülüyor.

Dr. Atabey, sahadaki kayaç yapısına bakıldığında ilerleyen süreçte şirketin kapasite artışına gitmesinin muhtemel olduğunu; bu durumda Mollakara köyünün tamamen kaldırılmasının dahi söz konusu olabileceğini vurguluyor.


"Patlamalar deprem etkisi yaratacak"

Projenin 4 yıllık işletme süresi boyunca gerçekleşecek patlamalar hem doğayı hem insanları doğrudan etkileyecek.

3 bin 300 tondan fazla patlayıcının kullanılması sonucu:

  • Yakındaki köylerdeki evlerde deprem etkisi yaratılacağı,
  • Özellikle taş ve yığma yapılar zarar göreceği, çatlaklar oluşacağı,
  • Taş savrulmaları, toz bulutları ve ses kirliliği nedeniyle halkın huzurunun bozulacağı bildiriliyor.

Ayrıca bu tozların bitki yapraklarına yapışarak uzun vadede tarıma zarar vereceği, suya karıştığında ise balıkların solungaçlarına yapışarak ölümlerine neden olacağı belirtiliyor.
 

 

Devasa atık miktarı: Milyonlarca ton

Projede yılda 4,2 milyon ton cevher çıkarılması öngörülüyor.

Ancak bu cevherin yanında oluşacak atık miktarı çok daha büyük.

  • 12,1 milyon ton pasa (atık kayaç) oluşacak.
  • Bu pasa, 3 ayrı depolama alanında stoklanacak.
  • Cevher ise yığın liç sahalarında siyanürle işlenecek.

Yığın liç sahaları 2 fazdan oluşacak ve toplamda 11 milyon tondan fazla cevher burada işlenecek.

Bu alanların yüksekliği geçirimsiz tabaka üzerinden 48 metreye kadar çıkacak.


Zararlı kimyasallar listesi uzun

Altın ve gümüş oranlarının oldukça düşük olması nedeniyle ayrıştırma işlemleri yoğun kimyasal kullanımını gerektiriyor.

Sadece 4 yılda:

  • 9.820 ton siyanür,
  • 5.040 ton kalsiyum hidroksit,
  • 4.172 ton hidroklorik asit,
  • 86 ton aktif karbon,
  • 100.800 ton çimento kullanılacak.

Bunların yanı sıra sodyum nitrat, silika, boraks, kalsiyum florür, sodyum bikarbonat, sodyum karbonat gibi maddelerin de kullanılacağı belirtiliyor.

Ancak bu kimyasalların miktarı raporda net olarak yer almıyor.

Mollakara’daki altın madeni projesi, yalnızca yerel bir çevre sorunu değil; aynı zamanda bölgesel ve uluslararası etkileri olabilecek bir doğa yıkımı tehdidini barındırıyor.

Dr. Eşref Atabey’in raporu, bu tehdidin büyüklüğünü gözler önüne sererken, köylüler ve çevreciler bu süreci durdurmak için hukuki ve toplumsal mücadelesini sürdürüyor.
 

Dr. Eşref Atabey
Dr. Eşref Atabey

 

"Altın Ocağı sadece Mollakara'yı değil, çevre köyleri de tehdit ediyor"

Altın madeni projesi, yalnızca Mollakara Köyü’nü değil, çevresindeki diğer köyleri de ciddi şekilde etkileyecek.

Proje kapsamında belirlenen ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) alanları, birçok yerleşim birimine oldukça yakın.

  • ÇED Alanı-1, Mutlu (Qerece) köyüne 600 metre, Kotancı (Kotancî) köyüne 1.710 metre ve Oğuloba (Şawelet) köyüne 1.230 metre mesafede bulunuyor.
  • ÇED Alanı-2, Mollakara’ya sadece 190 metre, Oğuloba’ya ise 990 metre uzaklıkta.
  • ÇED Alanı-3 ise Mollakara’ya 260 metre, Aşağıdalören (Bilîgana Jêrê) köyüne 1.000 metre, Ulukent (Ûlikend) köyüne ise 2.210 metre mesafede.

Bu veriler, maden sahasının köylerin adeta ortasında kaldığını ve bölgede yaşayan halkın toz, kimyasal maddeler, patlamalar ve gürültü gibi etkilerden doğrudan zarar göreceğini gösteriyor.
 

 

"Maden Ocağı Murat Nehri’ne tehlikeli şekilde yakın"

Açık ocak, 2.205 metre kot seviyesinden başlayarak 2.020 metreye kadar inecek. Bu da 185 metre derinliğinde, 18 basamaklı dev bir çukur anlamına geliyor.

Ocak eğimi 42 dereceye, basamak açısı ise 60 dereceye ulaşacak. Bu da dik, kayalık ve heyelan riski yüksek bir yapı oluşturacak.

Ocağın tabanı ile Murat Nehri arasında yalnızca yaklaşık 55 metrelik bir mesafe bulunuyor. Bu kadar yakınlık, nehir için ciddi bir kirlilik tehdidi demek.
 

Dr. Eşref Atabey
Dr. Eşref Atabey

 

Arsenik minareller zehirlidir 

Bölgede çıkarılacak cevher içinde arsenik içeren tehlikeli mineraller bulunuyor.

Realgar, orpiment, pirit ve stibnit gibi mineraller, yüksek oranda arsenik ve demir sülfür içeriyor.

Numunelerin yüzde 40’ında bu zehirli bileşikler tespit edilmiş durumda.

Bu minerallerin oksitlenmesiyle ortaya çıkan kimyasal reaksiyonlar, asit maden drenajı (AMD) adı verilen ve ciddi çevre felaketlerine neden olabilecek süreçleri tetikliyor.
 

 

Asit maden drenajı: Görünmeyen tehlike

Altın madenciliğinde en korkulan çevre sorunu olan asit maden drenajı (AMD), sülfür içeren kayaçların hava ve suyla teması sonucu ortaya çıkan sülfürik asit üretimidir.

Bu süreç, özellikle cevherli kayaçlar küçük parçalara bölündüğünde hızlanır.

Pasalar (işlenemeyecek düzeydeki artık kayaçlar) ve çamur atıkları, yağmur sularıyla yıkandığında bu asidik sıvılar toprağa ve yer altı sularına karışabilir.

AMD, pH seviyesi çok düşük, ağır metal oranı çok yüksek suların oluşmasına neden olur.

Bu sular, dere, çay ve göllere karıştığında ekosistemleri yok edebilir, balık ve diğer canlı türlerini ortadan kaldırabilir, besin zincirini çökertebilir.

Bu nedenle, AMD daha oluşmadan önlem alınması gereken bir çevre krizidir.


Maden, doğal sit alanlarını da tehdit ediyor

Proje sahası, Köprü, Yılanlı ve Davut kaplıcaları ile Termal Turizm Merkezi'ne oldukça yakın konumda.

Ayrıca Diyadin Bazalt Kanyonu gibi doğal sit alanları da Murat Nehri aracılığıyla bu projeden etkilenecek.
 

 

Fay hatları ve heyelan riski: Çifte tehlike

Proje sahası aktif fay hatlarının etkisi altındadır.

Bölgede yaşanabilecek bir deprem, atık havuzlarında ya da yığın liç alanlarında çökmelere neden olabilir.

Ayrıca, haritalara göre proje sahası, heyelan riski taşıyan bölgelerin çok yakınında yer alıyor.

Olası bir deprem ya da patlamalar, hem maden sahasında hem de atık depolama alanlarında heyelanları tetikleyebilir.

Projede yer alan Otlak, Kendal ve Kıraç dereleri üzerinde yapılması planlanan sediman havuzları, bu durumda işlevsiz kalabilir.


“ÇED alanı Murat Nehri Havzası içinde”

Planlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) alanları, Murat Nehri'nin kaynak bölgesinde, nehrin tam ortasından geçtiği bir konumda yer alıyor.

Bu durum, su kirliliği açısından yalnızca nehrin kendisini değil, tüm ekosistemi, sucul yaşamı, tarım alanlarında sulama faaliyetlerini ve nehirden su içen hayvanlarla birlikte insan sağlığını da ciddi şekilde tehdit ediyor.

3 ayrı altın ocağı, Murat Nehri’nin kolları arasında yer alan drenaj ağı içinde bulunuyor.

Bu yapı, bölgenin hidrojeolojik dengesini bozacak; yer altı suları ile doğal kaynak suları yok olabilecek.

Nehrin beslediği alanlar kirlenecek ve bu kirlilik Karasu-Fırat havzasının tamamına yayılabilecektir.


“Altın ocakları nehir ve dereler üzerinde büyük tehdit oluşturuyor”

Altın madeninin işletileceği alanlar, Murat Nehri’nin sağ ve sol yamaçlarına kurulacak.

Nehir, planlanan ÇED sınırlarının tam ortasından geçerken, proje birimleri her iki yamaca da yayılmış durumda.

Murat Nehri dışında Kendal, Otlak ve Kıraç dereleri gibi yıl boyunca akan dereler de bu alan içinde kalıyor.

Ayrıca yağış ve topoğrafik koşullara bağlı olarak geçici akarsular da oluşmakta.

Proje sahası, Murat Nehri'nin doğduğu yere çok yakın, havzanın yalnızca 12 kilometre aşağısında konumlanmış.

Nehir, doğrudan Açık Ocak alanı ve Pasa Depolama Sahalarının içinden geçiyor:

  • ÇED Alanı-1 (sol yamaç): Açık Ocak, Cevher Stok Sahası, Ofis Alanı ve Bitkisel Toprak Depolama Alanları yer alıyor.
     
  • ÇED Alanı-2 (sağ yamaç): Pasa Depolama Sahaları ve Bitkisel Toprak Depolama Alanı bulunuyor.
    Bu alanlar, nehre akan yan kolların alt havzalarında yer almakta. Açık ocak alanı, iki geçici dereyi kesiyor ve kuzey sınırı, Otlak Deresi havzasında yer alıyor. Pasa depolama sahaları ise, Kıraç Deresi'nin alt havzasına kurulacak. Bitkisel Toprak Depolama Alanı 2 ile Mollakara alt havzası da bu kapsamda etkileniyor.
     
  • ÇED Alanı-3 (Kendal Deresi kavşağı): Yığın Liç Alanı, cevher stok sahaları, kırma-eleme tesisi, kazı fazlası depolama alanları, çeşitli yardımcı yapılar ve güvenlik birimleri yer alacak.

Bu yapıların tamamı, Murat Nehri ve kolları üzerinde ciddi bir kirletici kaynak oluşturuyor.

Maden ocaklarından sızacak asidik sular, yer altı su akışı yoluyla doğrudan nehre karışacak.
 

 

“Maden faaliyetlerinden kaynaklı kaynak sularında arsenik derişimi artabilir”

Bölgede yapılan analizler, içme sularında arsenik, bor, kadmiyum, florür, kurşun, mangan ve alüminyum gibi ağır metallerin, yönetmeliklerin izin verdiği sınır değerleri aştığını gösteriyor.

Cevher içindeki arsenik bileşenleri toksiktir. Maden faaliyetlerinin bu elementlerin derişimini daha da artırma riski bulunuyor.

Arsenikli suyun uzun süre tüketilmesi, akciğer kanseri ve deri hastalıklarına (keratozis) yol açabilir.

Ayrıca sülfürlü minerallerin neden olduğu asidik sular nehirlerdeki canlı yaşamını ortadan kaldırabilir.

Örneğin, Balıkesir Balya’daki eski bir kurşun madeni sahasından sızan asidik su, 100 yıldır Kocaçay’daki sucul canlıları yok etmiştir. Aynı risk burada da geçerlidir.

Ayrıca cevher tozları silisyum dioksit içerdiğinden, solunum yoluyla alınması halinde silikozis gibi akciğer hastalıklarına da neden olabilir.


“Tehlikeli atıklar, insan ve doğa için büyük risk taşıyor”

Söz konusu altın cevheri sülfürlü mineraller içerdiğinden, Atık Yönetimi Yönetmeliği kapsamında “tehlikeli atık” sınıfına giriyor.

Ancak bu durum ÇED raporunda belirtilmemiş ve göz ardı edilmiş.

Metalik madenlerden kaynaklanan pasalar, yönetmelikte “01, 03, 04” ve “01, 03, 05” kodlarıyla yer alan asit üretici ve tehlikeli madde içeren atıklar arasında sayılır.

Bu tür atıkların çevreye zarar vermemesi için içerdikleri sülfür miktarının yüzde 0,1’i aşmaması gerekir.

Arsenik, bor, kadmiyum, kurşun, cıva, uranyum ve benzeri pek çok ağır metalin de tehlikeli eşik değerlerin altında olması gerekir.

Ancak bu değerlerin nasıl kontrol altında tutulacağı ve güvenliğin nasıl sağlanacağına dair yeterli açıklama yapılmamıştır.

Bu durum, hem çevre hem de insan sağlığı açısından büyük riskler barındırıyor.


"Siyanür sucul yaşamı yok eder"

Altın madenciliğinde kullanılan siyanür, liç yığınlarından sızarak doğaya karışır.

Bu siyanürlü çözeltiler buharlaşarak solunabilir hale gelir ve insan sağlığını doğrudan etkiler.

Kayaçların içinde bulunan zehirli elementleri serbest hale getirerek, bitkiler yoluyla bu zehirli maddelerin gıda zincirine karışmasına neden olur.

Sodyum siyanürün suya karışmasıyla oluşabilecek siyanojen klorür gazı ise, sucul yaşam için ölümcüldür.

Uzun vadede nehirde metil cıva gibi daha tehlikeli bileşiklerin oluşma riski vardır.


"Fosil yakıt tüketimi ve sera gazı salımı artacak"

Diyadin’de yalnızca 0,87 gram altın elde edebilmek için bir ton kayaç çıkarılacak.

Bu ölçekteki madencilik faaliyeti, büyük miktarda fosil yakıt tüketimi gerektiriyor.

Taşıma ve işleme süreçleri sırasında atmosfere salınacak karbondioksit ve diğer sera gazları, iklim krizini derinleştirecek.

Ayrıca bu devasa tesislerin işletilmesi ve bakımı da ciddi enerji ihtiyacı doğuracaktır.


"Asit yağmurları toprağı çoraklaştırır"

Sülfürlü minerallerin parçalanmasıyla oluşan tozlar ve gazlar, havadaki nem ve karbondioksitle birleşerek asit yağmurlarına dönüşür.

Bu yağışlar toprağın yapısındaki kalsiyum ve magnezyumu uzaklaştırır, verimliliği düşürür ve tarım alanlarını çoraklaştırır.

Aynı zamanda bitki örtüsü, meyve ağaçları ve sucul canlılar zarar görürken, insan sağlığı da -özellikle astım hastaları açısından- tehdit altına girer.


"İklim krizine rağmen su kaynakları tehlikeye atılıyor"

Altın madenciliği sırasında kayaların sökülmesi, taşınması ve işlenmesi sırasında önemli miktarda "gizli su kaybı" oluşur.

Bu su, yağmur sularının yer altına süzülmesini sağlayarak yer altı su rezervlerini besler.

Oysa madencilik, bu doğal döngüyü kesintiye uğratarak yeşil ve mavi su ayak izini artırır.

Üstelik süreç boyunca tatlı yer altı suları da doğrudan tüketilirken, atık arıtımında gri su kullanılır.

Bu faaliyetler, mevcut su kaynaklarının tükenmesine neden olabilir.


"Madenden sonra doğaya geri dönüş imkânsız"

Altın ocaklarının faaliyetlerini durdurduktan sonra ağaçlandırılarak eski haline getirileceği yönündeki iddialar bilimsel gerçeklerle örtüşmüyor.

Kayaçların toprağa dönüşmesi yüzlerce yıl sürer. Toprak bir canlı ekosistemdir; mikroorganizma zenginliğiyle yaşamın temelidir.

Ancak maden sonrası oluşan dev çukurlar hem doğal su akışını kesintiye uğratır hem de çöp ve atıkların biriktiği alanlara dönüşerek içme sularını kirletebilir. Bu nedenle "eski haline döner" söylemi gerçek dışıdır.


"İstihdam geçici, doğaya verilen zarar kalıcı"

Maden sahalarının büyük bölümü meralara ve özel mülkiyetlere denk geliyor.

3 ayrı ÇED alanının yüzde 69'u mera, yüzde 23'ü şahıs arazisi. Meraların madene dönüştürülmesi hayvancılığı zayıflatacak, tarım alanlarının kamulaştırılması ise köylülerin geçim kaynaklarını yok edecektir.

İşletmede toplam 588 kişilik geçici istihdam planlanıyor; ancak 4 yıl sonunda bu işler sona erecek.

Çalışanlar geçici statüde olduğu için sosyal güvence de sağlanmıyor. Bu nedenle “istihdam yaratıyoruz” söylemi, doğaya ve sağlığa verilen zararı maskeleyen bir algı operasyonudur.


"Sadece Mollakara değil, Ulukent ve Davut köyleri de etkilenecek"

Bölgedeki çevre aktivisti ve iş insanı Mehmet Nuri Taşdemir, madenin yalnızca Mollakara köyünü değil, aynı zamanda Davut ve Ulukent köylerini de kapsadığını belirtiyor.

Bu köylerin de ÇED raporları alınarak maden faaliyetine açıldığı ifade ediliyor. Diyadin ilçesindeki bu maden sahası, Türkiye’nin en büyük altın madeni sahalarından biri olmaya aday.
 

Mehmet Nuri Taşdemir
Çevre aktivisti ve iş insanı Mehmet Nuri Taşdemir

 

"Doğa ve insan dostu alternatifler mümkün"

Taşdemir, Ağrı’nın kaplıca, tarım ve hayvancılık potansiyeline dikkat çekerek, maden dışında da istihdam olanaklarının geliştirilebileceğini vurguluyor.

Diyadin, tarihi, kültürel geçmişi ve doğal kaynaklarıyla önemli bir bölge.

1990’lardan itibaren işsizlik ve yayla yasaklarıyla ekonomik kriz derinleşmiş olsa da, bölge hâlâ yüksek rakımlı yaylaları ve zengin hayvancılık potansiyeliyle kalkınma için güçlü alternatifler sunuyor.


"Seralar tek başına binlerce insanı istihdam eder"

Mevcut maden sahası 550 kişiye dolaylı ve dolaysız istihdam sağlayacağını vadetmiştir. Bu vaat 5 ile 10 yıllık süreler içinde devam edecektir.

Oysaki bölgede şu an mevcut bulunan yaklaşık 16 tane kaplıca tesisi bulunmaktadır.

Her bir işletmeden 30 kişi dolaysız yaklaşık 500 kişi dolaylı olarak faydalanmaktadır.

Bunu 16 ile çarptığımızda binlerce nüfusa tekabül eder ve bu da güçlü bir istihdam alanı demek.

Yine maden bölgesine kuşbakışı 5 km mesafede bulunan Türkiye'nin en büyük organize sera bölgesi mevcut.

Bu hali hazırda olan işletme yılda 170 bin ton domates üretmekte, iç ve dış pazarlara ürün ihraç etmektedir.

Bununla birlikte yapım aşamasında olan 32 tane sera tesisi Tarım Bakanlığı ve il özel idare tarafından yapılmaktadır.

Bunların bölgeye kazandıracağı istihdam şöyle kabaca hesaplarsak; bir sera yaklaşık 20 kişiyi direkt istihdam ederken yaklaşık 100 kişiye de dolaylı istihdam sağlayacaktır.

Bunu tüm sera bölgesini baz alarak yaparsak bine yakın kişiyi doğrudan binlerce kişiyi ise dolaylı bir şekilde istihdam edecektir.

Yine bölgedeki hayvancılık sektörünü Diyadin ilçesi bazında ele alırsak mevcut 62 köyün tamamında hayvancılık yapılmaktadır.

Tüm köyleri hesaba kattığımızda onbinlerce kişinin istihdamı demektir. Bu doğal ve kazançlı üretimler varken neden tüm bölgeyi zehir tehdidi altında bırakalım? 


"Murat barajı yapılsa 78 bin hektar alanda sulu tarım olur"

Yine Diyadin coğrafyasında bulunan kaplıcalar sadece turistik alanda değil aynı zamanda sağlık sektörü ile cazibe haline gelmiş olup bölgedeki bu "bacasız fabrika" dediğimiz turizmle yüzlerce insana istihdam alanı yaratıyor. 

Ayrıca Diyadin coğrafyasında başta Meya ve Bilîgan mağaraları olmak üzere Diyadin kanyonları vb. tarihi ve turistik alanlar faal hale getirildiğinde yüzlerce kişinin istihdamı demektir.

Daha önce projesi olan Murat barajı yapılıp sulama amaçlı kullanıldığında 78 bin hektar alanda sulama tarıma imkân sağlayacaktır. Bu da yüzlerce insana iş ve aş imkanı sağlayacaktır.


"Madenden elde edilen gelir şirketin kasasına gider, halka ya da devlete değil"

Maden bölgesinde elde edilecek gelir şirketlerin bütçesine gidip devlete cüzzi miktarda bir katkı sağlarken, bölge coğrafyası tahrip edilip zehirli maddelerle doğa ve insan katliam karşı karşıya kalacağından göçler olacaktır.

Göçün olduğu bölgede yatırımcılar tarafından herhangi bir yatırımın yapılması söz konusu olamaz 


"Maden ve diğer istihdam alanlarını kıyasladığımızda aradaki fark uçurumdan da öte"

Diyadin'de bulunan sera, kaplıca, hayvancılık, tarihi ve turistik yerlerin sağlayacağı istihdam ile maden ocağının sağlayacağı istihdam kıyaslandığında aradaki fark uçurumdan da öte bir şey.  

Maden en fazla 10 senelik bir istihdam sağlarken diğer mevcut alanlar ömürlük istihdam sağlayacaktır.

Devletin bunu görüp ona göre tedbirler alması ve madeni bir daha gözden geçirmesi lazım.

Son olarak şunu söyleyeyim; bu maden sahası bölgeden gittiğinde harap olmuş bir çevre, hasta bir toplumla birlikte İflas etmiş bir ekonomik yıkım bırakacaktır.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU