Biri geliyor, hayatımıza bir makas atıyor;
o yaşadığımız bölüm, bütünün dışına çıkıyor.Tomris Uyar
Öğretmen, yazar, gazeteci, eleştirmen, kültür filozofu…
Kuzey Avrupa edebiyatındaki bütün ünlü yazarlar arasında romanlarının var olmaya devam edeceğine en çok inandığım yazar Dag Solstad'tır.
2025'in Mart ayında vakitsiz ölümüne kadar Solstad, 60 yıldan fazladır yaptığı gibi ara vermeden eser vermeye devam etti.
Kültürel gazetecilikten tiyatroya, romandan öyküye uzanan çalışmalarında; siyaset, edebiyat, spor ve kültür gibi şaşırtıcı bir çeşitlilikte konulara eğildi.
Tüm bu çeşitlilik, Solstad'ın kendi doğasına en uygun uğraşı, yani 'yazarlık'ı bulduğunu açıkça gösteriyor.
Solstad, dolu dolu bir aydın; hevesli ve zeki biriydi.
Baş döndürücü yaratıcılığı ve yorulmak bilmezliği, onun bir yazar olarak olağanüstü gücünü oluşturuyordu.
Kendi yönünü bulması ve yazarlık yetilerini bir üst seviyeye taşıması -benim "Solstad'ın kahramanları" olarak adlandırdığım- bazı yazarların desteğiyle mümkün olur.
Kendi yazarlık kuramını da bu sayede düzenler.
Solstad'ın müthiş yazarlık hikâyesi pek bilinmiyor.
83 yaşında, aramızdan ayrılmasıyla birlikte gözler romanlarına çevrilse de bu yazıda onun nasıl "yazar Dag Solstad" olduğuna odaklanacağız.
Çünkü o "çocukluk hapishanesinde firar"ın simgesi olmuş bir sanatçıdır.
1941'de Norveç'in Sandefjord kentinde dünyaya gözlerini açan Dag Solstad, yazarlığa henüz 23 yaşındayken adım attı.
Uzun metinler yazmaktan korktuğu için başlangıçta kısa öyküler kaleme aldı.
Eserlerinde, özellikle karakterlerinin iç çatışmalarını ustalıkla işledi ve toplumsal yapıları irdeledi.
On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap; Mahcubiyet ve Haysiyet, 17. Roman, Profesör Andersen'in Gecesi, Telemark ve T. Singer isim yapan romanlarıdır.
Hacimli olmayan bu eserlerinde "aile otoritesine karşı çıkma", "bireyin özgürlük mücadelesi" ve "geçmişin insan üzerindeki etkisi" sıkça işlediği temalar arasındadır.
(…) içinden gelerek "Hoşçakal" diyebilmek için tüm gücünü seferber ederdi. 1
Ailenin gölgesinden kurtulmak…
Solstad'a göre; çocukluk dönemi, edebiyatın konusu olamaz.
Çocukluk, bireyin ailesinin tesiri altında olduğu pasif bir evredir.
"Çocukluk dönemi" bir hapishanedir ve bireyin özgürlüğüne kavuşabilmesi için öncelikle "çocukluk hapishanesinden" kurtulması gerekir.
Kendi çocukluk yıllarına dair bir şey yazmaması bu görüşün bir neticesidir.
Solstad'ın hayatında babasının etkisi büyüktür.
Mahcubiyet ve Haysiyet adlı romanının başkahramanı Elias Rukla'ya, babasının sevdiği peygamber olan "Elias"ın (İlyas) adını verir.
Kendisini toplumsal yaşama veda etmek anlamına gelen bu utanç verici duruma sokmuş bulunan Elias Rukla, eşi için endişelenmekteydi… (s,35)
Çocukken babasının otoritesine karşı gelmeyi hayal dahi edemez.
Bu yönüyle Solstad, Franz Kafka'yla benzerlik gösterir.
Kafka'nın babasına yazdığı ve onun baskıcı, dominant özellikleri karşısında nasıl ezildiğini anlattığı uzun mektuptan oluşan "Babaya Mektup" 2 , Solstad'ın duygularına da tercüman olur.
Kafka, mektubunda şu ifadeyi kullanır:
Çocukluğumda bana söylediklerin adeta Tanrı buyruğuydu, bunları asla unutamazdım, benim için dünyayı değerlendirmemde … elimdeki en önemli araçtı. 3
Solstad ve Kafka arasındaki bu paralellik, edebiyatta otorite figürlerine duyulan korkunun ve baba baskısının bireyde nasıl yankılandığını gösteren önemli bir örnektir.
Ancak, Solstad'ın yazınında Kafka'daki kadar derin bir korku ve ezilmişlik duygusundan çok otoritenin kaçınılmazlığına ve bireyin ona boyun eğme biçimine dair daha mesafeli ve gözlemci bir yaklaşımın sezildiğini söylemeliyiz.
11 yaşındayken babasının ölümü Solstad'ı derinden sarsar.
Yıllar sonra bu kaybın hayatını nasıl şekillendirdiğini şöyle anlatır:
Babam yaşasaydı geleneksel biri olurdum. Eğer o hayattayken yazar olsaydım, onun eleştirilerine maruz kalırdım. Onun otoritesini aşamazsam ya koyu bir dindar ya da sert bir ateist olurdum.
Bu düşüncelerini, otobiyografik öğeler taşıyan "16.07.41" adlı kitabının son bölümünde daha da açık bir şekilde yazar.
Burada, babasının ölümüyle çocukluk hapishaneden kurtulmaya başladığını; kendisini nasıl özgürleştirdiğini ve bu özgürlüğün yazarlık kariyerinin başlamasına olan etkisini anlatır:
Babam öldüğünden beri kendim olamadım. Yazar Dag Solstad oldum.
Solstad, çocukluk hapishanesinden ve çevresel etkilerden kurtulduktan sonra kendisini ve kendisine yakın yazarları bulur.
Knut Hamsun dışında, bir şeyler öğrendiğim bütün yazarları yetişkin olduktan, özgür bir insan olduktan ve çocukluk hapishanesinden kurtulduktan sonra buldum.
Eğer dışarı çıkıp ormana gitmezseniz asla bir şey olmaz ve hayatınızda da hiçbir şey başlamaz.
Clarissa Pinkola Estes, bu cümlesinde, toplumsal kalıplara teslim olmuş ve başkalarının görüşleriyle örülü yaşamları yüzünden içlerindeki sanatçıyı bulamamış bireyleri eleştiriyor.
Sanatkâr olmak, bu kalıpları kırmakla mümkün. Sanatın sırrı da burada yatıyor.
Sanat yolculuğunda birçok yazarla karşılaşmış, onları tanımış ve her birinden bir şeyler öğrenmiş olan Solstad için Amerika, Avrupa, Asya gibi farklı kıtalarda boy vermiş önemli kalemlerin bir sentezi olduğu denilse yanlış olmaz.
Bu sebeple; Solstad'ın kahramanları olan yazarlarla ilişkisi bilinmeden onun yaratıcı dehasını anlama fırsatı yoktur.
Solstad'ın Knut Hamsun aşkı
Mezuniyetine kısa bir süre kala, emekçi bir aileden gelen arkadaşının sayesinde Norveç edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Knut Hamsun ile tanışır, Solstad.
Ancak, bu karşılaşma bir dostluğa dönüşmez; bir daha bir araya gelemezler.
Fakat; ona karşı hep kendini minnettar hissedecektir. Hamsun'un etkisi, ileride büyük yankı uyandıracak ve defalarca Nobel'e aday gösterilecek bir yazarın yetişmesini sağlayacaktır.
Genç yaşta onun tutkulu bir okuru olur; özellikle Hamsun'un "platonik aşk" temalı öykü kitaplarına büyük bir hayranlık duyar.
"Açlık", "Pan" ve "Victoria" başucu kitaplarıdır.
Henüz 16 yaşındayken Hamsun'un tüm kitaplarını okur.
Kendi üslubunu oluştururken Hamsun'un şiirsel olmayan, yalın ve çarpıcı anlatım tarzını örnek alır.
Cümle yapılarından, karakter anlatımına ve anlatı ritmine kadar pek çok unsurda Hamsun'un izleri vardır.
Solstad, Hamsun'un anlatımındaki içe dönük, melankolik ve toplumdan soyutlanmış karakterlerin ruh hâlini kendi eserlerinde işler.
Bu etkiler, gençlik yıllarında okul gazetesine yazdığı yazılarında da belirgindir.
Bu bilinçli yönelim, onu Norveç edebiyatında ayrıksı bir yere taşıyan temel unsurlardan biri olur.
The Paris Review'deki röportajında, yazarlığında Hamsun'un payına şu sözlerle dikkat çeker:
Knut Hamsun'u okumasaydım yazar olabilir miydim, emin değilim.
Belli bir dönem Almanya'da yaşamış olsa da Solstad, Norveççe dışında hiç bir dil bilmez.
Dünya edebiyatını çeviriler aracılığıyla takip eder.
Küresel edebiyata açıldıkça farklı yazarları tanır ve zamanla Hamsun'un etkisinin yalnızca Norveç ve İskandinav edebiyatıyla sınırlı olmadığını görür.
Kendi kuşağından ve önceki dönemlerden birçok yazarın da Hamsun'dan esinlediğini anlar.
Metinleri karşılaştıracak kadar olgun bir okur ve yazar olduktan sonra, gençlik yıllarında kusursuz bir ustalık olarak gördüğü Hamsun'un eserlerini, daha eleştirel bir gözle değerlendirir.
Kitaplarının yapısal olarak tam anlamıyla oturmadığına, fikirlerinin yeterince işlenmediğine kani olur.
Ancak; Hamsun'un yazarlık dehasını inkâr etmez.
İçerisinde çelişkiler barındıran Hamsun hayranlığı; ünlü yazar, kendi sesini buldukça yerini ölçülü bir saygıya bırakır.
Kendi köşesinde oturan, cümleleri, tınıyı ve ritmi kafasında yoğuran ve tek atışta hedefini vuran yazarlardan birisi.
Yeni bir ortam, yeni fikirler
Norveç, 1960'lı yıllarda eğitim politikasında köklü bir değişikliğe giderek üniversiteleri elitlerin tekelinden çıkarır ve toplumun her kesiminden gelen öğrencilere açar.
Bu karar, Solstad'a yepyeni dünyaların kapısını aralar.
Üniversite yıllarında kendisi gibi yoksul ailelerden gelen öğrencilerle vakit geçirir ve onların teşvikiyle dönemin en önemli edebiyat dergilerinden biri olan Profil dergisinin çevresine dahil olur.
Farklı coğrafyalardan ve toplumsal tabakalardan gelen ancak ortak bir entelektüel meraka sahip bireylerden oluşan bu ortam; yazarın yazılarını neşredeceği adresi olur.
Hayatımda ilk defa dinleyebileceğim ve bilgiyi sünger gibi içime çekebileceğim bir çevreye girdim.
Buradaki insanların dünya görüşleri, çalışma disiplinleri ve eleştirel düşünme becerileri onu adeta şaşkına çevirir.
Kendi çevresinde başarıya yüklenen anlam ile burada tanık olduğu başarı anlayışı arasında büyük farkı görür.
Daha önce, yeteneğin doğuştan gelen kalıtsal bir özellik olduğuna inanırdı.
Ancak Profil çevresindeki insanlar, yalnızca çalışarak ve çaba göstererek başarılı olunabileceğinin kanıtıydı.
İlk defa, Tanrı vergisi bir yeteneği olmadan çalışarak başaran insanlar görüyorum.
Böylece; Solstad, özeleştiri yapar.
O zamana kadar kendisini oyalanmış, kayda değer bir başarı elde edememiş, tartışma yeteneğinden yoksun, argümanlarını savunamayan biri olarak tarif eder.
Kazandığı bu öz-bilinçle gözlem yapar. Yazarları, akademisyenleri, öğrencileri temaşa ederek eksikliklerini belirler ve kendisini titizlikle yeniden inşa eder.
Burada, ünlü Polonyalı yazar Witold Gombrowicz'in kitaplarıyla karşılaşır.
Onun "özgürlük" ve "gerçeklik" kavramlarına dair düşüncelerinden etkilenir; bu doğrultuda, Witoldcu çizgiye paralel bir zihin teorisi kurar.
Yazılarına gösterilen ilgi ve kitaplarının satış oranlarıyla ilgilenmez.
Dışarıdan gelen övgülerin, metinlerinin içeriğini etkilemesine, özgür zihnini yönlendirmesine izin vermez.
Çünkü o, yalnızca kendisi istediği için ve sadece kendisi için yazar.
Gombrowicz'in düzyazı tarzından ve metinlerinden öğrendikleri sayesinde hikâye anlatma yeteneğini geliştirir ve yazılarına daha güçlü ifadeler kazandırır.
İlk romanında Gombrowicz'e doğrudan atıfta bulunur. Hamsun'un etkisini kırmaya çalışırken Gombrowicz'in metinlerini daha özgürleştirici bulur.
Onun tarzından, Hamsun'dan haddinden fazla etkilenmekten korktuğum kadar korkmadım.
Yazarlığını inşa ederken bir denge gözetir, ünlü yazar.
Bir yandan büyük yazarlardan yararlanmak, diğer yandan onların gölgesinde kalmamak…
"İlham aldığım yazar"
Solstad, Komünist olarak anılmak ister, ama siyasete profesyonelce değil, içten gelen bir inançla yaklaşır.
Kendini bu yüzden "siyasi bir amatör" olarak tanımlar.
Bir dönem Maocu Komünist Partisi'ne katılır.
"Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı" adlı romanının başkahramanı Knut Pedersen, yazarın otobiyografik izler taşıyan karakteridir.
Knut Pedersen, Solstad gibi uzak bir kasabada öğretmenlik yapar, bir zamanlar Komünist Parti üyesidir ve ideolojik bir dönüşüm sürecinden geçer.
Yazar, karakterini oluştururken Thomas Mann'ın "Doktor Faustus" romanındaki ana karakteri örnek almıştır.
Mann'ın "Doktor Faustus" romanı, bireyin sanatsal ve entelektüel arayışlarının aynı zamanda bir tür trajediye evrilmesini ele alır.
Solstad da Knut Pedersen karakterini yaratırken, tıpkı Mann gibi bireyin iç dünyasında yaşadığı ideolojik ve ahlaki değişime ayna tutar.
Mann'ın romanlarındaki karakterde olduğu gibi Knut Pedersen de büyük umutlarla bağlandığı ideolojisini irdeler ve kendi iç muhasebesini yapar.
Knut Pedersen'in yaşadığı düşünsel sarsıntılar, Solstad'ın kendi geçmişinin izdüşümüdür.
Ütopyalar çöktü. Bizler ütopyaların çöktüğünün farkına vardık ama önemsemedik. (s,175)
Solstad, Thomas Mann için kendisine ilham veren yazar diye bahseder. Mann'ın karakter yaratmasının ve tarihsel olayları, bireyin iç dünyasıyla harmanlama biçiminin kendisi için ayrı bir öneme sahip olduğunu vurgular.
Onun üzerindeki etkisini kelimelere dökmenin zor olduğunu söyler:
Ondan ne öğrendiğimi teşhis etmek çok zor ama onun yazdığı bazı sahneler ve cümleler benimle kaldı.
Edebi yücelik mümkün mü?
Amerikalı yazar Susan Sontag, Vurgulanan Yer adlı kitabında "Edebi yücelik mümkün mü?" diye sorar.
Bu soruya, Boncuk Oyunu, Kötülük Çiçekleri, Büyük Umutlar, Büyülü Dağ gibi klasikleşmiş eserleri göz önünde bulundurarak "Evet, mümkündür" diye karşılık verebiliriz.
Çünkü bazı yazarlar, yazdıklarıyla edebiyata yeni bir soluk getirir, okura yeni ufuklar açar ve geleceğin yazarlarına yeni fikirler verir.
Bu da onları edebi anlamda yüce kılar.
Norveçli yazar Dag Solstad, romanlarıyla bu yüceliği yakalar.
Nevi şahsına münhasır sanatıyla kendi okuruna yeni yollar açmış ve anadili Norveççenin öğrenilmesini yaygınlaştırmıştır.
Amerikalı yazar Lydia Davis, onun Telemark adlı romanını okuyarak kendi kendine Norveççe öğrenir.
Yukarıda bahsettiğimiz entelektüellerin eserleri ve düşünceleriyle beslenerek edebi bir ikon haline gelen Solstad'ın kahramanlarının sayısı da azımsanacak gibi değildir.
Dostoyevski, Umberto Eco, Henrik Ibsen, James Joyce, Marcel Proust, Franz Kafka, William Shakespeare, Albert Camus ve Günter Grass gibi dünya edebiyatının dev isimleri bunlardan yalnızca birkaçı.
Özellikle Joyce'un bilinç akışı tekniği, Kafka'nın bireyin varoluşsal sıkışmışlığını işleyişi ve Ibsen'in toplumsal yapıları eleştiren tiyatro anlayışı Solstad'ın metinlerinde yer alır.
Ayrıca Orta Avrupa edebiyatına duyduğu ilgi, onun eserlerinde sıkça karşılaşılan modern bireyin kimlik arayışı ve toplumla çatışması gibi temaların da temelini oluşturur.
Solstad, çocukluk yıllarını doğrudan anlatmayı reddetse de eserlerine baktığımızda bu dönemin onda bıraktığı izleri görmek mümkündür.
"Referans Grup" etkisi…
Doğru kişiyi örnek almak, bireysel ve mesleki gelişim üzerinde büyük bir etki yaratır.
Harvard Üniversitesi akademisyenlerinden Dr. David MacLelland, The Achieving Society (Başarı Toplumu) adlı kitabında, hayattaki seçimlerimiz başarımızı yüzde 95'ini etkilediğini belirtir.
Bu iddiasını "Referans Grup" kavramıyla açıklar.
Referans grup, bireyin kendisini yakın hissettiği, örnek aldığı kişi/kişilerden oluşur.
İnsan doğası gereği, benimsediği ve kendisini özdeşleştirdiği kişileri model alır; onların yaşam tarzını, düşüncelerini ve tavırlarını örnekler.
Solstad da örnek aldığı yazarlardan üslup geliştirmeyi, yeni karakterler yaratmayı, metinlerini belli bir çerçeveye oturtmayı öğrendi.
Bu yeni becerileri sanatında uygulayarak yazarlık becerilerini bir diş daha da artırdı.
Dag Solstad ile noktalayalım:
Bu dünyada gerçekleşmeyecek şey yoktur, yeter ki insan başkaldırmaya cesaret etsin. 4
Güle güle Dag Solstad!
1. Dag Solstad, Mahcubiyet ve Haysiyet, çeviri: Banu Gürsalar Syversten, YKY, İstanbul, s,7
2. Franz Kafka, Babaya Mektup, çeviri: Ragaip Minareci, Türkiye İş Bankası yayınları, 24.basım, İstanbul
3. A.g.e,s,10
4. [Dag Solstad, Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı, YKY, İstanbul, S,105
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish