Zorla göç ettirme ve sert diplomasi!

"Alternatif vatan" senaryoları, "savaşların geri dönüşü" ve "iki devletli çözümün" ortadan kalkması anlamına geliyor

Fotoğraf: Abed Khaled/AP

1948 yılında (halen iltica ettikleri ülkeler veya barınak ve sığınaklar arasında ne yapacaklarını bilemeden dolaşan) yaklaşık 750 bin kişinin zorla göç ettirilmesinin ardından, Filistin meselesi, bazılarının yaklaşık 2,3 milyon insanı Gazze'den zorla göç ettirmeye çalışması ile ikinci bir Nekbe'nin (Büyük Felaket) eşiğinde mi bulunuyor?

Uluslararası hukuk, 'zorla göç ettirmeyi', bir grup bireyi ve sakini ikamet ettikleri topraklardan hukuka aykırı bir şekilde tahliye etmek olarak tanımlıyor.

Zorla göç ettirme savaş suçları, soykırım ve insanlığa karşı suçlar kapsamına giriyor.

Ceza hukukuna göre ise 'zorla göç ettirme', bir grup insanı siyasi, etnik, dini veya başka amaçlarla asıl vatanlarından başka bir yere nakletmek amacıyla işlenen bir insanlığa karşı suçtur.

İsrail zorla göç ettirmeden açıkça bahsetmiyor ancak 7 Ekim'den bu yana yaptığı tüm eylemler buna kanıt oluşturuyor.

İsrail elektrik, su ve yiyecek gibi yaşam kaynaklarını engellemenin yanı sıra, gitmekten (ama nereye?) başka seçenek bırakmayacak şekilde her yeri bombalamakla tehdit ederek, onları yıldırıp korkutarak Gazze halkını Gazze Şeridi'nin güneyine doğru itiyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Zorunlu göç ettirme, dünyadaki bazı halkların tarihinde belirli zamanlarda yaşanan, insanlığı 'orman kanunları' dünyasına geri götüren, etiğe ve uluslararası hukuk ilkelerine değil, silahlı baskının gücüne dayanan kara bir nokta gibidir.

Yunan-Türk savaşının (1919-1922) sonunda bir tür zorunlu göç ettirme hikayesi yaşandı.

Lozan Anlaşması'nın imzalanmasından sonra Türkiye, topraklarında yaşayan 1 buçuk milyon Rum'u Yunanistan'a, Yunanistan ise topraklarındaki 500 bin Müslüman Türk'ü Türkiye'ye göç etmeye zorladı.

Yine 1947'de Hindistan bölündüğünde Müslümanlar Hindu bölgelerini terk ederek Pakistan'a gitmek zorunda kalırken, Hindular da Müslüman bölgelerinden Hindu bölgelerine göç ettiler.

Bu bağlamda en son olumsuz deneyim, Fas'ta Batı Sahra için yapılan ve 'Yeşil Yürüyüş' olarak bilinen hadisenin ardından yaşandı.

Cezayir, 18 Aralık 1975'te Cezayir'de ikamet eden 350 binden fazla Faslıyı sınır dışı etti.

Sakinlerin zor kullanılarak bir yerden başka bir yere nakledildiği yukarıda zikredilen üç dosyanın da uluslararası barış ve güvenlik duvarında geniş gedikler açtığını ve açmaya devam ettiğini söylemeye gerek bile yok.

Göç ettirilen Rumlar ve Türkler hâlâ çok fazla acı taşıyorlar. Hindistan Müslümanları ve Hinduları birbirlerine büyük bir kin besliyor ve iki taraf zaman zaman neredeyse nükleer savaşın eşiğine geliyor. Batı Sahra'ya gelince, istediğinizi söyleyebilirsiniz.

En büyük evinden ve yurdundan göç ettirilme felaketi hikayesini, Filistin halkı yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.

Çoğunluğu diğer Arap ülkelerinin yanı sıra Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır'daki kamplarda ve yerel toplumlar arasında yaşayan yaklaşık 6 milyon Filistinli mülteci var.

İsrail zorunlu göç planlarıyla neyi amaçlıyor?

Bu son eğilimler 7 Ekim Cumartesi günü Hamas'ın operasyonuna bir tepki olarak mı ortaya çıktı?

Kesin olan şey şu ki, bu, İsrail'in asıl sakinlerini kovarak tüm tarihi Filistin topraklarını boşaltmayı amaçladığı uzun bir yolculuğun sadece çok küçük bir aşaması.

İsrail devletini tanıyanlar onun iliğine kadar bir din devleti olduğunu bilirler.

Bütün planlarına 21'inci yüzyılda tüm dünyada ortadan kalkan ve artık İsrail dışında var olmayan bir tür ırkçılığın damga vurmasının sebebi de budur.

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile yaptığı görüşmede İsrail'in Gazze halkını zorla göç ettirme emellerinden açıkça bahsetti.

Gazze'yi mantıksal olarak Batı Şeria sakinlerinin Ürdün'e göç ettirilmesi takip edecek.

Sisi'nin açık ve net açıklamaları, İsrail'in bir Filistin devletinin doğuşu ve yükselişine dair her türlü umudu bitirme ve söndürme yönündeki son girişimine dikkatleri çekti.

Zira Gazze'deki Filistinliler göç ettirildiğinde artık bir Filistin devleti kurma fikrini destekleyecek demografik bir ağırlık da kalmayacak.

En önemlisi de böylece Kudüs-ü Şerif'e söz konusu devletin başkenti olma payesini geri kazandıracak fırsat da kaçırılacak.

Nitekim Kudüs'ün Müslüman ve Hristiyan sakinlerinden boşaltılması süreci Haziran 1967'deki işgalinden bu yana devam ediyor.
 


Bugün İsrail'de olup bitenler, Netanyahu'nun planlarının bir parçası değil, aksine bunlar Tevrat'tan açık ve seçik bir şekilde alıntılanmış bir metaforla kendisine 'Yehuda Aslanı' adı verilen Ben Gurion'un çizdiği bir yol haritasıdır.

Bu da meseleyi göreceli değil, dogmatik bir meseleye dönüştürüyor.

Ben Gurion bir keresinde bunu açıkça söylemişti:

Kudüs olmadan İsrail'in hiçbir anlamı yoktur.


Tapınak yeniden inşa edilmeden de Kudüs'ün hiçbir anlamı yoktur.

Tapınağın inşası ve onu takip edecek kurbanların sunumu törenleri, dünyayı 6 kıtası ile birlikte bir din savaşı ateşine sokmak için yeterlidir.

'Zorunlu göç ettirme' senaryolarının devreye sokulması yönünde girişimler devam ederken, başta Mısır, Suudi Arabistan Krallığı ve Ürdün olmak üzere öncü Arap merkezleri, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in son ziyaretinde 'sert' bir tavır sergileme konusunda başarılı oldular.

Zira amaç bir halkın anavatan topraklarının çalınması ise, diplomasinin artık bir yeri ve alanı yoktur.

Bilhassa olay istisnai, dolayısıyla tepki de istisnai olması gerektiği için, bu sefer Arap diplomatik çevreleri sağlam ve kararlı tutumlar sergilediler.

İsrail savaştan değil barıştan korkuyor, zira doğuşundan itibaren savaşı adet edindi. Altı Gün Savaşı (1967 Arap-İsrail Savaşı) sırasında dönemin İsrail Başbakanı Levi Eşkol'u, İsrail işgal ordusu Sina, Golan, Batı Şeria ve Kudüs'te ilerlerken "Sonsuza kadar kılıcın ucunda mı kalmak istiyorlar" diye haykırmaya iten de buydu.

İsrail, bu karanlık senaryolarla bölgeyi ve dünyayı köktendinciliğin geri döneceği ve radikal tarafların saldırılarını yeniden başlatacakları bir cehenneme itiyor.

Diğer taraftan bu senaryolar dünya genelinde dinsel yönü ve dokusu olan sağ ve şovenist hareketlerin hakimiyetini de güçlendirecek.

Bu ise barış yelpazesinin uzun bir süreliğine kapanması demek.

Bu satırlar yazılırken yol açacağı kayıplarla birlikte Gazze'ye kara operasyonunun gerçekleşmesi bekleniyordu.

'Alternatif vatan' senaryoları 'savaşların geri dönüşü' ve 'iki devletli çözümün' ortadan kalkması anlamına geliyor.

İsrail'in her zaman asıl hedefi de büyük olasılıkla bu oldu.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU