2017 - 2018’de Merkezî İstihbarat Teşkilâtı (CIA) Başkanı ve 2018 ila 2021 yıllarında Dışişleri Bakanı olan Mike Pompeo, ABD Başkanı Donald Trump başkanlıktan ayrıldığında iki önemli görevi üstlenmiş tek ABD’li yetkili olarak kayıtlara geçmişti. Önümüzdeki yıl sonunda yapılacak seçimleri Cumhuriyetçilerin kazanması halinde Pompeo, yönetime dönmek için güçlü bir aday.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Londra merkezli Al Majalla dergisinin Pompeo ile yaptığı özel görüşmenin bir önemi var. Nitekim Ortadoğu, Körfez ve dünya hakkında pek çok sırra vâkıf olan Pompeo; ABD’nin dünya düzeyinde Çin ve Rusya ile ilişkisi ve bölgemiz düzeyinde Suudi Arabistan ve İran’a yönelik politikası gibi önemli konularda Başkan Biden yönetiminden tamamen farklı bir yaklaşım ortaya koyuyor.
Al Majalla’dan İbrahim Hamidi'ye verdiği röportajda Pompeo, kendisi yönetimden ayrıldıktan sonraki dünyada en büyük değişimin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali olduğunu ve Batı, ‘Trump yönetiminin belirlediği şartlara ve anlaşmalara bağlı kalmış’ olsaydı bunun yaşanmayacağını söyledi. Ona göre Trump yönetimi ile Biden yönetimi arasındaki fark şu: Putin artık saldırgan eylemlere büyük bir caydırıcılıkla karşılık verilebileceğini düşünmüyor ve bu da onu daha fazla saldırganlığa teşvik ediyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de 2014 yılında Başkan Barack Obama döneminde başladı.
Pekin konusunda Pompeo, Çin’in davranışlarına etkin bir şekilde karşı koymak için ABD, Avrupa ülkeleri, Japonya, Singapur, Hindistan ve Çin’in eylemlerinden olumsuz etkilenen diğer ülkeleri içine alan bir cephe oluşturulması gerektiğini vurguluyor.
Eski ABD Dışişleri Bakanı, Ortadoğu’daki duruma da değinerek, Biden yönetiminin Suudi Arabistan ve İran’a karşı çelişkili yaklaşımını eleştirdi. Daha sonra yaklaşan seçimleri Cumhuriyetçilerin kazanması halinde (Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn) Kral Selman bin Abdülaziz, önde gelen lider (Suudi Veliaht Prens ve Başbakan) Prens Muhammed bin Selman ve kendi halklarının iyiliğini isteyip terörü bastırmak ve barış inşa etmek için çalışan diğer isimlerle ciddi bir ortaklıkla, Trump yönetiminin izlediği siyasete daha çok benzeyen bir ABD politikası görüleceğini ifade etti.
Yaklaşan seçimleri Cumhuriyetçilerin kazanması halinde Kral Selman bin Abdülaziz, önde gelen lider Prens Muhammed bin Selman ve kendi halklarının iyiliğini isteyip terörü bastırmak ve barış inşa etmek için çalışan diğer isimlerle ciddi bir ortaklıkla Trump yönetiminin izlediği siyasete daha çok benzeyen bir ABD politikası görülecek
Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı röportajda Pompeo’ya göre Biden yönetimi, Trump’ın tam tersi bir yaklaşım izleyerek, kusurlu bir nükleer anlaşmaya yeniden girme çabasıyla sadece İran’la ilişkileri iyileştirmeye odaklandı ve İran’a yaptırım uygulamamayı tercih etti. Bu karar birtakım sonuçlar doğurdu. Uzun vadeli bir dost ve ortak olan İsrail, ihtiyaç duyduğunda ABD desteğini temin edeceğine dair güvenini yitirmeye başladı. Arap Körfez ülkelerinin liderleri de ABD’nin sabit desteğine gerçekten sahip olup olmadıklarından şüphe duydu. Ki bu, sadece bölgede değil, küresel düzeyde de tehlike oluşturuyor.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’le yakınlaşmaya dair soruya cevap olarak Pompeo, bu normalleşmenin ABD siyasetine güven duyulmamasından kaynaklandığını belirterek şöyle dedi: “İran ile Rusya’ya Suriye’de kontrolsüz faaliyet yürütmesine imkânı tanınırsa, komşu ülkelerin sonucu kendileri şekillendirmeye çalışmak dışında seçeneği kalmayacak. Körfez ülkelerinin Esed’le yeniden bağlantı kurması, bir bakıma ABD’nin başarısız gördükleri politikasının sonucudur.”
3 Ağustos’ta telefon üzerinden gerçekleşen röportajın metni:
-Bakan Mike Pompeo, siz hem CIA Direktörü hem de Dışişleri Bakanı olarak görev yapmış tek isimsiniz. Zorlu durumlar yaşadınız mı? İki görev birbirinden ne kadar farklı?
Oldukça zor. Farklı komitelerin ve ekiplerin çalışmaları arasında büyük bir farklılık var.
CIA Direktörü olarak istihbarat toplama, bilgileri analiz etme ve gizli operasyonlar yürütmeye hazırlanma gibi belirli bir göreve tahsis edilmiş ekiple çok sessiz bir şekilde çalışabilirsiniz. Bu üç sorumluluk, uluslararası terörle mücadele etmenin yanı sıra, bu ekibin çalışmalarının ana odağını oluşturur.
Ama Dışişleri Bakanlığı, çok daha büyük bir kurumdur. Daha geniş görevlere ve istihbarat teşkilâtının rolünden tamamen farklı gerçek bir siyasi role sahip.
-Siz Dışişleri Bakanlığı görevini bıraktıktan sonra sizce ABD’nin yüzleştiği tehditler nasıl gelişti?
Bu önemli bir soru. Çok açık ki Batı biz varken, yani Başkan Donald Trump döneminde belirlenen şartlara ve anlaşmalara bağlı kalamadı. Mesela Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Avrupa’yı işgali, bizim dönemimizle kıyaslandığında önemli bir değişiklik teşkil ediyor.
Halihazırda İran, daha büyük mali kaynaklara ve yeteneklere sahip. Bu da onu kendi yörüngesinde dönen Hizbullah gibi örgütleri güçlendirebilecek ve nükleer silah programını geliştirebilecek bir duruma getiriyor. Çin Komünist Partisi’ne gelince o da biz iki buçuk yıl önce görevi bıraktığımızda nasılsa yine öyle tehditkâr davranıyor. Değişen tek şey, Batı’nın bu meydan okumalara karşı koyma konusundaki isteksizliği.
Bu meselelerin, özellikle de ekonomik çatışmanın ne kadar acil olduğunu anlamamız gerek. Bu, ABD’deki istihdamın ve fikrî mülkiyet ile temel mülkiyet haklarının korunması için oldukça önemli bir şey. Bu sorumluluk sadece bize değil, diğer ülkelere de düşer. Bu karmaşık zorluklarla yüzleşmek için yapılması gereken çok iş var.
Çin’in davranışlarının dayattığı zorlukların üstesinden gelmek için insan haklarını, insanlık onurunu ve mülkiyet haklarını destekleyen ülkelerin liderliğinde, kapsamlı ve iş birliğine dayalı bir yaklaşım gerekiyor. Bu, komünist Marksist-Leninist modele karşı bir ittifak kurma yolunda küresel etkileşim için gerekliliktir
-Dediğiniz gibi Çin, halen büyük bir sorun. Önümüzdeki birkaç yılda ABD-Çin ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Buna kısa bir cevap vermek gerçekten zor. Esasında Çin’in davranışlarının dayattığı zorlukların üstesinden gelmek için insan haklarını, insanlık onurunu ve mülkiyet haklarını destekleyen ülkelerin liderliğinde kapsamlı ve iş birliğine dayalı bir yaklaşım gerekiyor. Bu, komünist Marksist-Leninist modele karşı bir ittifak kurma yolunda küresel etkileşim için gerekliliktir. Bu yaklaşımın başarısı aynı zamanda Çin’deki iç dinamiklerin anlaşılmasına, özellikle de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in egemenlik için harcadığı mevcut çabalarıyla bağlantılı riskleri üstlenmeye hazır olup olmamasına da bağlı.
-Hedef, Çin’le karşı karşıya gelmek mi?
Çin’in davranışlarına etkin bir şekilde karşı koymak için ABD, Avrupa ülkeleri, Japonya, Singapur, Hindistan ve Çin’in eylemlerinden olumsuz etkilenen diğer ülkeleri içine alan birleşik bir cephe oluşturmak oldukça önemli. Bu ittifak, Çin’in uluslararası sahadaki tutumlarının ortaya çıkardığı zorluklarla yüzleşip onlara karşı koymak için birlikte, ciddi ve yapıcı bir şekilde faaliyet yürütmeli.
Putin artık saldırgan eylemlerin büyük bir caydırıcılıkla karşılaşabileceğini düşünmüyor. Bu, onu daha fazla saldırganlık konusunda cesaretlendirerek binlerce Ukraynalının hayatına mal oldu
-Söylediğiniz gibi Putin, şu an Avrupa’yı işgal ediyor. Genel olarak Rusya’ya ve şu an da Ukrayna savaşına karşı Trump’ın yaklaşımı ile Biden’ın yaklaşımı arasındaki fark nedir?
Aradaki fark, önceki yönetimde caydırıcılığın var olmasında saklı. Vladimir’in Putin’in Avrupa’yı işgalinin yakın zamanda başlamadığını hatırlatmak gerek. Nitekim başlangıç, 2014 yılında Başkan Barack Obama görevdeyken oldu ve o dönemde Putin, Ukrayna’nın büyük bir kısmını ele geçirdi. Bununla birlikte sonraki dört yıl boyunca Avrupa’ya karşı başka herhangi bir saldırgan eylem görülmedi. Sonra mevcut yönetim iktidara gelince işler değişti, Batı tasarım anlayışı değişti… Bana aradaki farkı sormuştunuz…
-Gerçekten, farklı olan ne?
Aradaki fark şu: Putin artık saldırgan eylemlerinin büyük bir caydırıcılıkla karşılanmayabileceğini biliyor. Bu da ona daha fazla saldırganlık konusunda cesaret vererek, binlerce Ukraynalının hayatına mal oldu. Mevcut yönetim altında Batı’nın kararlılığını ciddiye almadı. Fark şu ki Dışişleri Bakanı olarak siz öncelikle, küresel düzeyde refahı ve barışı güçlendirmek için ekibe ekonomik, askerî ve diplomatik desteği sağlamaktan sorumlusunuzdur. Biden yönetiminin gerçekleştiremediği şey bu.
-Uluslararası ve küresel meseleler hakkında uzun uzadıya konuşabiliriz. Ancak müsaade edin, Ortadoğu meselelerine geçelim. ABD ile Körfez ve Ortadoğu arasındaki ilişkileri nasıl görüyorsunuz? Biden’ın politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biden yönetimi, bizim yönetimimizde izlediğimiz yaklaşımla çelişen önemli pek çok hata yaptı. Önceki yönetim, İran haricindeki bölge ülkeleriyle ticareti, serbestliği ve ilişkileri genişletmeyi hedeflerken, Biden yönetimi bunun tersi bir yaklaşım izledi ve kusurlu bir nükleer anlaşmaya bir kez daha girme çabasıyla yalnızca İran’la ilişkileri iyileştirmeye odaklandı.
Siyasetteki bu dönüşümün birtakım sonuçları oldu. Sözgelimi ABD’nin İsrail’le olan ilişkileri, iki buçuk yıl öncesine göre zayıfladı. Arap Körfez ülkelerinin bir müttefik olarak ABD’ye olan güvenleri sarsıldı ve bu da onları yatırımlarında temkinli davranmaya itti.
Biden bir Ortadoğu ülkesini dışlanmış olarak tanımlarsa bu, o ulusun davranışlarını, “Bakın, sizinle çalışmak istiyoruz. Güvenlik ortağınız olmayı arzuluyoruz. Yaptığınız bazı şeylerden memnun olmazsak bunu size muhakkak bildireceğiz. Bununla birlikte çözümün bir parçası olmak istediğinizi anlıyoruz” demenizden daha farklı şekilde etkiler.
Bu modelin, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 75 yılı aşkın bir süredir iyi sonuçlar verdiği görülüyor.
Biden yönetimi, İran’a yaptırım uygulamamayı tercih etti ve bu karar birtakım sonuçlar doğurdu. Mesela uzun vadeli bir dost ve ortak olan İsrail, gerektiğinde ABD desteğini temin edeceğine dair güvenini kaybetmeye başladı
-Peki ya İran?
Biden yönetimi, İran’a yaptırım uygulamamayı tercih etti ve bu karar birtakım sonuçlar doğurdu. Mesela uzun vadeli bir dost ve ortak olan İsrail, gerektiğinde ABD desteğini temin edeceğine dair güvenini kaybetmeye başladı.
Arap Körfez ülkelerinin liderleri, ABD’nin değişmez desteğinin gerçekten arkalarında olup olmadığından şüphe duydu. Bu durum, sadece bölgede değil, küresel düzeyde de tehlike oluşturdu.
ABD’yi her zaman ön planda tutan biri olarak ben, sizin de bildiğiniz gibi (İsrail ile Arap ülkeleri arasında) bizim dönemimizde varılan tarihî anlaşmalar grubu Abraham Anlaşmaları ile doğrudan bağlantılı olarak artan refah ve bir arada yaşam desteklenmezse görülecek olası sonuçları düşünüyorum.
Böyle bir ilerleme olmazsa ABD’nin, sıkıntılı bölgelerdeki zorluklarla yüzleşmek için gençlerini konuşlandırmaya ihtiyaç duyabileceği artan bir tehlike var ki bu, bizim kaçınmaya çalıştığımız bir senaryo.
Biden yönetiminin Ortadoğu’da, geniş kapsamlı bir barışın ve uyum içinde bir arada yaşamın yolunu açabilecek olumlu gidişatı sekteye uğratması çok üzücü. Barış ve bir arada yaşam, önceden pek çok kişinin mümkün olabileceğini düşünmediği bir sonuçtu ve biz, iktidarımız boyunca bu rüyayı gerçeğe dönüştürmek için aktif olarak çalışıyorduk.
-ABD’nin Suudi Arabistan ve İran’a yönelik en iyi yaklaşımı sizce nedir?
Şöyle ki İranlılar, dünyanın dört bir yanında terör üretmek için uğraşıyor. Suudi Arabistan Krallığı ise devletini inşa etmeye ve halkını gözetmeye çalışıyor. Bu, sorunuzu yanıtlar.
Bu yüzden ABD ve müttefikleri; İran rejimini, kadınlarına ve vatandaşlarına zulmetmesine ve sadece vatandaşlarını değil, aynı zamanda Arap Körfez ülkelerinin, İsrail’in ve ABD’nin istikrarını da olumsuz etkileyen zararlı faaliyetlerine devam etmesine yardımcı olan paralardan mahrum bırakmak için sert yaptırımlar uygulamalıdır.
Bu sebeple her şeyi yerli yerine koymamız gerek. Mevcut yönetimimiz bunu yapmıyor. ABD; Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve bölgedeki diğer ülkelerde, halkları için barış ve refah arayışında olan olağanüstü liderleri desteklemeye çalışmalıdır. Bu ülkeleri güçlendirmek ve onlarla güçlü bağları geliştirmek için ekonomik ve diplomatik yardım sunmalıdır.
Bunu yaparsak sadece bölge halkı için değil, tüm dünya için daha güvenli bir Ortadoğu inşasına katkıda bulunabiliriz.
-Önümüzdeki yıl ABD seçimleri var. Bu seçimleri Cumhuriyetçiler kazanırsa Suudi Arabistan Krallığı’na yönelik ne gibi bir politika öngörüyorsunuz?
Trump yönetiminin izlediği politikaya daha çok benzeyen bir politika ve Kral Selman, önde gelen lider Muhammed bin Selman ve halkının iyiliğini isteyip terörü bastırmak ve barış inşa etmek için çalışan diğer isimlerle kurulan ciddi bir ortaklık görülecek.
Partimizin adayı kim olursa olsun, Cumhuriyetçi bir yönetimin bunu Trump yönetiminde benimsediğimiz tarzla geri getireceğini göreceksiniz, inanıyorum.
Esed, kendi halkına büyük bir zarar veren ve eylemleri yüzünden milyonlarca Suriyeliyi ülkeden kaçmak zorunda bırakan bir katil. Şurası açık ki pek çok Ortadoğu ülkesi, ABD’nin yaklaşımına güven duymadığı için Esed’le ilişki kurmak zorunda kaldı
-Bakan Pompeo, Cumhuriyetçiler kazanırsa yönetime dahil olacak mısınız?
Bilmiyorum. Kat edeceğimiz uzun bir yol var. İnsanlar bana bunu sorduğunda hep evet dedim. Ancak ileride ne olacağı konusunda kehanette bulunmak istemem. Umarım ABD için doğru şeyi yapacak güçlü bir muhafazakâr lider seçeriz.
-Peki Suriye? Bildiğiniz üzere bazı Arap ülkeleri, Şam’la normalleşmeye başladı ve Biden yönetimi de bu normalleşmeyi durdurmak için pek bir şey yapmadı. Siz ne düşünüyorsunuz? Sizce Devlet Başkanı Beşşar Esed’e karşı doğru yaklaşım nedir?
Trump yönetimi olarak Esed’in, halkına büyük bir zarar veren ve eylemleri yüzünden milyonlarca Suriyeliyi ülkeden kaçmak zorunda bırakan bir katil olduğunu ikrar etme konusundaki yaklaşımımız açık ve tutarlıydı. Şurası açık ki pek çok Ortadoğu ülkesi, ABD’nin yaklaşımına güven duymadığı için kendini Esed’le ilişki kurmaya mecbur hissetti.
İran ile Rusya’ya Suriye’de kontrolsüz faaliyet yürütmesine imkânı tanınırsa, komşu ülkelerin, sonucu kendileri şekillendirmeye çalışmak dışında bir seçenekleri olmayacak. Körfez ülkelerinin Esed’le yeniden ilişki kurması bir ölçüde, başarısız gördükleri ABD politikasının bir sonucudur.
-Yapay zekâ hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yapay zekânın tüm insanlığa çok faydalı olacağını düşünüyorum. Elbette riskler var. Ancak bunlar kontrol altına alınabilir. Üreticilik, muazzam zenginlik oluşturma etkileri, kuantum hesaplama ve bilgi paylaşım teknolojileri… Bunların hepsi, dünyamızdaki en zayıf insanların yaşamını temelden iyileştirme potansiyeline sahip.
Bunlar inanılmaz derecede iyi. Bunları, dünyanın şiddetle ihtiyaç duyduğu bu üretken kazanımlardan mahrum edecek şekilde organize etmediğimizden emin olmak için sabırlı olmak gerekir diyorum.
* Röportaj, Şarku’l Avsat okurları için Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.