Uçsuz bucaksız Afrika yeraltı kaynakları üzerindeki mücadele ve bunların kendi halklarının yararına olacak şekilde sömürülmesi, gerek sömürge döneminde gerekse sonrasında modern tarihte (birçok ülke resmi olarak bağımsız hale geldikçe) tekrarlanan bir vakayı temsil ediyor.
Afrika ülkelerinin çoğu, bir dizi kültürel, ekonomik ve finansal araçla sömürgeci ülkelerin etkisi altında kaldı. Dahası, bazı ülkelerin bağımsızlık kazanması, sömürülmenin bitişi anlamına gelmiyordu.
Sovyetler Birliği liderliğindeki Varşova Paktı müttefikleri ile ABD liderliğindeki NATO arasındaki kutuplaşma tuzağına birçok ülke karıştı.
Bu durum bazılarını -özellikle Sahra'nın güneyindekileri- sömürgeci ülkelerin etkisinin bir uzantısı olarak kabul edilen iç savaşlara sürükledi.
Silahlı güçler arasında, o zamanın Sovyet veya Çin versiyonlarındaki sosyalist tezlere daha yakın olan devrimci fikirler ortaya atıldı.
Bu iç savaşların birçoğu uzun yıllar sürdü, kıta sayısız dış müdahaleye tanık oldu bu şiddet dalgaları muazzam kaynakların boşa harcanmasına ve yüzbinlerce kişinin öldürülmesine yol açtı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Uluslararası ilişkilerle ilgili literatürün çoğu, Soğuk Savaş sırasındaki Afrika iç savaşlarının tartışılmasıyla ilgiliydi.
Bunun çarpıcı bir örneği olan Angola Savaşı (1991-1995) apaçık bir örnek olarak karşımıza çıkıyor.
Etiyopya'daki Eritre savaşı ve bu iki savaş dışındaki daha birçoğu, farklı teorik kavramlara odaklandı.
Vekâlet savaşları, devrimci savaşlar, halk orduları ve devrimci ordular gibi hepsi merkezi bir fikir etrafında döndü.
Bu fikir, uluslararası sistemin en tepesinde birbiriyle en uyumsuz iki ideolojik çerçeve arasındaki mücadelenin etki etmesidir.
Söz konusu etki, bağımsızlığını yeni kazanmış ülkelerin koşulları üzerinde kendisini daha çok hissettiriyor.
Çünkü bu devletlerin siyasi kurumları ve aydınları, sorunlarla dolu gelişmekte olan bir ülkeyi mantıklı bir şekilde yönetecek olgunlukta değildirler.
İnsanların kaynaklarından ve bağımsızlıklarından ödediği bedel de bu etkinin bir sonucudur.
Dış güçlerin, çatışmanın devamlılığına etkisi ve çatışmanın istisnasız tüm taraflarının kaynaklarının israf edilmesi de buna dahildir.
Aynı bağlamda, 1989 yılında Sovyetler Birliği'nin çöküşü, birçok çatışmanın yönünü siyasi çözüme ve yönetimde ortaklığın kabulüne doğru değiştirmede büyük bir etkiye sahipti.
Yeni Rusya'nın çatışmanın taraflarından birine kaynak ve desteği -özellikle askeri olanları- kaybetmesi sonucunda, o dönemde ideolojik nedenlerle desteği siyasi sözlüğünden çıkardı.
Batı ile çıkarlarını geliştirmeye, sosyalist fikirleri terk ettiğini kanıtlamaya ve çıkar ilişkilerini benimsemeye odaklandı.
Aynı zamanda Batı, Rusya'nın eski Sovyet nüfuz pozisyonlarından çekilmesi ve kendi kendini tecrit etmesiyle donanmış olarak, Afrika kaynaklarının tekelleştirilmesine ve sömürülmesine dayalı bir politika uyguladı.
23 yıl önce Sovyetler Birliği'nin varisi olan Rusya'nın içinde bulunduğu şartlar bugünkü şartlarla aynı değil.
Ukrayna'daki savaşın yansımaları ışığında, Batı ile çıkarlar inşa etme stratejisini benimsemesi, göze çarpan bir etki haline geldi.
Ukrayna savaşından önce bile Moskova'nın -ister bir gerçek, ister karar vericinin zihnindeki bir varsayım olsun- farklı nedenleri vardı.
Batı'nın orta vadede ülkeyi bölmeyi, kaynaklarını tüketmeyi ve kısa vadede ülkeyi kuşatmayı amaçlaması bunlardan biridir.
Bu nedenle, bu ablukadan kurtulmanın tek yolu, başta Afrika olmak üzere çeşitli yerlerde nüfuz merkezleri inşa etmek, resmi ve gayri resmi tüm mekanizmaları devreye sokmak ve bu nüfuzdan hoşnutsuzluk duyulan ülkelerde Batı nüfuzunu baltalamaya çalışmaktır.
Fransa, ABD, Almanya ve İngiltere gibi Batı sembollerine yönelik öfke duygularının kıtanın batısında ve merkezindeki birçok Afrika ülkesinde yayılması ve Batılıların ulusal hakları sömürdüğü argümanlarının gelişmesi de buna yardımcı oldu.
Bu duyguları benimseyen ve bu koşulları düzeltmek için pratik bir politikaya dönüştürmeye çalışan siyasi ve siyasi olmayan güçler var.
Bazı Afrika ülkelerinde en az 20 yıldır yaşananlar, örneğin Rusya ve öncesinde Çin ile ilişkilerini güçlendirmeleri ve Batı ile aralarına mesafe koyma konusundaki ısrarları, Afrika ülkeleri ile Batılı güçler arasındaki ilişkilerde farklı derecelerde de olsa dengesizliğin doğal bir sonucudur.
Fransız nüfuzuna karşı son darbelere sahne olan Nijer, Fransa'ya yıllık 150 milyon dolar değerinde uranyum sağlarken, miktarı 8 bin tona yakın olan uranyum, 18 nükleer santralde 56 reaktörü çalıştırıyor.
Fransa'ya sağlanan uranyumun gerçek piyasa değeri, ödenen fiyatın yaklaşık 3 katı olarak tahmin ediliyor.
Bir yıldan kısa bir süre önce ülkesinde darbeye öncülük eden Burkina Faso Devlet Başkanı İbrahim Traore, temmuz ayı sonunda Petersburg'da düzenlenen Rusya-Afrika zirvesine katılan Rusya Devlet Başkanı Putin ve Afrikalı liderlerin önünde konuşurken, Afrika'daki açgözlülere karşı bir yüzleşme politikası olarak, ülkesini ve diğer Afrika ülkelerini Batı'nın karşısında durmaya iten sebepleri özetledi.
Traore'nin "Afrika'daki açgözlüler" tanımına sömürgeci Batı devletlerinin yanı sıra, halklarının sorunlarını çözmek için ayağa kalkıp onlara ilaç, gıda ve insana yakışır bir yaşam sağlamak yerine emperyalistlerin ve sömürgecilerin kuklası ve takipçisi olan Afrikalılar da dahildi.
Traore'nin konuşması, ülkesindeki birçok kişinin onu, (ister Afrikalı olsun ister başkası) ülkesini kuşatanlara meydan okuma kararlılığına ve net bir vizyona sahip güçlü bir lider olarak karşılamasını sağladı.
Analistler, askeri bir darbeyle iktidara gelen Traore'nin söylediklerinin, sıradan insanların duygularını uyandıran, ülkesinin kalkınma krizinin nedenlerini başkalarına yükleyen ve kendisini liberal bir lider olarak sunan popülist retorikten başka bir şey olmadığını söyleyebilirler.
Ancak buradaki esas mesele, görünürdeki liyakatine rağmen analistlerin buradan ne çıkardığı değil, insanların düşündüğü şeydir.
Afrika'nın ilerlemesi için mücadele ilkesinin ve Afrika'nın muazzam kaynaklarının halklarının gelişmesi için garanti altına alınmasının, son gelişmelerin sonucu olmadığı kesin.
Ordu tarafından öldürülen Burkina Faso lideri Thomas Sankara da dahil olmak üzere, bu prensibi savunan ve bunun için hayatlarını ödeyen tarihe geçmiş birçok Afrikalı lider var.
Şurası da kesindir ki asıl mesele, çeşitli kesimleriyle toplumu tatmin edecek bir ilke ya da slogan ortaya koymak değil.
Daha ziyade bu söylemleri gerçekte meyve veren politikalara, adaleti ve eşitliği yayan nezih bir yaşama dönüştürmek.
Bu nedenle İbrahim Traore, Mali, Nijer ve Çad liderlerinin yaptıklarının yalnızca Batı'ya, eski sömürgecilere ve onların Afrikalı müttefiklerine meydan okumak için değil, halklarının iş, üretim ve adaletle yeniden canlanması için olduğunu kanıtlamaktan başka bir çareleri yok.
Burada desteğin Rusya'dan mı, Çin'den mi yoksa başkalarından mı geldiği önemli değil. Önemli olan herkesin yararına olacak şekilde iyi politikalar, yönetim ve kaynak geliştirmedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.