İç savaştan nasıl kaçınırız? John Locke'un cevabı

Locke'un fikirleri Amerikan "Bağımsızlık Bildirgesi"ni, özellikle de silah taşıma hakkını etkiledi çünkü halkın hükümeti devirmesi için gerekli araçları olmalıdır

İllüstrasyon: Illinois Philosophy

Thomas Hobbes gibi, John Locke'un siyasi fikirleri de "iç savaş"ta çektiği acılardan doğmuştur.

Locke, iç savaş patlak verdiğinde 10 yaşındaydı ve I. Charles idam edildiğinde, kraliyet sarayına bitişik olan okulundan kitlelerin çığlıklarını duymuş ve bu da onda çok derin bir etki bırakmıştı.

Locke, daha sonra hoşgörü ve eğitime yaptığı katkılara ek olarak, şu yakıcı soruyu da yanıtladı:

Bizi kim yönetmeli?


Locke'a göre bizi yöneten, bizi iç savaştan koruyandır.

Ama aynı zamanda ve bunu yapmak için vatandaşlarının yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkını güvence altına almalıdır.

Hobbes'a göre çatışmanın kaynağı insan doğası iken Locke'a göre bu, uygulanan belirli politika ve davranışlarda gizlidir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"Yönetim üzerine iki inceleme" adlı kitabına bu şekilde, insanın sahip olduğu tüm yetkilerin kaynağının Tanrı olduğunu düşünen ve iç savaş sırasında kraliyet katibi olan Robert Filmer'a karşı yürüttüğü polemikle başlar.

Filmer'a göre yeryüzünü Adem'e bahşeden Tanrı'dır ve zamanla bu bağış paylaştırılmaya ve dağıtılmaya başlandı, bundan kralın tebaası, babanın ailesi ve efendinin hizmetkarları üzerindeki yetkisi doğdu.

Hepsi, her yönüyle kendilerine tabi olanların hayatlarını kontrol eden mutlak otoritelerdir.

İnançlı olmasına rağmen, "kralların ilahi hakları" kuramını onaylamayan Locke'a gelince; Filmer'in İncil'e dair bu yorumunu da reddeder.

Ona göre Tanrı, yeryüzünü yalnızca Adem'e değil tüm insanlığa bahşetti. Dolayısıyla kral, baba ve köle sahiplerinin yetkileri aynı nitelikte değildir.

İnsanların kendilerine bahşedilen yeryüzünü harap etmeleri ve kötü kullanmaları nasıl makul değilse bu durumda anne babanın çocukları reşit olana kadar onların koruyucusu olma rolünü aşmaları da makul değildir.

Bu yetki, efendinin kölesi üstünde sahip olduğu yetkiden kesinlikle farklıdır. Dahası (o zaman egemen olan erillik ve ataerkilliğe göre), koca (erkek) evin efendisiyse, bu onun karısı ve çocuklarının yaşam ve ölüm hakkını elinde tuttuğu anlamına gelmez.

Genel olarak yöneticinin yetkisine gelince, bu halkın rızasına dayanmalıdır ve her halükarda onlar çocuk değil, akıllı varlıklardır.

Locke kitabının devamında "doğa durumunu" da ele alır ancak onun bu durum için çizdiği tablo, Hobbes'un aksine, daha az karamsar görünür.

Daha muğlak ve belki de çelişkili olsa da Hobbes'un yapmadığı bir şekilde doğa durumunu kesinlikle ilahi iradeye ve Tanrı'nın insanı yaratmasına dayandırır.

Bu konudaki algısının, Tanrı'nın insanları doğal bir eşitlik ve özgürlük içinde yarattığı şeklindeki Hristiyan anlatısıyla uyumlu olduğu düşünülür.

Özgür ve eşit insanlar, Hobbes'un çizdiği gibi çatışan ve bu yüzden onları yönetecek ve uzlaştıracak bir despot üzerinde anlaşmaları kaçınılmaz bir görev haline gelen varlıklar değillerdir.

Locke göre insanlar arasındaki savaşlar mutlaka kalıcı olmak zorunda değil, çünkü rasyonel insanlar barışı tesis etmek için çalışacak ve başkalarının doğal haklarına saygı duyacaktır.

Buna rağmen insanlar doğal durumda yaşamaya devam edemezler. Çünkü aralarında çıkarlarını üstün tutanlar ve bencillikte bulunanlar olacaktır. Bu da çatışma ve kavgaya yol açabilir.


Halklar bu nedenle yönetimlere kısmi bir taviz vermeyi kabul etti.

Tavizi kabul etmelerinin üç nedeni vardı: Doğa durumunda yasa yoktur, bu da yasayı insanların kendilerinin türetmeleri gerektiği anlamına gelir.

İhtilafları halletme yetkisine sahip, tarafsız bir yargıcın bulunmaması, kanunlar koyulabilse bile kanunların uygulanmasını dayatacak bir otoritenin olmaması, herkesin kendi kendisine kararlar almasını gerektirecektir.

Ancak halk, tüm haklarından yönetim lehine feragat etmedi. Değişim veya taviz kabul etmeyen, keza yöneticilerin onlardan koparamayacakları yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi doğal haklarına sahip çıktı.

Durum şu ki bir sivil toplumun ve hükümetin kurulmasına olanak sağlayan kısmi tavizleri, geri kalan haklarının daha iyi ve sağlam bir şekilde korunmasına bağlıdır.

Böylece yönetim, güvenliği, hakları ve aynı zamanda koşullarının iyileştirilmesini savunur.

Çünkü kimse kendisini var olandan daha kötü bir duruma geri götürecek bir toplumsal sözleşmeyi kabul etmez.

Ancak tarafsız bir tahkim kaynağının kabulü, üstün yetkilerin yürütme erkine değil, yasama erkinin ve oy çokluğuyla karar almanın eline verilmesini gerektirir.

Yine Hobbes'tan farklı olarak Locke göre kral sözleşmenin sonucu değil bir tarafıdır ve bu da diğerleri gibi sözleşmenin kurallarına ve sonuçlarına bağlı olduğu anlamına gelir.


Devlet hakları korumaz ve dolayısıyla meşruiyeti kaybolursa, bir devrim gerektirse bile insanların onu değiştirmesi gerekir. Burada Locke, adaletsiz bir otoriteye direnme hakkını savunur.

Çünkü mutlak yönetim, medeni yönetimle eşit değildir. Dolayısıyla adil olmadığında meşruiyetini kaybeder ve bu durumda doğa durumu yeniden hakim olur.

Zira halk, bu durumda kendi işlerini ve bu büyüyen güce yönelik korkularını kendi kendilerine yönetmeye başvurur.

Dahası yöneticinin diğer insanlar gibi sağı solu belli olmayan, değişken ve zorba davranmayacağının garantisi nedir?
 


Bu durumda devrim, doğal hukukta kurucu bir eylemdir ve bir yıkım değil, doğru bir sistemi yerleştirmektir.

Aynı zamanda, bu sefer yetkinin yokluğunun değil, fazlalığının ürettiği doğa durumundan çıkışın teyididir.

Locke göre devrim durumunda kaosa ve doğa durumuna sürüklenmemenin garantisi ise halkın, önemsiz sebeplerle veya ara sıra yaşanan şikayetler nedeniyle ayaklanıp hükümetlerini devirmeye yönelmeyecek kadar akıllı olmasıdır.     

Locke'un bu fikirleri Amerikan "Bağımsızlık Bildirgesi"ni, özellikle de silah taşıma hakkını etkiledi çünkü halkın hükümeti devirmesi için gerekli araçları olmalıdır.

Buna ek olarak Amerikalılar bilhassa dini hoşgörü ve kilise ile devletin ayrılması konusundaki ısrarı gibi diğer görüşlerinden de etkilenmişlerdir.

Amerikan Devrimi'nin İngilizleri yenilgiye uğrattığı doğruysa, bu durumda Amerikalılar, daha sonra Edmund Burke'ün yazdığı gibi tamı tamına Locke'un ilkeleri olan İngiliz ilkelerini savunmak için savaşmışlardı.


Locke'un öğretileri birçok şeyin temel malzemesi olarak kabul edildi. Bazıları onları 18'inci yüzyıldaki aydınlanmanın başlangıcı olarak görürken, bazıları da onun pragmatizmini 17'inci yüzyılın bilimsel dönüşümlerine bağladılar.

Buna karşılık Locke'un övdüğü ve kitabının yayımlanmasından bir yıl önce 1688'de patlak veren "şanlı devrim", Locke bilincinin bir zaferi ve aynı zamanda liberalizm için kurucu bir olay olarak tasvir edildi.

Bu kansız devrim, Katolik Kral İkinci James'i tahttan indirmekle kalmadı, aynı zamanda parlamentonun yetkilerini de genişletti ve onun karar alımındaki konumunu güçlendirdi.

İngiltere o zamandan beri hiçbir iç savaş yaşamadı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU