“Türkiye’deki politik değişim Alevi kültürel çalışmaları olumsuz etkiliyor”

Türkiye’de Türk-Kürt-Arap Alevi ve Caferi perspektifinde kültürel çalışmalar yapan yayın evleri ülkedeki politik değişimin kültürel çalışmaları olumsuz etkilediğini düşünüyor

Türkiye'deki Alevi toplumunun etnik zenginliği / Fotoğraf: AA

Kültürel yayıncılığa ilginin politik konjonktüre bağlı değiştiği Türkiye’de siyasi gelişmeler, basın, yayın ve kültürel çalışmaları da etkiliyor. 

Kültürel farklılıklar ve fikir ayrılıkları nedeniyle yaşanan bölünmelere maddi imkânsızlık ve süreli yayınların tirajının düşük olması da eklenince Alevi toplumu arzu ettiği kurumsal yapıya kavuşamıyor. 

II. Meşrutiyet dönemi tüm halklar gibi Alevileri de siyasal açıdan motive etmiş. 

Bu ortamın etkisiyle ilk Alevi-Bektaşi yayın organı Muhibban Dergisi,  Ahmet Muhtar Bey ve arkadaşlarının öncülüğünde 1909’da yayın hayatına başlamış. 

Tarih; Muhibban’ın 1912’de kapandığını, 1918’de bir yıl süreye bir kez yayımlandığını söylüyor.

Dergi kesintilerle okuyucular ile bir araya geldiği yaklaşık 10 yıllık süre zarfında toplam 38 sayı çıktı. 

38 sayılık Muhibban’ın ardından Alevilerle ilgili yayınların ortaya çıkması 1960’lı yılları buldu. 

1964’de Hacı Bektaş Kültür Kalkınma ve Yardım Derneği tarafından yayımlanan aylık Karahöyük Dergisi öncü niteliğinde kabul edildi. 

Köyden kente göçün hızlandığı bu dönem aynı zamanda Alevilerin büyük şehirlere göç edip yerleşmeye başladığı dönemdi. 

1966’da kurulan haftalık Ehlibeyt Yolu Gazetesi ve Cem Dergisi bu dönemin ürünüydü.

 

Alevi Yayınları
Alevi yayınlarının artışa geçtiği asıl dönem 1990’lı yıllar

 

Erken dönemde dikkat çeken bir diğer yayın, Hıdır Abdal Ocağı dedelerinden Mehmet Yaman’ın üstlendiği 1970’de yayımlanmaya başlayan Gerçekler Gazetesi. 

Gazete üç yıl sonra dergiye dönüştü. Bu isimle ise ancak 10 sayı yayımlanabildi.

Alevi yayınlarının artışa geçtiği asıl dönem ise 1990’lı yıllar. 

1991’de çıkmaya başlayan Kavga Dergisi, 1992 yılında Kervan ismini almış, “Alevi-İşçi Musahipliği” anlayışıyla Alevilikle sosyalizmi yakınlaştırmaya çalışan bir yayın olmuştu.

Aynı yıl Gönüllerin Sesi Dergisi, 1998’de Karacaahmet Sultan Dergisi ismiyle on iki ay boyunca yayın hayatına devam etti. 

Kürt-Zaza Alevi kimliğinin vurgulandığı süreli yayınlar da 1990’lı yıllarda okuyucuyla buluştu. 

1994’de Almanya'da yayın hayatına başlayan Zülfikar Dergisi'nin farklı bir versiyonu olarak kabul edilen “Çağdaş Zülfikar Dergisi” İstanbul'da yayımlanmış ancak hemen her sayısı toplatılmıştı. 

Aynı yıllarda yayımlanan ve ağırlıklı olarak Tunceli’nin Alevi Zaza kültürünü tanıtmaya yönelik makalelere yer veren Berhem (Ankara-1992), Ware (Frankfurt-1993), Kırmanciya Beleke (İstanbul-2010) dergileri de Türkiye'deki Alevi toplumunun etnik zenginliğini gösteren süreli yayınları arasındaydı.

Vate, Kırkbudak, Kızıldeli, Pir Sultan, Şahkulu ve Serçeşme gibi dergiler aracılılığıyla 1990'lardan itibaren oldukça renkli bir tablo oluşturan Alevi yayıncılığı, genellikle dernek ve vakıfların bültenleri şeklinde var oluyor.

Can Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ali Adil Atalay, Vate Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Deniz Gündüz, Türkiye Caferi Alimler Birliği (CABİR) Başkanı Hasan Karabulut ve Arap Alevilerin kurduğu ASİ-DER’in yönetim kurulu üyesi Dr. Tevfik Usluoğlu Alevi yayıncılığı ve kültürel çalışmaları hakkında merak edilenleri Independent Türkçe’ye anlattı.

“Amacımız Alevi kültür ve geleneğini dünyaya tanıtmaktır”

Ali Adil Atalay, 1970 yılında İstanbul’da bir yandan nakliye şirketi işletirken diğer taraftan Gerçekler Gazetesi’nde Canlar Köşesi adıyla yazı yazmaya başladı. 

Gazete köşesindeki isimden esinlenen Atalay, 1972’de Can Yayınevi’ni kurup ve kendi deyimiyle adres sorana bile kitap hediye eder hale geldi.

 

alevi dede yeni.jpg
Can Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Ali Adil Atalay, Independent Türkçe'den Abdulhakim Günaydın'a konuştu

 

1990’lı yılların başında nakliyeciliği tamamen bırakınca yayıncılık asıl işi haline geldi.

Atalay, neredeyse yarım aşırı bulan yayıncılık hayatına Aleviler ile ilgili kültür, tarih, edebiyat ve öykü kitaplarının olduğu toplamda 550 kitap sığdırdığını belirtiyor. 

Atalay, Alevi toplumunun kitap bulmakta zorlandığı ve rahatça sormaya çekindiği bir dönemde yayıncılığa başladığını ve özellikle 93 ila 96 yılları arası iyi bir dönemden geçildiğini vurguluyor. 

Günde 250-300 arası 25’li kitaplardan oluşan setler sattığını hatta talebi karşılamakta bile zorluk çektiğini söylüyor.

Atalay’ın asıl amacı ise Alevi kültür ve geleneğini dünyaya tanıtmak: 

Yayın evimden çıkan hiçbir kitapta din, ideoloji ve etnisitelere hakaret göremez, yanlış bir cümle bulamazsınız. İnsanlık benim kırmızı çizgimdir. Sonuçta Aleviliği dünyaya tanıtmak için çabalıyorum ve dünyanın Alevilik-Bektaşilik düşüncesinde birleşeceğine inanıyorum. Ben Mehdi’nin 1919’da çıkıp Türkiye’yi kurtardığına inanıyorum. Benim nazarımda Atatürk bir Mehdi’dir ve bunu beyitlerimde de dile getirdim.


Bugüne kadar Türkiye ya da yurt dışı fark etmeksizin kitap ve benzeri kültürel etkinlikler için talepte bulunan kimseyi geri çevirmediğini söylüyor Atalay. 

Tunceli, Elazığ, Samsun, Erzincan ve İstanbul’daki Avcılar ile Alibeyköy’de yer alan birçok Cemevi’ne 10 binlerce kitap bağışladığını anlatıyor. 

Atalay’ın yayıncılıktan yana maddi bir beklentisi yok. Hatta kitaplarının satışının yayıncılığını etkilemeyeceğini söylüyor. Sırrı ise aslında eski mesleğinde saklı: 

Nakliyecilik yaptığım dönemde kazandığım paralarla 400 dönümlük bir çiftlik almıştık. Kitap basımı için orayı sata sata şuan elimde bir dönümlük bir yer kaldı. Hizmet adına tüm servetimi kitap gibi kültürel çalışmalara harcadım. Aklım ve ömrüm yettiği müddetçe bu işi devam ettireceğim.

Net söyleyeyim bugüne kadar hiç para kazanmadım. Allah bana çok para nasip etmesin çünkü o çok paranın altında ezilmek istemem. Bana yük olur taşıyamam. 

 

Can Yayınları
Can Yayınları

 

“20 liraya sattığımız kitabı şimdi aynı fiyata mâl ettiremiyoruz” 

Hüsniye Risalesi, Buyruk, Seyit Nizamoğlu, Nesimi Divanı, Virani Divanı, Edip Harabi Divanı… 

Bunların tümü Aleviliği anlatan kitaplar.

83 yaşındaki Ali Adil Atalay’ın dünden bugüne en çok yakındığı ise okuma oranının düşüklüğü. Yine de az da olsa ilgi onu memnun etmeye yetiyor:

Yayınladığımız eserlerde hiç kimseyi incitecek bir cümleye rastlayamazsınız. Bizzat okuduktan sonra kitap basıma gider. Ben sulh, insan, barış ve ilim sevdalısıyım.

Hz. Muhammed "İlim müminin mirasıdır, nerede bulursanız alın”, Hz. Ali “İlim Çin’de bile olsa gidin alın”, Hacı Bektaşı Veli “İlimsiz gidilen yolun sonu karanlıktır” ve Atatürk “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” demiş. Ben bu dört sözü birbirinden ayırmıyorum.

İlim başta bir meşaledir, kalbe duhul etmezse kuru bir velveledir. İlim ve insan odaklı çalıştığımız için eserlerimizde kimseyi incitecek bir cümleye rastlayamazsınız. Bugüne kadar eserlerimizden dolayı kimseden ne azar ne de hakaret işittik. 


Tek sıkıntı ilgisizlik de değil.

Atalay; Türkiye’de altın, inci ve gümüş gibi değerli madenlerden KDV alınmadığını; kitaptan ise 1 Şubat 2019’a kadar yüzde 8 KDV alındığını anımsatıyor.

Yani neredeyse koca bir yayıncılık hayatı boyunca…

20 liraya sattıkları kitabı kağıt fiyatlarının yükselmesinden dolayı aynı fiyata mal edemediklerini ve daha önce beşer bin adet basarken şimdi sayıyı bin adete düşürdüklerini söylüyor. 

Reklamcılığın çok para kazandırdığını bildiğim halde kitaplarım için bugüne kadar hiç reklam yapmadım. Önceleri Avrupa’nın her tarafındaki Alevi kurumları kitap ister onlara kitap gönderirdim.

Ama şimdi kurumlar Türkiye’den götürdükleri dedelere kitap yazdırıyorlar ve “Bu bizim kurumun kitabı, bunun dışında kitap almayın” diye başka kurumlardan kitap alımına izin vermiyorlar.

Bunu da bir sitem olarak kabul etsinler. Bu yaptıkları doğru değil. Ben şahsen öyle değilim burada herkesin eserini satıyorum. Avrupa’da faaliyette bulunan kurumlar buna yönelik tutumlarını gözden geçirmelidir, çünkü bu doğru bir tutum değil.


“Yayınevi faaliyetlerimiz daha çok Kürt Alevi perspektifine sahip”

Alevi yayıncılığının önde gelen isimlerinden biri ise Deniz Gündüz.

Gündüz, 1997’de üç ayda bir yayınlanan Zazaca Vate Dergisi ile yayıncılık hayatına başlamıştı. 2003’de Vate Yayınevi’ni kurdu. 

 

kitap
Vate Dergisi

 

Ağırlıklı olarak Zazaca dilinin gelişmesine yönelik çalışmaların dışında Kurmanci ve Türkçe kitaplar da basan yayınevi 120 kitabı okuyucular ile buluşturuyor.

Alevilik ve Kürt sorunu ile ilgili akademik çalışmaların yanı sıra çeviri, doktora tezleri ve bilgilendirici eserlerin içinde en bilineni ise “Dersim Merkezli Kürt Aleviliği” kitabı. 

16 Temmuz 2014'te Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun adıyla kanunlaşan çözüm sürecinin 2015’de sonlanması, Vate Yayınevi’nin de kitap satışını akamate uğratmış. 

Gündüz’e göre Türkiye’deki politik değişim kültürel çalışmaları olumsuz etkiliyor. Bir başka deyişle Gündüz, kitap satışının siyasi konjonktüre bağlı olarak dönemsel değişime uğradığı kanaatinde. Yani rüzgâr özgürlükten yana estiğinde bu durum kitap satışlarına da olumlu yansıyor: 

 2000’lerde yayınevini kurduğumuzda bir hareketlilik vardı. Çünkü Avrupa Birliği süreci, TRT 6 ve yaşayan diller enstitüsü gibi kurumların kurulması süreci olumlu etkiledi ve bu kitap satışlarına da yansıdı.

Mesela o zaman Kürdoloji bölümlerine her sene 300-400 civarında başvuru oluyordu. Doğal olarak Kürdoloji bölümlerine başvuruların artması kitap satışlarına da yansıyordu.


Vate Yayınevi kurucusunun yayıncılık anlamında en çok eleştirdiği konuların başında ise fuarlardaki kitap satış sistemi geliyor.

Deniz Gündüz, fuarlardaki stant kiralarını karşılayamadığı için yayınevinin söz konusu etkinliklere katılamadığını söylüyor.

Bununla birlikte Türkiye’de fuarların tamamen para kazanmaya yönelik olduğunu iddia ediyor.

Gündüz, çözüm sürecinde yasal olarak çıkardıkları kitapların daha sonra suç kapsamına girdiğinden ötürü zor bir durumla karşı karşıya kaldıklarını dile getiriyor: 

Kitabın basımından dağıtımına kadar zorluklarla karşılaşıyoruz. Mesela bir defasında evde bulunan kitabımız mahkemede delil olarak gösterildi. Biz de okuyucumuzu korumak adına mahkemeye Kültür Bakanlığı’ndan aldığımız izin ve bandrolü teslim ettik.

Bu tür gelişmeler bizim gibi yayıncılık yapanları çok olumsuz etkiliyor. Devlet bir yana tarih, sosyal ve siyasi meselelere açık bir toplumda yok karşımızda.

Eskiden bir kitap çıktığında en güzel raflarda yer bulabiliyordu. Maalesef şimdi öyle değil. Özel bir alana yayıncılık yapanlar açısından son derece kötü bir süreç çünkü ticarileşme ön plana çıktı.


“Rahatça ‘Kürdüm, Aleviyim veya Ermeniyim’ demeye çekindiğimiz bir ülkede yaşıyoruz”

Gündüz, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na kendilerinden kitap almaları için defalarca başvurduklarını anlatıyor. 

Ancak bakanlığın kendilerinden kitap almadığı gibi bunun için hiçbir gerekçe de sunmadığını belirtiyor. 

Gündüz’e göre Alevi veya Ermenilerle ilgili çıkarılan kitapların tanıtımını yapamamak demek önyargının hâlâ devam ettiğinin bir kanıtı.

Vate Yayınevi kurucusu kitap bulundurmanın riskli olduğu bir ortamda kitaba olan ilginin artmasının pek mümkün görünmediğine dikkat çekiyor:

Örneğin ulaşım araçlarında bırakın kitap okumayı Kürtçe konuşanların saldırıya ve mahalle baskısına maruz kaldığı bir dönemden geçiyoruz.

Doğrusu insanların rahatça ‘Kürdüm, Aleviyim veya Ermeniyim’ demeye çekindiği bir ülkede yaşıyoruz.

Çok gariptir 20 yıllık arkadaşımın Ermeni olduğunu yeni öğrendim. Sanırım bu bize çok şey anlatıyor. Bu biraz bakış açısı ve okuma ile de alakalı bir durum.

Türkiye’de hiçbir üniversitenin ilk 500’e girememesi, eğitimdeki gerileme ve okuma kültürünün gelişmemesi gibi problemlerin de etkisinin olduğunu düşünüyorum.


Alevi ve Kürtlerin devletin resmi söylemi ile sorunlu olduğu için farklı kanallara yöneldiğine işaret ediyor Gündüz. 

Genel dağıtım piyasasının dışında okuyucularla bir iletişim ve dayanışma ağı oluşturduklarını, bu şekilde bilinçli okuyucu ve sosyal medya gibi platformlarla kitap dağıtımı yaptıklarını söylüyor.

 

Deniz Gündüz
Deniz Gündüz

 

Gündüz’ün bir başka dikkat çektiği husus da Aleviliğin yazılı bir külliyatının olmaması:

Örneğin Alevilik Osmanlı’dan beri devlet tarafından baskı altına alınmak istenen bir dinsel yapı ve her zaman Sünniliğe entegre edilmek istenmiştir. Sadece Kürt Aleviler için değil tüm kesim için bu böyledir. Durum böyle olunca da Alevi toplumunda değişimler oluyor.

Son dönemde ciddi akademik çalışmalar var ama kirlilik te söz konusu. Yeni bir gelenek mi üretilmeye çalışılıyor bilmiyorum ama piyasada dolaşan kitapların birçoğu Aleviliğin esasları ile ilgili bir şey söylemez. Bilimsel kriterleri referans alarak yapılmış çok az çalışma var.


Gündüz, ülkede az bir okuyucu kitlesinin olduğunu ama her şeye rağmen karamsar olmadığını söylüyor.

Bununla birlikte Türkiye’nin yeni siyasi gelişmelerle karşı karşıya kalacağını öngördüklerini ifade ediyor.

Aleviliğin Pirlik ve Rayberlik gibi dini kurumlarının da olduğunu ancak bu kurumların 1938’den sonra yasaklanınca Kürt Alevilerin mahrum kaldıklarını öne süren Gündüz, toplumun manipülasyona açık hale geldiğini belirtiyor:

İnsanın hiç düşünemediği örneğin, bir Alevi’nin IŞİD’e katıldığını görebiliyoruz. Aleviliğin ne olduğunu Alevilerin bile bilgi sahibi olmadığı bir süreçten geçiyoruz.

Cemevlerine gittiğinizde Hz. Ali ve 12 imamın resimlerini görürsünüz ama Alevilik biraz da pagan yanları olan bir inanıştır.

Mesela bir Düzgün Baba ve Munzur Baba gibi ya da güneş namazı gibi değerler de vardır. Maalesef günümüzde temele yönelik araştırmalar yapan Erdal Gezik ve Munzur Çem gibi ciddiye alınabilecek çok az çalışmalar var.


“Caferi toplumu camii, mabet ve imamlarını maddi olarak kendi idare eder”

Türkiye Caferi Alimler Birliği (CABİR) Başkanı Hasan Karabulut ise Caferider Dergisi dışında imkanlar dahilinde CABİR logosuyla tarih, edebiyat, dini, ehlibeyt ve Hz. Hüseyin ile ilgili eserler yayımlıyor. 

Karabulut amaçlarının inanç, maneviyat ve milli değerlerine hizmet etmek olduğunu ifade ediyor, şu ana dek yasal bir engel ile karşı karşıya kalmadıklarını söylüyor. 

CABİR Başkanı eserleri hakkında toplatılma kararı olmadığı gibi açılmış bir davanın da olmadığını vurguluyor.

Peki ya CABİR’in yayımladığı eserler neyi amaçlıyor?

Maddi kazanç gibi bir beklentilerinin olmadığını söyleyen Karabulut, niyetlerinin akide ve ameli meseleler ile toplumu aydınlatmak olduğunu belirtiyor. 

Kitapların birçoğunun Cumhurbaşkanlığı, Bakanlıklar ve Diyanet gibi kurumlara gönderildiğini anımsatıyor.

 

Hasan Karabulut
Hasan Karabulut

 

Derdi ise diğer yayıncılar ile hayli benzer, kitap okuma alışkanlığı… 

Ama toplum olarak çok az kitap okuyoruz. Araştırmalara göre Türkiye’de her altı kişiden biri okuyor. Bu sadece Caferi toplumu ile alakalı bir durum değil, genel olarak böyledir. Ama Sünni ve Alevi camiadan ilgiyle alıp okuyanlar da var.

Zaten bunlar birbirlerine çok yakın ve hepsi de 12 imamın imametini kabul eder. Her ne kadar isim değişikliği olmuş olsa da itikadi konularda bir olduğumuz gerçeği var.


Türkiye’de 3 milyona yakın bir Caferi toplumunun olduğunu, kendileri dışında başka kurumların da kültürel faaliyetlerde bulunduğunu belirtiyor Karabulut. 

İtikatlarının ise Kur’an-ı Kerim ve sünnete dayalı olduğunu belirtiyor. 

“Akıl, bilim ve düşünceye önem veren bir kitleyiz”

Toplumun ilahi mesajı doğru almasıyla kalite ve bilincin artacağını sözlerine ekleyen Karabulut, şunları söylüyor:

Caferi toplumunu yakından takip eden ve eserlerimizi okuyanlar ahlaki ve dürüst bir karaktere sahip olduğumuzu bilir. Hz. Muhammet’ten beri ehlibeyti izlemiş, akıl, bilim ve düşünceye önem vermiş bir kitleyiz. Buda bizim camiada daha fazla kabul görmemize vesile oluyor. Mesela, Allah adalet ilkesiyle sadece kendi ırkınıza adil olun demiyor, bilakis bütün insanlığı muhatap almamızı emrediyor.


Karabulut, çeviriler, kitap basımı ve diğer kültürel etkinlikler için arada maddi sıkıntılar yaşadıklarını ama dostlar sayesinde az da olsa bağış usulü ile bunların üstesinden gelebildikleri anlatıyor.

CABİR Başkanı, Türkiye’de Caferi toplumunun maddi olarak camii, mabet, kültürel çalışmalar ve imamlarını dahi kendilerinin idare ettiğini vurguluyor.

“Hedef kitleye ulaşamıyoruz”

Arap Alevilerin kurduğu Antakya, Samandağ ve İskenderun İlçeleri Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Çevre Gönüllüleri Derneği’nde (ASİ-DER) yönetim kurulu üyeliği yapan ve Ortadoğu, etnik ve dini kimlik üzerine kitap ve makaleler yazan siyaset bilimci Dr. Tevfik Usluoğlu, derneğe bağlı ‘Asi’nin sesi’ adlı bir dergi çıkardıklarını söylüyor. 

 

kitap-2-asil.jpg
asi'nin sesi

 

Mersin Kilikya Nehir Derneği, Antakya Ehlibeyt Kültür ve Dayanışma Vakfı (EHDAV), Serinyol Pir Sultan Abdal Derneği ve Samandağ AKAD Derneği…

Usluoğlu tüm bu derneklerin Arap Alevi dernekleri olduğunu ifade ediyor. 

Tüm bu dernekler ile panel ve söyleşi düzenlenmesi gibi ortak kültürel çalışmalar yaptıklarını aktarıyor. Karşılaştıkları engeller ve bölücülük suçlamasıyla soruşturma açıldığını anımsatarak şu ifadeleri kullanıyor: 

Ortadoğu Kültür Merkezi’nin yayın organı Atak Dergisi’nin birkaç sayısı için de toplatılma kararı verilmişti. Onlar hakkında da bölücülük ve propagandadan dava açıldı.

Çalışmalarımızın etki uyandırdığı ve önemli sonuçlar doğurduğu bir gerçek ama engel ve imkânların kısıtlığından hedef kitleye ulaştığımızı söylemek biraz zor.

Örneğin, 2014’te Arjantin’den Suriye’ye kadar binlerce Arap Alevilerin katıldığı büyük bir etkinlik düzenledik. Etkinlikten sonra bir iletişim ağı oluştu ve Avustralya, Arjantin, Şili, Venezuela, Suriye ve Türkiye gibi birçok ülkedeki Aleviler buluşmaya başladı.


“Türkiye’deki her insan gibi eşit, özgür ve adil bir toplum modeli ile yaşamak istiyoruz”

Dr. Tevfik Usluoğlu, Anadolu’da yaşayan Alevilerin kendilerinden esinlenip etkinlikler düzenlemeye başladığını söylüyor. 

 

Tevfik Usluoğlu
Tevfik Usluoğlu

 

Alevi toplumların merkezi bir yapıya sahip olmadığını ifade eden Usluoğlu, konsey, istişare meclisi veya hepsinin adına yürütme kurullarının bulunmadığını vurgulayıp hem Türkiye hem Avrupa ölçeğindeki rekabetin Aleviler’e olumsuz yansıdığını düşünüyor.

Dernek bütçelerin kültürel çalışmalar ve yayıncılık gibi etkinliklerin giderlerini karşılamada yetersiz kaldığı için bazen dostlardan yardım talebinde bulunduklarını belirtiyor Usluoğlu: 

Sözünü ettiğim dernekler birçok alanda güzel çalışmalar yapıyor. Ama kimi bireysel çalışmalar da kafa karışıklığına neden oluyor. Örneğin, Arapça bilmeyen biri esas kaynaklara başvurmadan Arap Alevileri hakkında yazıp çizebiliyor.

Özellikle üniversitelerdeki lisans, yüksek lisans ve doktora tezleri gibi çalışmalara olumsuz yansıyor.

 

Türkiye’de yaşayan diğer azınlıklar gibi Arap Alevilerinin de dil problemi olduğunu belirtiyor Usluoğlu. Ülkedeki her insan gibi eşit, özgür ve adil bir toplum modeli talep ediyor.

Usluoğlu’na göre toplumların yaşayabilmesi ve kendini yaşatabilmesinin yolu için aslında çözüm basit.

O yol Türkiye’de siyasetin demokratikleşmesinden geçiyor...



 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU