Arjantin'in Dünya Kupası: Her şeye rağmen iyimser ve daima arkadaş

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Arjantin milli takımının adı artık "La Scaloneta" / Görsel: Eldia

Borges "kahramanların kadim yemeği"nin "sahtekarlık, yenilgi ve aşağılanma" olduğunu söyler.

Büyük yazara göre tüm bunlar kil gibi bir eser yaratmak için birer hammaddedir.

"Onlar" der; "bizim sefil hayatlarımıza biraz olsun sonsuzluk taşımak için buna katlanırlar."

Ve Arjantin nihayet soluksuz ve ölümcül bir tutkuyla beklediği mutlu sona kahramanıyla ulaştı.

Maradona'dan sonra ilk kez biri yeniden ulusun bayrağını ayağa kaldırdı.

Arjantin Messi'yi kahramanı yaptı. Bunca muharebeden sonra Messi de en zayıf çağında ulusun ateşinde yanmayı öğrendi.
 

16.jpg
Arjantin bayrağının ortasındaki güneş Messi'ye dönüştü

 

Futbol, sıradan insanın varlık sorununu, ulusun kazanında pişirip, herkesi doyuran bir yemek.

Üstelik bu yemek hiç bozulmaz. Nesiller boyu aktarılır, anıldıkça tazelenir ve umuda dönüşür.

Sevinç ise zaferin ağızlarda bir ömür kalan tadıdır.

Arjantinli sanatçı Alejandro Dolina bu yemeğin keyfine varabilmek için önce şiirsel bir inanca sahip olmak gerektiğini söylüyor.

Sonra da inanılmazlık duygusunu ertelemeli. Yani insan sahnede gördüğüne inanmalı.

Evet, hayat birçok yanılsamadan oluşur. Seyirci tuttuğu takımın kazandığında hayatının değişeceğine inanmıyorsa futbol bir işe yaramaz. 
 

15.jpg
Çocuklar uzun yıllar sonra ilk kez ulusal onuru tanıdılar

 

İşte bu noktada sorun politik bir hal alıyor:

Çöküş halindeki bir ulusun, sefaletle boğuşan bir halkın sevinmeye hakkı var mı? 

Bu soru, işkence seslerini futbol tezahüratlarıyla bastıran uzun diktatörlük yıllarında solcular tarafından ortaya atılmıştı.

Çünkü diktatörlükler futbolu ve tribün milliyetçiliğini sosyal adalet özlemini bastırmak için popüler bir silaha çevirmişti. 

Şimdi tuhaf olan bu soruyu sağcıların soruyor olması. 
 

12.jpg
Dünya Kupası Arjantin'in tüm kentlerinde ama en yoğun başkent Buenos Aires'te coşkuyla takip edildi

 

Arjantin'de Dünya Kupası boyunca halkı mutlu eden, umut ve güç veren ne varsa sağcıların saldırısına uğradı.

Bunun anlaşılır bir sebebi var: İktidarda değiller. Fakat bence asıl sebebi Arjantin milli takımın tavrı, duruşu ve verdiği mesajlardı.

Örneğin, Messi'nin Van Gaal'in kulübesinin önüne gidip, ellerini kulaklarının ardına götürüp açması onlara eski bir tartışmayı hatırlattı.
 

4.jpg
Messi, Van Gaal'a "tribünleri dinle" diyor

 

Messi, Hollanda teknik direktörü Van Gaal'a Barcelona'nın başındayken şans tanımadığı Riquelme'yi hatırlatıyordu.

Riquelme ilk kez bu hareketi Boca Juniors kulübünün başındaki patron Mauricio Macri'ye karşı yapmıştı.

Zira Macri de Van Gaal gibi Riquelme'yi istemiyordu. Riquelme, Macri'ye tribünleri dinle diyordu. 

Daha sonra devlet başkanı olacak Arjantin'in en zengin ailelerinden Macri yetenek ve yaratıcılığa önem vermiyordu. O futbolcuları büyük bir makinenin parçası olarak görmek istiyordu. 

Messi bununla yetinmedi: Van Gaal'ın yanına giderek "Bir daha benim ve ekibim hakkında konuşmayacaksın" demesi Avrupa merkezci kibre çok dokundu.

Messi'nin Van Gaal'a doğrulmuş işaret parmağı futbol endüstrisine yönelmiş bir silah gibi algılandı.
 

6.jpg
Messi'nin Van Gaal'a salladığı parmak "Tanrının Eli"ne ait

 

Van Gaal'ın Latin futbolundan hazzetmediği herkesin malumu.

Ancak, onu asıl yıkan gerçek, endüstriyel futbolun temel prensiplerine aykırı biçimde hareket eden Arjantin'in Hollanda gibi atletik, güçlü bir fiziğe sahip bir takımı felç etmiş olmasıydı. 

İstatistiklere göre Arjantin sadece en kısa boylu ekip değildi aynı zamanda kupadaki 32 takım içinde en az koşanıydı.

Aynı Arjantin en iyi oyunlarını işte bu uzun boylu ve çok koşan Avrupalılara karşı oynadı.

Van Gaal ya da Macri savaşçıların, halk kahramanlarının, sürprizlerin, tartışmaların ve kendine ait bir tarza sahip, isyancı futbolcuların olduğu bir futbol istemiyor. 

Avrupa basınının Arjantin'i aşağılayan yayınlarına Arjantin'deki ana akım medya da tereddütsüz katıldı. 

Messi'nin röportaj sırasında Hollandalı oyuncuya "Ne bakıyorsun, Bobo" sözünü hemen "aptal" gibi çevirip servis ettiler.

Oysa Messi'nin kullandığı bu cümle bir annenin yaramazlık yapan çocuklarına söylediği türden bir laftı.

("Bobo" sözcüğü Roma döneminde kullanılan "kelimeleri doğru telaffuz edemeyen" anlamındaki "Balbuceante"den geliyor.)

Kendi takımlarını, dünyanın en iyi futbolcusu olan takım kaptanlarını kaba, görgüsüz, kişiliksiz olarak itham ettiler.

Halkı ise bu ekonomik koşullarda sevinmeye hakkı olmayan aptallar olarak sınıflandırdılar.

Hükümetin Dünya Kupası'nın ertesi gününü resmi tatil ilan etmesine karşı çıktılar. Onlara göre Arjantin sevinmeye hakkına değil yas tutma yükümlülüğüne sahipti.

Arjantin'in ekonomik ve sosyal bir yıkımın kıyısında olduğu bir sır değil. Halkın bir rahatlama çığlına ihtiyacı vardı.

Ayrıca dinamizmini, üretkenliğini yitiren ve kendi iç sorunlarının girdabından bir türlü çıkamayan her ülke gibi ulusal bir kriz yaşıyordu. 
 

5.jpg
1986'da başkan Alfonsin, Maradona'nın dikkatli bakışları altında kupayı tutuyor

 

1986'da olduğu gibi: Cunta idaresinden yeni çıkmış, Malvinas (Falkland) savaşından dört yıl sonra, Maradona'nın İngiliz sömürgeciliğinden aldığı intikamla ulusal onurları ayağa kalkmıştı. 

Bu yüzden marşlarında "Arjantin'de doğdum. /Diego ve Lionel'in Ülkesinde/Malvinas'ın çocuklarını/asla unutmayacağım" diyorlar. 

Tribünlerin Malvinas savaşında yitirilen evlatlarını anmaları bile kendini halen Avrupalı sanan Arjantin sağını rahatsız etti. 
 

2.jpg
Messi, hiç tartışmasız bu kupayı dünyada en çok hak eden kişi

 

Fakat 2022 Dünya Kupası zaferi 1986'daki gibi tek bir kahramanın eseri değildi. 

Zaferi mümkün kılan sadece Messi değildi. Sakat halde, acılar çekerek oynayan Di María ve Otamendi'den oluşan eski silah arkadaşlarının yanında gençler; Dibu, Julián, Enzo, Mac Allister, Molina ve Cuti her biri kendi tarzında kahramandı. 

O yüzden milli takımı bir arabaya benzettiler ve adını "Scaloneta" koydular.

Bu isim teknik direktör Scaloni'den geliyor. Arjantin'de insanlar otobüslere dolup üstüne "Scaloneta" yazdılar. 

Sokağın neşesini yaşamış olanlar bilir; hiçbir şey sevenler tarafından takılmış bir lakap kadar insanı mutlu edemez.
 

7.jpg
Teknik direktör Scaloni Amerika Kupası'ndan sonra Dünya Kupası'nı da aldı

 

Scaloni yalnızca Dünya Kupası'nda değil Arjantin'in başına geldiğinden bu yana futbola dayatılan kalıpları yıktı.

Arjantin gibi bir takımın başına getirilmeyecek kadar tecrübesiz ve geçmişinde başarısı olmayan bir teknik adamdı. 

İşe bir takım kurmakla başladı. İlk olarak gitmek üzere olan Messi'yle konuştu.

Ve "Copa America"yı hem de Maracana'da Brezilya'ya karşı kazanana dek sürekli aşağılandı.

(Hatta Dünya Kupası yarı finaline çıktığı zaman ana akım medya "Clarin" grubu Scaloni'nin başarısını küçümsemeye devam ediyordu.)

Bu tecrübesiz Scaloni üç şampiyonluk elde etti (İtalya'ya karşı kazandığı "Finalíssima"yı unutmayalım).

Ayrıca, yönettiği 56 maçın 37'sini kazandı, 14'ünde berabere kaldı ve 5'ini kaybetti. Deneyimli hocaların bile ulaşamayacağı bir skor bu. Scaloni teorileri ve istatistikleri altüst etti. 

Besili Avrupalı futbolcular karşısından ufak tefek, çelimsiz; çocuk gibi ağlayıp sinirlenen, bir mahalle takımı ruhuyla oynayan Arjantin ekibi endüstriyel futbolu yendi. 
 

14.jpg
Arjantin halkı bayrağına tutkuyla sahip çıkıyor​​​​​​​

 

Arjantinli futbolcular ulusal bir tutkuyla oynadılar. Çünkü, Arjantin bir futbol ulusu. Ama daha önemlisi onların bu kadar mükemmel bir uyumla oynamalarının temelinde güçlü arkadaşlık bağları yatıyor.

Takımdaki genç kuşak futbolcularla eskiler arasındaki abi-kardeş ilişkisi herhangi bir Avrupa ülkesinde rastlanamaz.

Onlar zaferden sonra lüks arabalarına binip gitmediler. Her biri memleketlerine ve arkadaşlarına koştular. 

Eğer Arjantin'i tek kelime ile ifade etmem gerekseydi: "Arkadaşlık" derdim.
 

1.jpg
Arjantinliler sevinçlerinden ve güçlü arkadaşlık bağlarından güç alıyor​​​​​​

 

Arjantinliler ilkokuldan itibaren yaşlanana kadar aynı takımda oynar. Arjantin'de arkadaşlığın temelinde işte bu mahalle futbolu kültürünün önemli bir yeri vardır. 

Neoliberal sağı rahatsız eden şey Arjantin takımının ulusun kaderiyle bu kadar bütünleşmiş bir halde halktan yana tavırlarıydı.

Arjantin halkının sevinci dünyanın her yerindeki yoksullarla birleşti. Bangladeş, Endonezya, Hindistan ya da Güney Afrika'da halk sokaklara döküldü. 

Sevinç babadan evladına geçti. Baba Maradona'nın, oğlu Messi'nin 10 numaralı kutsal formasını giyerek sokaklara çıktı. 
 

13.jpg
Ülkede Messi forması giymeyen tek bir çocuk kalmadı

 

Bu sevinci inşa eden kahramanlar da halktandı. Arjantin'i "ipten alan" kalecisi "Dibu" Martinez'in bir liman işçisinin oğlu olduğu gibi. 
 

18.jpg
Kaleci Dibu Martinez memleketi Mar del Plata'da bir "aziz" gibi karşılandı

 

Dibu, öğün atlayan, anne babalarının her gün uzun saatler boyunca düşük ücretli işlerle eve ekmek getirmek için birden fazla işte çalıştığına tanıklık eden pek çok çocuk ve gencin hayalini gerçekleştirdi. 
 

3.jpg
Arjantin efsanesi sürüyor: 1986'da Maradona "Tanrının Eli"ydi. 2022'de beklenen "Mesih" Messi

 

Milli takımda böyle alt sınıftan gelen birçok isim var: Örneğin Fransa'ya karşı kazanılan penaltıyı atan Montiel, Buenos Aires dış banliyösü González Catán'dan çıktı.
 

11.jpg
Montiel, Arjantinli ekibin çoğu gibi uluslararası üne sahip olmayan futbolcularından biri

 

Bu mahalle Maradona'nın 1970 başlarında doğduğu Fiorito'dan çok daha kötü koşullara sahip. 

Veya Di María; her sabah okula gitmeden önce babasıyla birlikte kömür torbası taşırdı.
 

9.jpg
Di Maria hep yüreğini koydu. Hem Maracana'da hem Katar'da final maçını aldı

 

Carlos Gardel gülüşlü Dünya Kupası'nın en genç yeteneği Enzo Fernandez de San Martin'de bir fabrika işçisinin beş çocuğundan biri…

Bu mahallelerde onlar gibi sayısız yetenek var. 
 

10.jpg
Carlos Gardel gülüşlü Enzo, Dünya Kupası'nın en genç yeteneği

 

Arjantin'in Katar'da oynanan Dünya Kupasındaki performansına siyasi bir pencereden bakıyorum.

Zira Latin Amerika'da futbol dünyanın herhangi bir yerinden çok daha fazla politikadır. Fakat hakkını vermek lazım Arjantin'deki iktidar bu başarıyı hiçbir biçimde kendisine mal etmedi. 

Oysa 1978'de generaller, 1986'da başkan Alfonsin kupayı halkın önünde kaldırmışlardı. 

O yüzden bu zafer her açıdan halkın bayramı oldu. Hükümetin resmi tatil ilanından önce zaten sendikalar 18 Aralık'ı tatil ilan etmişti.

Ertesi günü güvencesiz ve kaçak çalıştırılanlar bile işe gitmedi.
 

17.jpg
Merkez Bankası zaferden sonra Dünya Kupası hatırasını paranın üzerinde ölümsüzleştirmek için bir tasarım yayımladı

 

Bence Brezilya ile beraber dünyanın en çok futbol seven milleti olan Arjantinliler kötü giden bu hayatı sevinmek için durdurmak istediler.

Bunca zorluğun ortasında rahatlayıp, bir soluk almak istediler. Bu zafere ihtiyaçları vardı.

Messi gibi en zayıf çağında ulus olarak hep beraber zorlukların üstesinden gelebileceklerini kanıtlamak istediler.

Arjantin ulusça bütünleşti ve marşından futboluna her şeyi kendine özgü, kuşaklar boyu hikayesi anlatılacak bir Dünya Kupası kaldırdılar. 

Bu zaferi en çok onlar hak ettiler: Her şeye rağmen iyimser ve daima arkadaş Arjantinliler…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU