Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte Türkiye'nin artan jeopolitik ve jeostratejik önemi

Prof. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş Independent Türkçe için yazdı

Görsel: TRT

Tarihte I. ve II. Dünya Savaşı, 11 Eylül saldırıları gibi pek çok tarihi hadiseye bakıldığında bu tür olayların neticesinde bugün tıpkı Rusya-Ukrayna savaşında yaşananlar sırasında olduğu gibi tüm dünyanın etkilendiği görülmektedir.

Rusya'nın daha önce Gürcistan ve Kırım'daki adımlarının ardından bu kez Donetsk ve Luhansk'ı tanımasıyla başlayan ve tüm Ukrayna'ya yayılan bu savaş da artık taraf olan olmayan tüm dünyayı derinden etkileyen küresel bir krize dönüşmüştür.

Bu süreç aynı zamanda Avrupa'da yeni bir güvenlik mimarisine olan ihtiyacı ve bu ihtiyacın giderilmesi için inşa sürecinin de önünü açmış bulunmaktadır.


Bugün geldiğimiz noktada Ukrayna'da yaşananlar tüm dünya için aynı zamanda adeta bir turnusol kâğıdı vazifesi de görmüştür.

İnsan hakları ve demokrasi söz konusu olduğunda oryantalist bir bakış açısıyla mangalda kül bırakmayan Batı dünyası özellikle de ABD ve AB ülkeleri Rusya-Ukrayna savaşında demokrasi ve insan hakları konularında tarihte olduğu gibi bugün de bir kez daha sınıfta kalmışlardır.

Çanakkale Savaşlarının 107. yıldönümünü yad ettiğimiz bu günlerde yaşanan bu tablo Batı'nın ne ilk ne de son vukuatı olmuştur.

Tıpkı Çanakkale yenilgisinin ardından Fransızların savaşta hayatını kaybedenlerin ten rengine bakarak Fransız ölüleri alıp istisnasız bütün zencileri bıraktığı gibi, bugün de Rusya-Ukrayna savaşında, sınırlarda insanların ten renginden dolayı trenlerden atıldığı günlerden geçilmektedir.

Çanakkale Savaşlarında görev alan en önemli Alman subaylardan biri olan Otto Liman von Sander'in "yaralı düşmanlarını sırtlarında siperlere kadar taşıdılar ve orada tedavi ettiler" dediği Türkler savaşta dahi düşmanına insanlık dersi vermiştir.

Türkiye tarihte olduğu gibi bugün de bu tutumunu Ortadoğu'da yaşananların ardından 5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparak sürdürürken, Batı dünyası ise tüm dünyaya nasıl ırkçı politikalar izlediğini bir kez daha göstermiştir.


Dünyada Türkiye'nin yükselen rolü 

Rusya-Ukrayna savaşı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye üzerinde de ciddi etkiler bıraktı ve bu etkiler uzun süre devam edecek gibi görünüyor.

Bu savaşın kuşkusuz başta enerji, ticari, gıda, göç, güvenlik konuları olmak üzere pek çok alanda Türkiye üzerinde etkileri olsa da aynı zamanda Türkiye'nin bu süreçte izlediği barışçıl ve dengeli dış politika da kendisinin yeniden dünya gündeminde yer almasında etkili olmuştur.

Bu noktada Türkiye'nin sorunun en başından itibaren taraflara itidal çağrısında bulunması, her iki ülkeye de eşit mesafede durması, Rusya'ya yönelik yaptırımlara dahil olmaması, insani koridorların açılması konusunda izlediği politikalar da dahil olmak üzere harcadığı çaba son derece önemlidir.

Bu çaba beraberinde hem Türkiye'nin Batı dünyası hem de AB ülkeleriyle olan ilişkilerinde de yeni bir dönemi başlatmıştır.

Özellikle ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman'ın Türkiye ziyareti ve Biden'le yapılan görüşme, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz'ün, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un ve Yunan Başbakanı Miçotakis'in Türkiye ziyaretleri de bu noktada Türkiye'nin artan jeopolitik önemi kapsamında değerlendirilebilir.

Son dönemlerde yaşanan bu diplomasi trafiği özellikle de Miçotakis'in Türkiye ziyareti ve bu görüşmenin Yunan basınındaki pozitif yansımalarına bakıldığında Türkiye'nin bölgedeki rolünün adeta yeniden konumlandırıldığı bir döneme girildiğini söylemek mümkün.

Ancak burada daha da önemli olan husus Türkiye'nin yeni bir döneme girdiği bu süreçte başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle yaşanan tarihi meseleleri de bir çözüme kavuşturma gereği konusundaki zorunluluğudur.

Bu noktada Türkiye'nin ABD ile ilişkilerde F35, Patriotlar, S400 yaptırımları, Ermeni sorunu, ABD'nin terör örgütlerine yönelik desteği vb. konularda yaşadığı sorunları da göz ardı etmeden hareket etmesi önemli.

Özellikle Batı, ABD ve AB ülkeleri tarafından savaşın ilk günlerinden itibaren Türkiye'nin NATO üyesi bir ülke olarak Rusya'ya yönelik yaptırımlara dahil olması noktasında da ciddi bir beklentinin olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

Ayrıca Biden'ın Ukrayna'daki savaş konusunda izlediği politikalarla sadece Rusya ve Ukrayna'yı değil tüm dünyayı da bir krize sürüklediği unutulmamalıdır.

Bu nedenle ABD yönetimi bu savaşta bir yandan Rusya'yı düşman olarak ötekileştirirken öte yandan Çin'i ise bir rakip olarak gördüğünü net bir biçimde ortaya koymaktadır.

Ancak bu politikanın beraberinde Rusya ve Çin arasında bir yakınlaşmaya da vesile olduğunu unutmamak gerekiyor.

Bu nedenle bu savaşta Türkiye'nin son olarak Almanya, İsrail  ve Bakü'yle birlikte yeniden arabuluculuk ve garantörlük rolünün ön plana çıkması bir bakıma Türkiye'nin bölgede ve dünyada giderek daha da önemli bir hale gelen stratejik konumunun öneminin kanıtıdır.

Özellikle NATO'ya üye ülkeler arasında Brexit sürecinin ardından İngiltere ile eşit bir statüye gelmiş olan Türkiye'nin bundan sonraki süreçlerde Avrupa'da oluşturulacak yeni bir güvenlik mimarisinde İngiltere ile benzer bir statüye sahip olduğu için daha güçlü bir konuma yükseldiğini de söylemek mümkün.


Antalya Diplomasi Forumu ve Türkiye'nin yükselen rolü

Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen bu forum Rusya Ukrayna Dışişleri Bakanlarının katılımıyla birlikte adeta tüm dünyanın yakından takip ettiği bir foruma dönüştü.

Bu forum hem diplomatik ilişkilerin seyri hem de Türkiye'nin dünyadaki imajının pozitif yönde şekillenmesine da katkı sağlayacak önemli geleneksel bir uluslararası etkinliğe dönüşmüştür.

Foruma ayrıca başta Ermenistan Dışişleri Bakanı olmak üzere uzak ve yakın coğrafyalardan pek çok liderin katılım sağlamış olması, burada dünyada yaşanan sorunların farklı bakış açılarından ele alınmış olması da insanlık ve gelecek adına bir diğer kazanım olarak değerlendirilmelidir.


Bu yıl hem foruma katılan ülkeler ve duyulan rağbet hem de yaşanan bölgesel ve küresel gelişmeler bir kez daha Türkiye'nin stratejik ve jeopolitik açılardan alternatif bir güzergâh olabileceğini tüm dünyaya göstermiştir.

Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte özellikle de AB ülkelerinin alternatif enerji ve enerji güzergâhı arayışında oldukları bir dönemde Türkiye'nin jeostratejik ve jeopolitik öneminin giderek artmaya başladığı yeni bir döneme girildiğini söylemek mümkün.

Bu konuda Türkiye'nin mevcut meselelerin çözümünde izlediği normalleşme adımlarının da şimdiden bir takım olumlu yansımalarını görmek mümkün.

Örneğin Ermenistan'la normalleşme konusunda ABD, AB ve Rusya tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında normalleşme sürecini olumlu karşıladıklarını ve desteklediklerini dile getirdikleri görülmektedir.

Bu da Türkiye açısından Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde olduğu gibi Türkiye-İsrail ilişkilerinde de yeni bir dönemin başladığının göstergesi olarak kabul edilebilir.


Rusya-Ukrayna savaşında NATO, AB, AGK, AGİT ve BM'nin tutumu

Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik kuşatma ve saldırıları şimdiye kadar pek çok uluslararası kuruluş tarafından kınandı ancak bu kınama kararlarının geldiğimiz noktada Rusya üzerinde pek de bir etkisi olmadığı görülmektedir.

Savaşla birlikte Rusya'nın Ukrayna'daki ilerleyişi karşısında ekonomik yaptırımlardan öteye gidemeyen Batı dünyası son olarak Avrupa Konseyi'nin 8'inci Maddesine dayanarak Rusya'yı Avrupa Konseyi'nden çıkardı.

NATO ise sürecin en başından itibaren tepkisini ortaya koydu ve Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik Donetsk ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlığını tanımasını kınama kararı ile protesto etti.

Benzer şekilde Avrupa Birliği tarafından da ayrılıkça iki bölgenin tanınması kınandı. Ancak Türkiye bu süreçte uluslararası kuruluşların kınama kararlarının bağlayıcılığı olmadığından hareketle daha somut adımlar atılması gerektiğini de defaatle dile getiren tek taraf oldu.

Rusya'nın saldırılarını kınayan bir diğer uluslararası yapı ise AGİT oldu. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırılarını sert bir dille kınarken, uzun bir aradan sonra ilk defa gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda da Rusya'nın haksız işgali kınandı.  

Ancak BMGK'da 141 ülke tarafından onaylanan bu kınama kararının da Rusya üzerinde herhangi bir caydırıcılığı olmamıştır.

Burada dikkat çeken bir diğer husus ise bölgeyle doğrudan bağlantılı bir uluslararası örgüt olan Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nin (KEİ) sürece dair izlemiş olduğu politikadır.

Böylesine önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreçte özellikle de bölgedeki ülkelerin ekonomik iş birliğini amaç edinmiş bir uluslararası yapı olarak KEİ'nin ticari hayatın en fazla etkilendiği bu savaşta gelişmeleri sessizce takip etmesi hem düşündürücü hem de kuruluş ilkeleriyle çelişkili bir durum arz etmektedir.


Rusya-Ukrayna savaşının enerji boyutu 

Rusya-Ukrayna savaşında yaşanan gelişmeler bir yandan Türkiye'nin arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık rolünü ön plana çıkarırken öte yandan Ukrayna tarafında ise garantör ülke olma hususunu gündeme taşımıştır.

Ancak garantörlüğün içeriğinin tam olarak neyi kapsadığının de belirgin olarak en baştan açıklanması gerekiyor. İleride olası bir sorunun yaşanmaması adına bu açıklama ve görev tanımının net bir biçimde yapılması elzem.

Savaşın en başından itibaren Türkiye'nin "ne Ukrayna'dan ne de Rusya'dan vazgeçmeyeceğiz" yönündeki açıklamaları her iki ülkede olumlu bir şekilde karşılık bulmuş ve gelinen noktada Türkiye'yi tarafları müzakere masasına taşıyabilecek bir pozisyona getirmiştir.

Türkiye'nin gerek bir Karadeniz gerekse de NATO ülkesi olması nedeniyle ilerleyen günlerde ateşkes sürecindeki rolünün ne olduğu ve görev sınırlarının net bir biçimde belirlenmesi önemlidir.

Bölgede yaşananlar son derece hassas bir yapı içerdiği için en ufak bir hatada hiç de istenmeyen bir pozisyona düşme ihtimali de oldukça yüksek olduğundan bu hassas dengenin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi elzemdir.


Jeostratejik ve enerji alanlarındaki gelişmeler

Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte başta AB olmak üzere Rusya'ya enerji konusunda bağımlı olan pek çok devletin enerji konularında birtakım yeni arayışlar içerisine girildiği bir dönem başlamış bulunmaktadır.

Bu noktada alternatif enerji arayışlarında sıvılaştırılmış doğal gaza yönelik ciddi bir yönelme durumu söz konusudur.

Rus enerji kaynaklarına özellikle de gaz konusunda önemli bir alternatif olarak sıvılaştırılmış gazın ön plana çıkması beraberinde LNG gemilerinin önemini ve bu alandaki ticari kapasite ile altyapının da önemini yeniden gündeme taşımıştır.

Bu noktada gerek Türkiye'nin jeostratejik gerekse de jeopolitik konumu büyük bir önem arz etmektedir. Özellikle denizler açısından konumu itibarıyla stratejik bir bölgede bulunan Türkiye'nin LNG konusunda gerekli alt yapıya sahip olmak için şimdiden bir takım adımlar atması elzem.

Kuzey Akım 2 gibi ciddi bir maliyeti olan bir projenin savaşla birlikte rafa kalkmış olması LNG konusunda AB ülkelerinin de daha hızlı adımlar atmasının ve yeni güzergâhlar aramalarının önünü açmıştır.


Sonuç olarak Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte Türkiye'nin bölgede izlediği denge ve tarafsızlık rolünün uluslararası kamuoyundaki yansımalarına bakıldığında Türkiye açısından yeni bir sayfanın açıldığını söylemek mümkün.

Ancak Batı dünyasının yaptırımlarla Rusya'yı köşeye sıkıştırmaya çalışsa da gelinen noktada özellikle de SWIFT sisteminden Rusya'nın çıkarılmasıyla birlikte görüldüğü üzere bu yaptırımların Rusya kadar tüm dünya üzerinde de ciddi etkileri bulunmaktadır.

Bu nedenle sorunun Türkiye'nin de yer aldığı bir masa etrafında biran önce diplomasi yoluyla çözümü başta savaşan taraflar olmak üzere herkesin yararına olacaktır.

Özellikle de günümüz dünyasında pandemi, ekonomik krizler, göç, enerji, petrol, iklim ve çevre sorunlarının hat safhada yaşandığı böylesi bir çağda bu savaşla birlikte insanlığın mevcut sıkıntılarına bir de gıda sorunu eklenmiş bulunmaktadır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU