Kazakistan devrimi Orta Asya ülkelerine mi yayılıyor?

Kazakistan'da Rusya'yı endişelendiren, Çin'in ülkede ağırlık kazanması değil, iki ülke, Kazakistan ve Rusya arasındaki dünyanın en uzun sınırlarını aşabilecek, yani birinciden ikinciye geçebileceklerdir

Fotoğraf: Reuters

Yüzölçümü olarak kesinlikle en büyük İslam ülkesi olan Kazakistan'da yeni yılın ilk günlerinde meydana gelen ayaklanma, uluslararası ilişkilerdeki gelişmelerin ve aktif güçler arasındaki çatışmaların nasıl bir seyir izleyeceğine örnek olabilir.

Dünyanın devleri arasında bir kez daha bir Soğuk Savaş yaşanıyor, ama ideolojik bir çatışmaya dayanmadığı ve savaşan taraflar arasında doğrudan iletişim olduğu için, geçen yüzyılın ellili ve altmışlı yıllarındaki savaştan farklı. Fakat tüm savaşlar gibi bu da bir yayılma, kontrol ve nüfuz savaşı.

Pek çok çatışma merkezi veya temas alanı var, örneğin; Tayvan, Kuzey Kore, Ukrayna, Afrika Boynuzu, Libya ve İran. Bu sonuncusu ile (İran) nükleer dosya üzerinde bir anlaşmaya varılsa bile çatışma merkezi olmaya devam edecek, çünkü Amerikalıların istediği, İran'ın bölge ülkelerinde kolları aracılığıyla yürüttüğü savaşlardan uzak, yeni bir barışçıl diplomatik çalışma çağı açacağı Kapsamlı Planın (resmi adı budur) uygulanmasıdır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kazakistan'a dönersek, olaylar, akaryakıt fiyatlarına zam yapma kararıyla başladı ve devlet ile Başkanı Kasım Tokayev'i sadece örgütsel yetenekleriyle değil, ayaklanmacıların cüreti ve şiddetiyle şaşırtan bir halk ayaklanmasına dönüştü.

Ayaklanmacılar olayların ilk saatlerinde 8 güvenlik ve çevik kuvvet polisini öldürdüler, kamu binaları ve polis karakollarına baskınlar düzenlediler ve cumhurbaşkanlığı sarayına girmeye çalıştılar.

Bir dizi güvenlik görevlisi de ayaklanmacılara katıldı ve işler hızla, baskıcı, yozlaşmış ve otokratik bir yönetimi devirecek bir devrime doğru seyreder gibi oldu.

Cumhurbaşkanı Tokayev, eski cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'e bağlı kabineyi feshetti ve akaryakıt fiyatlarını düşürme sözü verdi, ancak olaylar başkentten uzak birkaç bölgeye daha yayıldı.

Ardından Cumhurbaşkanı sokağa çıkma yasağı ilan etti ve olaylara karışan gruplara koordineli ve etkili bir şekilde mücadele etme imkanı sunan sosyal medya araçlarının ve internetin kesildiğini duyurdu.

Ayrıca Devlet Koruma Güçlerine ayaklanmacılara karşı müsamahasızca gerçek mermi kullanma emri verdi ve bunun sonucunda ayaklanmanın ikinci gününde onlarca insan öldürüldü.

Cumhurbaşkanı'nın, en önemlileri olan Rusya'nın da aralarında olduğu eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinden oluşan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü'nden(KGAÖ), güvenliğin sağlanmasına ve rejimin korunmasına destek olmak üzere kuvvet gönderilmesini (anlaşmanın maddeleri buna izin veriyor) talep ettiği açıklandı.

Ayaklanmanın devam etmesi, yayılması ve dini bir boyut kazanması halinde, Ruslar için bu bir tuzak teşkil edecekti. Zira ABD yaptırımlarının neden olduğu ekonomik zorluklara ilaveten, Rus askeri müdahalesinin genişlemesini, dolayısıyla kuvvetlerinin dünyada birden fazla cepheye dağılmasını gerektirecekti.

Bu nedenle Rusya, stratejik ve hassas bölgelerde sükunet ve kontrolün sağlanmasından sonra, Tokayev'e güçlerinin bugünden (Perşembe) itibaren geri çekilmesini talep etmesini telkin etti.


Meydana gelen ayaklanma kendiliğinden olmadı ya da söylendiği gibi anlık bir şey değildi. Muhalif gruplar arasında belirli bir süre boyunca, tam bir gizlilik içinde ve büyük olasılıkla dış destekle bir planlama, eğitim ve koordinasyon olduğu aşikar.

Konu hakkında bilgili bir Batılı kaynak, Kırım konusunda kendisini kesin bir şekilde ve açıkça destekleyen ABD ile Rusya arasındaki gerçek çatışma merkezi Ukrayna'da dönen mücadele ile Kazakistan'daki olayları birbirine bağladı.

Ukrayna hükümeti, Ukrayna topraklarının derinliklerine yönelik bir Rus saldırısı konusunda uyardı. ABD Dışişleri Bakanlığı da, Rus saldırısının sonuçları konusunda ikaz etti.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bunlara Kırım'ın ülkesi için varoluşsal bir mesele olduğunu söyleyerek karşılık verdi. ABD Başkanı Joe Biden ve Rus mevkidaşı Vladimir Putin arasında Zoom uygulaması üzerinden yapılan görüşme ise soğuktu ve Ukrayna krizine ilişkin görüşleri birbirine yaklaştırmaktan uzaktı.

Batılı kaynak, Kazakistan'da yaşananların ve Rusya'nın Kazak rejimini desteklemek için yaptığı askeri müdahalenin, Rus askeri gücünü, dolayısıyla siyasi müzakere kabiliyetini dağıtacak ve zayıflatacak bir tuzak olduğunu söylüyor. Çünkü Kazakistan'daki olaylar henüz bitmedi.

Kazakistan'da internetin ve tüm sosyal medya araçlarının kesilmesine rağmen, gözlemciler halen, neler olup bittiği ve bu ayaklanmayı renkli devrim mi yoksa gerçek bir devrim olarak mı tanımlaması gerektiği konusunda kafası karışan Rusya'yı saran kaygıyı gözlemleyebilirler.

Üstelik Kazakistan'da Rusya'yı endişelendiren, Çin'in ülkede ağırlık kazanması değil, iki ülke, Kazakistan ve Rusya arasındaki dünyanın en uzun sınırlarını aşabilecek, yani birinciden ikinciye geçebileceklerdir.

Bunlara ek olarak, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan'da (Orta Asya) bir gerilim halinin ortaya çıkmasıdır.


Bu ayaklanma, yıl başında Viyana'da yeniden başlayan ve seyrine dair bir karartmanın uygulandığı İran ile nükleer müzakerelere denk geldi. Müzakereler konusunda tek iyimserin, Dini Lider Ali Hamaney'e yaptırımların kaldırılmasında ilerleme kaydedildiği konusunda güvence veren İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan olduğu gözlemlendi.

Ancak Amerikalı sözcü bir ilerlemenin var olduğunu reddetti ve anlaşmaya varılsa bile dondurulan İran fonlarının serbest bırakılması meselesinin kademeli olarak gerçekleşeceğini, İran'ın Kapsamlı Anlaşmayı uyguladığından emin olunmasına bağlı olacağını vurguladı. İran ise bölgede gücünü göstermeye çalışıyor.

Bu bağlamda uzaya roket fırlattı, ancak beşinci kez başarısız oldu. Lübnan'da sokağı Suudi Arabistan'a karşı kışkırtması, İran'ın elinde bir müzakere kartı olsun diye Lübnan üzerindeki kontrolünü sıkılaştırması için Lübnanlı kolu Hizbullah'a serbest hareket izni verdi.

Aynı şekilde Yemen'deki diğer kolunu da Suudi Arabistan'a füze fırlatmaya devam etmekte serbest bıraktı. Irak'taki kolu ise, Ayn el-Esed'deki Amerikan askeri üssüne roket saldırısı düzenledi.

Halbuki bilindiği üzere ABD, İran rejiminin ve kollarının krizde olduğunu, rejimin kaçamak davranmaya ve zaman kaybetmeye devam etmesi halinde uzun süre ayakta kalamayacaklarının farkında.

Zira para, İran rejiminin yaşamının ve varlığının belkemiği ve rejim ABD'nin koşullarına uyana kadar da parası serbest kalmayacak.


İran finansmanının durmasının ardından Hizbullah'ın kendisini çeşitli kaynaklardan finanse etmek zorunda kaldığı biliniyor. Uzun bir süredir faaliyetlerini kontrol ettiği Beyrut Limanından yararlandı ve burada Lübnan gümrük sisteminden kaçırılan mallardan para kazandı.

Limandaki patlama ve kapasitesinin gerilemesi, ülkedeki mali kriz ve satın alma gücünün zayıflaması nedeniyle ithalatın gerilemesinin ardından Hizbullah, uyuşturucu kaçakçılığının sağladığı büyük gelire yöneldi.

Ne var ki buradan elde ettiği gelir de, zengin Arap ülkelerinin ithal mallar arasına saklanan uyuşturucuyu keşfetmeleri üzerine Lübnan'dan ithalatı durdurmalarının ardından geriledi.

Doğrusunu söylemek gerekirse Hizbullah, ürünlerini ihraç ederek geçimlerini sağlayan birçok Lübnanlı çiftçi ve üreticiye zarar verdi. Bundan sonra Hizbullah, sübvansiyonlu malları Suriye sınırından kaçırarak para kazanmaya yöneldi.

Suriye'ye paket paket ekmek kaçırarak Lübnanlıları, özellikle de yoksulları bir lokma ekmekten bile mahrum bıraktı. Çünkü İran, Beşşar Esad rejimini yaşatmak istiyor ama bunu kendisini değil, fakir Lübnanlıları zarara uğratarak yapıyordu.

Merkez Bankası sübvansiyon politikasını durdurunca Hizbullah'ın bu gelir kapısı da kapandı. Bunun üzerine Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın İran Dini Liderine yardım çağrısı yaptığı ve İran'ın kendisine gelir kaynağı sağlayacak akaryakıt ve tüketim malları gönderdiği, ancak İsrail'in, Lazkiye Limanını iki kez bombalayarak gönderilen silah ve malları taşıyan konteynırları imha ettiği söylendi.

Hizbullah'ın küstahça Lübnan ve halkına yaptığı kötülüklere rağmen sürekli gülücükler dağıtır bir şekilde karşımıza çıkan üst düzey isimlerinden Muhammed Raad, Pazartesi günü Hizbullah'ın müttefiki Cumhurbaşkanı Mişel Avn yanında otururken şöyle demişti:

Diyalog bir gereklilikten daha fazlası, anavatan içindeki ortaklarımızı akıllı ve bilge olmaya, aşırılıklardan, pazarlıklardan ve düşünmekten (Lübnanlıların yerine de o düşünmek istiyor) vazgeçmeye çağırıyoruz. Çünkü bu ülkenin efendileri sadece bizler, Lübnanlı vatandaşlardır.


Muhammed Raad galiba bir zafer, şeref, gurur ve onur atmosferinde yaşadığından şikayet edip Hizbullah'ın galip geldiği mağluplar gibi yaşamayı talep eden bir Hizbullah üyesinin sözlerini duymamış.

Söz konusu üye mağluplar ile neyi kastettiğini şöyle açıklıyor; Lübnan'da elektrik ve su var, temiz bir deniz var ve iyi bir yaşamın tüm gereklilikleri onlara sunuluyor.

Muhammed Raad belki de daha çok tamamen Sünni bir köy olan Barca'da bile bölge insanlarını kızdıracak şekilde Kasım Süleymani posterleri asmak ve heykellerini dikmekle ilgileniyor.

Yine Raad ve efendileri, Tahran Havalimanı yolu yeşil ağaçlar ve fıskiyelerle süslü iken, Beyrut Havalimanı yolunun çirkin ve kasıtlı olarak Lübnan, Suriye, Yemen ve Iraklı çocukların katili Kasım Süleymani'nin resimlerinin yayıldığı bir yol olmasını istiyorlar.

Öyle ki devlet Lübnan'ın resepsiyonu sayılan bu yolu temizlemeye cesaret edemiyor. Hizbullah İran'a bağlılığında daha da ileri giderek Süleymani Zeytinliği adında bir ağaç ekme kampanyası başlattı ve kendisine bağlı bölgeleri aydınlık yüzünün posterleriyle donattı.

Hizbullah, Süleymani'nin resmini yaşayan müttefiki Mişel Avn'ın resminin yerine asmayı nasıl gözden kaçırdı doğrusu bilmiyoruz.
 


Kabul etmeliyiz ki Şii Hizbullah ve Emel Hareketi ülkeyi felç etmek ve kendi yönetimlerini dayatmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. İran'ın terörist vekili Hizbullah'a karşı kendi çevresinde dahi homurdanmalar ve memnuniyetsizlikler başladı, ancak uzmanlar, Hizbullah'ın ülke üzerindeki demir yumruğunun zayıflayacağını düşünmenin gerçekçi olmadığını söylüyor.

Cumhurbaşkanı Avn da, 27 Aralık'ta sonunda Lübnan'ın çökmekte olduğunu fark etti ve Hizbullah'ı Lübnan siyaseti üzerindeki kontrolünü gevşetmeye çağıran üstü örtülü bir talep sayılabilecek bir öneri sundu.        

Hizbullah'ın Lübnan'daki mutlak kontrolü, mevcut feci ekonomik çöküşe yol açtı.

Avn'ın 2016'da cumhurbaşkanlığını devralmasına olanak tanıyan Hizbullah ile ittifakıydı ve Maruni Hristiyan partisinin desteği, Hizbullah'ın hegemonyasını ona bile dayatmasına olanak tanıdı.

Lübnan'ı Hizbullah'tan kurtarmak için, ülkeyi cehennemin ötesine itene kadar beklemeli. Hizbullah Veliyy-i Fakih uğruna Lübnan'ın Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleriyle anlaşmazlık yaşamasına neden oldu.

Suudi Arabistan, krize karışan ve evlerindeki fil ile yüzleşmeyi reddeden Lübnanlı lider ve yetkilileri eleştirdi. Hizbullah şimdi de, Suudi Arabistan aleyhine bir konferansa ev sahipliği yaparken, Lübnan devletinin ne yapacağını bekleyip göreceğiz.

Bu, aslında Hizbullah'ın Lübnan'ı bölme çağrısıdır. Peki, buyursun yapsın bakalım, Lübnan'ı bölmeyi mi yoksa savaşı mı tercih ediyor, artık önemli değil, çünkü Lübnan'ın Tahran'dan talimat alan ve bunları uygulayan bir tarafın rehinesi olduğu mevcut durum artık katlanılabilir olmaktan çıktı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU