Algan: Türkiye, eşitliği, adaleti ve hakkaniyeti karıştırıyor

Helin Alp, Independent Türkçe için Prof. Dr. Nesrin Algan ile iklim krizini konuştu

Türkiye dahil dünyanın dört bir yanında sıcaklıkların, kuraklığın, orman yangınlarının, aşırı yağışlar ve sellerin sıklığı ve şiddeti arttı.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC), geçen hafta yayımladığı "İklim Değişikliği 2021: Fizik Biliminin Temeli" raporuna göre küresel ısınma, insan faaliyetlerinin etkisiyle son 2 bin yılda görülmemiş bir oranda arttı.

BM Genel Sekreteri António Guterres, raporda yer alan bulguları "insanlık için kırmızı alarm" olarak değerlendirdi. 

İklim çalışmaları konusunda referans akademisyenlerinden Prof. Dr. Nesrin Algan ile iklim krizini, kriz derinleştikçe dünyanın farklı yerlerinden yükselen iklim adaleti talebini ve Türkiye'nin iklim değişikliği ile ilgili politikasını konuştuk.

İklim krizinin asıl sorumlularının fosil yakıt şirketleri olduğunu söyleyen Profesör Algan, iklim değişikliğini sadece doğal ve yapay çevresel değerlerdeki değişimler üzerinden yorumlamamak gerektiğini vurguluyor. Nesrin Algan, Independent Türkçe'ye konuştu. 
 

Prof. Dr. Nesrin Algan: Lisans ve lisanütü eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamladı. 1984- 1998 yılları arasında Çevre Müsteşarlığı ve Çevre Bakanlığı'nda önemli görevler üstlenmiş olan Algan, aynı dönemde çeşitli uluslararası ve ulusal hukuki düzenleme ve politika belgesinin hazırlanmasında yer aldı. 1998 yılından beri ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Kent, Çevre ve Yerel Yönetim Politikaları Ana Bilim Dalı'nda dersler veriyor. Profesör Nesrin Algan, iklim adaleti, sürdürülebilir gelişme politikaları ve çevre hukuku, ekolojik soykırım, çevresel güvenlik, uluslararası çevresel hukuk ve denizel çevre politikları üzerine çalışıyor.

 

-  İklim değişikliği, iklim krizi hemen hemen herkesin bildiği ama sebeplerinin de en az konuşulduğu konulardan biri. Öncelikle, iklim krizinin sebepleri nedir?

Doğalgaz, kömür, petrol gibi fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma ya da arazi kullanımı gibi değişimler. Bunların hepsi bir arada ama ilk sırada fosil yakıtların kullanımı var. Fosil yakıtların kullanımdan dolayı ortaya çıkan gazlar, atmosferde sera etkisi yaparak gezegenin sıcaklık değerlerinin değişmesine, yükselmesine neden oluyor. Ama bu yanlış anlaşılıyor çünkü artık sorun sadece küresel ısınma değil.


-  Ne peki?

Sera gazı artışlarının neden olduğu aşırı iklim olayları. Küresel ısınma ile bir anda gezegenin her yeri aynı derecede ısınır demiyoruz. Kimi yerlerde şiddetli fırtınalar, aşırı yağışlara bağlı olarak seller yaşanıyor. Türkiye'de de bunu çok fazla görüyoruz. Normal meteorolojik döngülerin yanında iklim krizinin arttırdığı ve şiddetlendirdiği  kuraklık, sel sorunları var. Bir sezonda, bir mevsimde, yağması gereken bir yağış bir iki günde yağıyor. Ya da daha önce görmediğimiz tayfunlar, fırtınalar ya da ardı ardına, büyük orman yangınları yaşıyoruz. İklim krizi bu sorunların sayısını, sıklığını ve şiddetini uzatıyor, arttırıyor.


- Hükmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim değişikliğine ilişkin yeni raporunu açıkladı. Kabul edilen en önemli değerlendirme insan kaynaklı iklim değişikliği vurgusu. Raporda, "insan etkisinin atmosferi, okyanusları ve toprağı ısttığı kesindir" ifadesi yer alıyor. İnsan etkisi tam olarak ne anlama geliyor? 

İnsan, kullandığı fosil yakıtlar, beton, asfalt, ürettiği çöpler, tarım ve hayvancılık faaliyetleri, orman kaybı gibi nedenlerle iklimi dönülmesi zor bir şekilde değiştiriyor. Doğanın kendi döngüsüne insanın eliyle müdahale, düzenin bozulmasına neden oluyor. Yani insan eliyle gezegen ekosistemi değiştiriliyor. Mesela çok fazla duyarız, "ekolojik denge bozuldu" diye. Bozulan salt denge değil, asıl bozulan "Ekolojik düzen". Ekolojik düzeni bozanlar da insan faaliyetleri. Bunu da sera gazlarını kullanarak yapıyor. Bilimsel olarak iklimi insanın değiştirdiği kanıtlanmış durumda. IPCC Raporu bunu bir kez daha ortaya koyuyor.
 

IPCC nedir?     

Uluslararası İklim Değişikliği Paneli, 1988 yılında BM'ye bağlı olarak faaliyet gösteren Çevre Programı (UNEP) ve Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından kuruldu. Aralarında Türkiye'nin de olduğu yaklaşık 200 üyesi bulunuyor. IPCC, iklim değişikliğinin insan ve doğa üzerindeki etkisini inceleyerek, hükümetlere iklim değişikliğine ilişkin politikalar geliştirebilmeleri için bilimsel bilgiler sağlıyor.  

 

-   İklim krizinin en önemli tehlikesi nedir? 

Gezegende topyekün yaşamın güvenliğini tehdit altında. Su kaynaklarından toprağa, biyolojik çeşitlilikten tarımsal genetik çeşitliliğe kadar insanın gezegende var olmak için yararlandığı tüm doğal destek sistemleri ciddi bir baskı ve yok oluş tehditi altında. Zaten bilimsel olarak altıncı büyük yok oluş evresinde yaşıyoruz.

Bir de buna küresel ısınmaya bağlı olarak yetersiz su, yetersiz gıda üretimi, okyanusların asitlenmesi ve dolayısıyla oksijen üretiminin azalması gibi sorunlar eklendiğinde gezegendeki yaşamı sürdürme olasılığımız azalıyor.

İklim krizine uyum tedbirleri sağlayan ülkeler, gelişmiş ülkeler, vatandaşları için iklim uyumunu sağlayabilecek önlemleri alıyorlar. Ancak, yoksul ülkeler ya da gelişmiş ülkelerin yoksul sınıfları, dezavantajlı gruplar, bu uyumu sağlayabilecek ekonomik olanaklara sahip olmadıkları için doğrudan insan yaşamının sürdürülmesi tehdit altında. 


-  Gelişmiş ülkeler kendi yurttaşlarını bir şekilde bu iklim krizinden korumak için tedbirler alıyor dediniz, neler yapıyorlar?

Mesela İskandinav ülkeleri, buzulların erimesi sonucu oluşabilecek toprak kaymalarına dayanıklı olması için yeni bir kentsel yapılanmaya gidiyor. Kentleri bu duruma dayanıklı hale getiriyorlar. Ya da Amerika'da deniz seviyesinde veya deniz seviyesinin altındaki kentsel yerleşkelerde değişmeye gidiliyor.

Nüfusun çoğunluğu kıyılarda yaşıyor, bütün sanayi tesisleri, turistlik tesisleri, deniz kuvvetleri, üsleri kıyılarda. Bunların ya yerini değiştiriyor ya da yükseltme, güçlendirme çok çeşitli teknik teknolojik olanaklarla kentlerini iklim krizine dirençli hale getiriyor. 


"En zengin, en yoksuldan 175 kat fazla karbon salımına neden oluyor" 

-  İklim krizinin asıl sorumluları kim? 

2019 yılında yapılmış bir araştırma var. Birlemiş Milletler tarafından yapılan araştırmaya göre, dünyanın en zengin yüzde1'lik kesimdeki bir kişi, en yoksul yüzde 10'luk kesimde yer alan bir kişiden 175 kat daha fazla karbon salımına neden oluyor. İşte, bu yüzde 1'i oluşturan en zenginler, fosil yakıt şirketleri asıl sorumlular. Çok net. Yani bu durum, "bir-iki tane romantik yeşil ekolojist çevre politikacısının sayıkladığı bir şey" değil, uzun yıllardır güncellenen bilimsel çalışmaların sonuçları.
            

-.jpg
Kaynak :Uluslararası Şeffaflık Derneği, Küresel Servet Eşitsizliği, http://www.seffaflik.org/wp-content/uploads/2020/01/KyüzdeC3yüzdeBCresel-Servet-EyüzdeC5yüzde9FitsizliyüzdeC4yüzde9Fi.pdf

 

- Paris İklim Anlaşması, öncesinde Kyoto Sözleşmesi, Rio Zirvesi... İklim krizi ile ilgili neden bir anlaşmaya varılamıyor ya da şöyle sorayım bir anlaşmanın sağlanabileceğini düşünüyor musunuz? 

Kyoto'dan sonraki süreçteki başarısızlıklar dikkate alındığında aslında Paris'te mutabakata varılması göreceli olarak bir başarı. Zayıf bir anlaşma diyebiliriz ama buna rağmen Paris öncesi mutabakata varamamalarını dikkate alırsak göreceli olarak bir başarı.

Bana göre en büyük handikap burada ABD. Trump yönetiminin iklim rejiminden çekildiğini deklare etmesiyle bir  dalgalanma yaşandı ama Biden ile şimdi yeniden girdiler anlaşmaya. Önemli olan burda emisyonların önemli bir kısmının azaltılması. Zaten azaltılmıyorsa anlaşmaya varmış olmanızın bir anlamı yok.  


"Küresel sera gazı emisyonlarında ABD'nin tarihsel payı çok"

-  Güncel verilere göre artık bu sorumlulukta birinci sırada Çin var.

Ancak ABD menşeli çok uluslu şirketleri ve onların dünyanın diğer yerlerinde yaptığı yatırımları da dikkate alırsak ABD'nin payı artıyor. Ayrıca bu sorumluluk sadece sivil kesimin yol açtığı emisyonlara göre hesaplanıyor, silahlı kuvvetlerin emisyonları dahil değil işin içine.

Onları da düşünürseniz ABD'nin payı çok artıyor. Tarihsel sorumluluk bakımından uzun süre yüzde 24- 25 gibi bir paya sahip olmuş olan ABD, "sorumluluk almaktan vazgeçtim" diyorsa naparsanız yapın bu gidişatı engelleyemiyorsunuz.
 

2-.jpg
Küresel sera gazı emisyonlarında ilk 10 ülkenin yüzde'si ve Türkiye. Kaynak: TÜİK, 2020

 

- Paris İklim Anlaşması için zayıf bir anlaşma dediniz. Neden? 

2015 Paris İklim Anlaşması (COP 21), küresel sera gazı salımlarının yüzde 55'inin en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda 4 Kasım 2016'da yürürlüğe girdi. Anlaşma'nın en belirgin özelliği, tüm ülkelerin katkılarına dayanacak bir sistem öngörülmüş olması.

Anlaşma, iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin "ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler" ilkesi tahtında sorumluluk üstlenmesi anlayışına dayandırılıyor.

Gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasının yapılabilmesi için bir ölçüt belirlenmemiş; herhangi bir farklılaştırmaya da gidilmemiş. 


- Temel hedefi nedir?

Küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C,  mümkünse 1,5°C'nin altında tutulması. Anlaşmaya göre, AB ülkeleri 2030 yılına kadar emisyonlarını 1990 seviyelerine göre yüzde 40 oranında azaltacak. ABD ise 2025'e kadar, emisyonlarını 2005 seviyelerine göre yüzde 26-28 oranında azaltacak.

Ayrıca 2020 yılı itibariyle gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere her yıl en az 100 milyar ABD doları kaynak aktarılması yer alıyor. Bunun ismi de Yeşil İklim Fonu.

Ülkeler hedeflerini açıkladılar, karbon emisyonuna yol açmamak için kullandıkları fosil yakıtlara son verecekleri tarihleri de açıkladılar ama anlaşma, devletlere belli bir emisyon azaltım yükümlülüğü getirmiyor.

Bunu ülkelere bırakıyor. Şimdi ülkeler taahhütlerini şimdi güncelliyor. Çünkü yıl sonunda Glasgow'da yapılacak iklim değişikliği konferansı var.


"Türkiye'nin iklim değişikliğini 'durdurmak' için 'artıştan azaltma yapmak' gibi ilginç bir taahhüdü var"

-  Türkiye'nin iklim değişikliği ile ilgili politikası nedir? Ya da taahütleri neler, bir güncelleme yapıyor mu?

Mutlak azaltım, kömürden çıkış gibi bir amacı yok. Karbonsuz ekonomi gibi de bir plan içinde değil.

Türkiye şimdiye kadar, 2030'a kadar 1175 milyon ton seragazı emisyonu (karbondioksit eşdeğeri) üretiyoruz ama "merak etmeyin o kadar üretmeyeceğiz 929 milyon tonda sınırlayacağız" diyor.

Türkiye iklim değişikliğini "durdurmak" için 1990-2030 arasında emisyonlarını yüzde 426 oranında arttırmayı öneriyor. "Artıştan azaltma yapmak" gibi ilginç bir taahhüdü var.
         

 

"Emisyonunu en fazla arttıran ülkeler arasında ilk sırada Türkiye var"               

Ama "eğer iklim fonlarından yaralanmama imkan verecek bir düzenleme yaparsanız bu arttırımdan indirim yaparım, yani artıştan azalım yaparım" diyor. Türkiye, öncelikle büyümeci bir model uyguluyor. Kişi başına milli geliri parite hesaplarıyla arttıran bir büyüme modeli bu.  

Zaten sağlıklı değil. Halkın reel olarak yaşam kalitesinin artmasına da imkan vermeyen bir politika. İkincisi, kendi ulusal kaynaklarıyla ve ithal ettiği kömürle enerji politikasını sürdüreceğini ifade ediyor. Bunu sadece içeride değil, uluslararası düzeyde açıklıyor.

Gerekçesini de "Her ne kadar gelişmiş ülkeler listesini oluşturan OECD ülkesi olsak da biz diğer ülkeler kadar sera gazı emisyon sorumluluğuna tarihsel olarak sahip değiliz. Ben bu listede yer alan mesela Fransa kadar ya da ABD kadar sorumlu değilim" diyor.

Ama emisyonunu en fazla arttıran ülkeler arasında da ilk sırada. Güncel verilere göre de, dünyada seragazı emisyonuna yol açan ülkeler listesinin de ilk 15'inde yer alıyor.
 

 

"Türkiye de iklim adaletsizliği yapıyor"

- Türkiye gibi ülkelerin "Ben Fransa kadar ya da ABD kadar emisyon üretmiyorum deme hakkı var mı ?

Var tabi. O ulusal politikanıza bağlı.  Ama dünyada en çok salım yapan 20 ülkeye bakınca Çin ve ABD'de artış hızı önemli ölçüde düşüyor. Avrupa Birliği'nin düşüyor ama Türkiye'nin payı çok hızlı biçimde artıyor.

Bu 20 ülke listesinde Türkiye 15. sırada yer alıyor. Uluslararası iklim rejiminde bütün ilgili özneleri bir arada yorumlamamız gerekiyor. Evet, sorumluluk listesinde yeni rakamlara göre birinci sırada Çin, ikincisi ABD yer alıyor ama Türkiye de ilk 15 arasında. Ama mesela Bolivya'ya, Zimbabve ya da Tuvalu' ya bakmak gerekiyor.

Dünyadaki tüm ülkelere baktığınızda Türkiye iklim krizine neden olan ülkeler arasındayken bazı ülkelerin payı yok denecek kadar az. 

                    
Türkiye nasıl Amerika'yı, Hindistan'ı ya da Çin'i sorumlu tutuyor ve reel olarak en çok onlar sorumlu diyorsa, Tuvalu da doğal olarak Türkiye'yi sorumlu tutabilir. Çünkü 20 ülke içinde biz de 15. sıradayız. Yani bizim "OECD ülkesiyim ama Amerika kadar sorumlu değilim" dememiz  Tuvalulu için bir sonuç ifade etmez.

İlk 20 içinde misin, evet içindesin. Bu da Türkiye'nin de  iklim adaletsizliği yaptığını gösteriyor.

9 Ağustos'ta yayımlanan IPCC  raporuna göre, Güney Pasifik ülkesi Tuvalu, haritadan silinebilir. Rapor, ısınan sular ve eriyen buzullar sebebiyle 1901-2018 arasında 20 santimetrelik bir artış yaşandığını ortaya koyuyor.

2050'ye kadar 15-25 santimetrelik bir yükselme daha gerçekleşeceği tahmin ediliyor.Avustralya ve Hawaii arasındaki üç resif adası boyunca yayılan Tuvalu'nun en yüksek noktasının deniz seviyesinden sadece 4,5 metre yükseklikte olması sebebiyle, ülkenin nihayetinde yükselen deniz seviyesince yutulacağı korkusu arttı.

Solomon ve Marshall Adaları gibi deniz seviyesine yakın diğer takımadalar da yutulma riskiyle karşı karşıya. 


-  Türkiye'nin iklim eylem planı nedir? 

Bir ulusal iklim eylem planı, sektörel eylem planları ve çeşitli yerel eylem planları var ancak iklim krizine uygun güncellemelerinin yapılmadığı anlaşılıyor. Çünkü son yaşadığımız yangınlarda da orman yangını tehditine karşı risk değerlendirmesi ve acil müdahale planının olmadığını veya varsa da uygulanamadığını gördük.

Örneğin Muğla'nın yüzde 50'den fazlası maden alanlarına ruhsatlandırılmış. Bu durum maden ve orman politikalarının iklim krizi dikkate alınarak çevresel açıdan sürdürülebilirliğini sağlayacak bir politika olmadığının somut örneği.

Türkiye'deki en büyük sorun, derelerin, göllerin, ormanların, nehirlerin, ırmakların ya da sulak alanların çevresel gerekçeler dikkate alınmadan hidroelektirik santrallere, enerji santrallerine, taş ocaklarına, turizme, maden ocaklarına, imara tahsil edilmesi. Bu yapılacak en tehlikeli şey.

Zaten görüyorsunuz; bir yandan iklim krizi bir yandan bu tür uygulamalar nedeniyle göllerimiz kuruyor, nehirlerimiz, ormanlarımız yok oluyor. Normalde çevre ve iklim sorunlarını dikkate alan bir planlama yapmış olsaydı , yerleşim yeri ve sanayi tesisleri ormanlarla iç içe olmazdı. 


"İklim krizi, adaletsizliği ve eşitsizliği yeniden üretiyor"

- İklim krizi derinleştikçe iklim adaleti de giderek yükselen bir talep oluyor. Nedir iklim adaleti? 

İklim değişikliği, salt doğal ve yapay çevresel değerlerdeki değişimler üzerinden okunursa eksik ve bilimsel olarak hatalı olur. Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde çok büyük sosyoekonomik eşitsizlikler ve adaletsizlikler var. İklim krizi ile bu eşitisizliği ve adaletsizliği yeniden üretiyor.

İklim krizinin özellikle dezavantajlılara, ırklara, etnik kimliklere, ülke ve bölgelere, toplumsal sınıflara ve cinsiyete ve gelecek kuşaklara farklı yoğunlukta yansıması ve bu eşitsizliklerin yeniden üretilmesi iklim adaletsizliğine neden oluyor. İşte bunu önlemek için adalet arayışı talebi yükseliyor. 

Oxfam, Yıllık Küresel Gelir Eşitsizliği Raporu/2020

  • Rapora göre dünyadaki 2 bin 153 milyarderin sahip olduğu servet 4 milyar 600 milyon kişinin toplam gelirinden fazla. Bir başka deyişle, dünya üzerindeki milyarderlerin serveti dünya nüfusunun yüzde60'ının toplam servetini aşıyor.
     
  • Kadınların ücretlendirilmemiş emeğinin yıllık toplam değeri 10 trilyon 800 milyar ABD doları.

 

- Adalet kavramı iklim krizinin tam ortasında duruyor o halde. 

Evet. Adalet aynı zamanda etik ve siyasal bir olgudur. Çünkü çevre sorunları da iklim krizi de ülkeleri, cinsiyetleri, sınıfları, kuşakları aynı şekilde etkilemiyor.

Dolayısıyla kuracağımız iklim rejiminin oluşturacağımız çevre politikasında adalet sorunsalının dikkate alması gerekiyor. Politikalar belirlenirken bu durum gözetilmezse zaten mevcut olan sosyoekonomik adaletsizliklerin daha da derinleştirilmesine yol açılır. Ayrıca bizim ülkemizde adalet, hakkaniyet ve eşitlik kavramları da karıştırılıyor. 


"Büyük bir facia: Türkiye savunduğu politkalara aykırı çeviriyi Resmi Gazete'de yayımladı"

- Nasıl? 

Aslına bakarsanız bu biraz yabancı dil bilmemekle başlamış gibi geliyor bana. Mesela, 1992 İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi aslında "hakkaniyet" temeline dayanır ama Türkiye Sözleşme'ye taraf olurken Resmi Gazate'de yayımladığı Türkçe çevirisinde adaletin, hakkaniyetin çevirisini çok yanlış biçimde "eşitlik" olarak yapmıştır. 


- Biraz açar mısınız? 

Sözleşme'nin 3. Maddesinde yer alan "equity" kavramını yanlışlıkla eşitlik diye çevirmişler, bu Resmi Gazete'de de yayımlanmış. Oysa bu kavram iklim adaletinin temelini oluşturan "hakkaniyet" anlamındadır. Büyük bir faciadır.

Düşünebiliyor musunuz? Resmi Gazete'de yayımlanmış bir kanun. Adalet ile eşitliği karıştırmak hukuken de çevre politikaları açısından da siyasi ve ekonomik olarak da büyük bir hata. Neyse ki uyuşmazlık halinde İngilizce nüsha  geçerli de uluslararası hukukta Türkiye'nin başı belaya girmiyor.

İşin önemli taraflarından biri, bu Türkiye'nin savunduğu politikalara da aykırı. Çünkü, eşitlik derseniz Amerika'yla eşit sorumluluğu almış oluyorsunuz.

Halbuki sorun hakkaniyet, adil olmak. Çok bilinen bir çevre politikası ilkesi vardır iklimde de uygulanan "farklılaştırılmış sorumluluk" ilkesi. Buna göre çevresel yıkımları önlemede veya gidermede hakkaniyetli bir sorumluluk dağılımı yapmanız gerekir.  

Sözleşmenin orijinali:

UNITED NATIONS FRAMEWORK CONVENTION ON CLIMATE CHANGE

ARTICLE 3

PRINCIPLES

In their actions to achieve the objective of the


Convention and to implement its provisions, the Parties shallbe guided, inter alia, by the following:
1. The Parties should protect the climate system for the benefit of present and future generations of humankind, on the basis of equity and in accordance with their common but differentiated responsibilities and respective capabilities.

Accordingly, the developed country Parties should take the lead in combating climate change and the adverse effects thereof.
 

***

Sözleşmenin Resmi Gazete'de yayımlanan yanlış çevirisi:

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİNE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN 

(Resmi Gazete ile yayımı: 21.10.2003 Sayı: 25266) 

Kanun No Kabul Tarihi 

4990 16.10.2003

MADDE 3 

İLKELER 

Taraflara, Sözleşmenin amacına ulaşmak ve hükümlerini yerine getirmek için yapacakları eylemlerinde, diğer hususlar meyanında, aşağıdakiler yol gösterecektir: 

1. Taraflar, iklim sistemini, eşitlik temelinde ve ortak fakat farklı sorumluluklarına ve güçlerine uygun olarak, insanoğlunun günümüz ve gelecek kuşakların yararı için korumalıdır. Dolayısıyla, Taraflardan gelişmiş ülkeler iklim değişikliği ve onun zararlı etkileri ile savaşımda öncülük etmelidir. 

 

"İklim hakkaniyeti sağlanmalı"

- Temel mesele iklim eşitliliği değil, iklim hakkaniyeti mi olmalı o halde? 

Sorun hakkaniyeti sağlamak olmalı. Eşitliği sağlıklı atmosferik koşullara ulaşmada sağlamak gerekir. Bu zaten evrensel olarak çevre hakkının bir bileşeni. Buradaki sorun, sağlıklı atmosferik koşullara ulaşmada sorumluluğu nasıl paylaşacaksınız? İşte hakkaniyet, adalet burada.  

İklim krizinden gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki yoksullar, dezavantajlı gruplar yani çocuklar, kadınlar, gelecek kuşaklar, deniz seviyesinin yükselmesiyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan küçük ada devletleri daha çok etkileniyor. İklim değişikliğine en az zararı veren ülkeler yoksul ülkeler olsa da daha çok zararı yoksul ülkeler görüyor.  

                     
Önceliği kime vereceksiniz? Kim mali olarak, siyasal olarak taahhüt altına girecek? Yükümlülükleri, sorumlulukları paylaştırırken adil olacaksınız. 
 

İklim krizinden, özellikle yoksul kadınlar ve kız çocukları çok daha fazla etkileniyor?

•    2004'te Asya tsunamisinde ölen kadınların oranı yüzde 70'ten fazladır. 

•    2005'te New Orleans'ta meydana gelen Katrina Kasırgası ağırlıklı olarak fakir kesimi oluşturan Afro-Amerikan kadınları etkilemiştir. 

•    İklim krizi kaynaklı yerinden edilmiş kişilerin yüzde 80'i kadındır


Mesela, Pakistan, Hindistan, Bangladeş'teki doğal afetlerde, depremler ya da tayfunlarda ölenlerin çoğunluğu kadınlar, kız çocukları. Çünkü geleneksel/kültürel alışkanlıklardan dolayı giydikleri giysiler bile afet durumunda kaçmalarına engel olabiliyor.

Ayrıca kadın daha çok evde çalıştığı için o selden  ilk aşamada daha çok etkileniyor. Eğer bir uyum tedbiri alacaksanız bütün bunları düşünmek zorundasınız. O yüzden çok uzun yıllardır hem adalet çalışanlar, hem toplumsal cinsiyet çalışanlar uluslararası iklim rejimine bu kavramları sokulmasını talep ediyorlardı. Nitekim Paris Anlaşması'nın görüşüldüğü dönemde de bu kavramlar kabul edildi. 

Paris Anlaşması / Yeni Politika İlkeleri

•    Paris Anlaşması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)'den farklı olarak  "insan hakları, yerli hakları, kırılgan ülkeler, iklim adaleti, toprak ana" gibi kavramlara yer vermiştir.

•    Anlaşma'nın önsözünde; "İklim değişikliğinin insanlığın ortak bir kaygısı olduğunu kabul ederek, taraflar iklim değişikliğine müdahale amaçlı eyleme geçtiklerinde insan hakları, sağlık hakkı, yerli halkların, yerel toplulukların, göçmenlerin, çocukların, engellilerin ve hassas durumdaki kişilerin hakları, kalkınma hakkı ve ayrıca cinsiyetler arası eşitlik, kadınların güçlendirilmesine ve cinsiyetler arası adalet konularındaki yükümlülüklerine uygun hareket etmeli, bu hususlara saygılı olmalı ve onları geliştirmelidir" hükmü yer almaktadır.

 

"Sadece büyümeyi öngörmeyen yeni bir kalkınma paradigması oluşturulmalı"

Kentlerin doğal kaynak politikalarını, eğitim politikalarını ya da aklınıza gelebilecek her türlü politikayı yeni iklim koşullarına göre iklim krizine dayanaklı, onunla uyumlu hale getirebilecek stratejiler geliştirmesi gerekir. Yeni bir kalkınma paradigması oluşturulmalı. Sadece ekonomik büyümeyi öngörmeyen, tüm ekolojik, kültürel ve çevresel değerleri bir arada ele alıp, onların korunacağı yeni bir yaşam biçimini ele almak gerekiyor. 

 

DAHA FAZLA HABER OKU