Bir telaş çağının tam ortasında Oğuz Atay'ın odasında tutunmaya çalışmak

Independent Türkçe'den Cengizhan Çelik, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanına hayat verdiği evinde, "Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi"nin izini sürdü

Kolaj: Independent Türkçe

Şu anda bu satırları Hayriye Caddesi, numara 9, kat 2'nin tam önünden yazıyorum.

Birazdan zile basacağım ve daha önce tanımadığım bir kişiye;

"Merhaba, ben Independent Türkçe'den Cengizhan, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanına hayat verdiği evi görmek ve okurlarımıza da göstermek istiyorum" diyeceğim.

Ama zile basmadan, Google'ın bile bir "Doodle" olarak hazırladığı o odayı size göstermeden önce yazmam gerekenler olduğunu düşünüyorum.
 

(11).jpg
Cengizhan Çelik, Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanına hayat verdiği Hayriye Caddesi, 9 numaralı apartmanın önünde

 

Modern romanın Don Kişot'la başladığı iddia edilir.

O zaman biz de Don Quijote de la Mancha'yla başlamalıyız.

Oğuz Atay, Hayriye Caddesi, Numara 9, Kat 2'de şu cümleyi yazmış zamanında:

Don Kişot kahramanlık kitapları okuyarak kendisini şövalye sanıyordu, ben ise kendimi Don Kişot sanıyorum.
 

(7).jpg
Oğuz Atay


Sadece bu cümle ile bile anlatabilirdim size Oğuz Atay'ı ve arif olan anlardı.

Don Kişot demişken Abidin Dino'nun kardeşi Arif Dino, Yaşar Kemal'e bir çuval dolusu kitap hediye eder ve "Yazmak istiyorsan, önce bunları oku" der.

Gözüyle kartal avlayan yazar eve gider, heyecanla çuvalı boşaltır ve içinden 3 adet Don Kişot çıkar.

İki kitabı koltuğunun altına alır, götürür, verir Arif Dino'ya; "Bir yanlışlık oldu" diyerek. 

Arif Dino "Hayır" der; "yanlışlık falan yok bu kitabı her 10 senede bir kere okumalısın."

Birazdan zile bastığımda karşılaşacağım kişiye kitaplığında Don Kişot olup olmadığını sormak için de sabırsızlanıyorum doğrusu. 

Öyle işte kendisini Don Kişot sanan bir romancının acılarını, kederlerini, hüzünlerini yaşadığı camın tam altındayım.

Olric'i, Tutunamayanlar'ı yazarken pencereden baktığı boşluğun tam altındayım. 
 


Oğuz Atay'ı yaşadığımız telaş çağında anlatmak istiyorum size. 

Çünkü bu telaş çağında en çok anlamamız gerekenlerden birisi olarak görüyorum.

Öncelikle telaş çağının bir adını koyalım.

Herkesin somut başarılar hedeflediği, bu hedefler için durmaksızın koşturduğu, niteliğin yerini niceliğin aldığı, zaman zaman bir amok koşusu içinde kimseyi gözünün görmediği bir zamanın ruhundan bahsediyorum 

"Yaşamak değil bu telaş bizi öldürecek" diyen Özdemir Asaf, günümüzü görseydi ne düşünürdü; gerçekten kestirmek güç.

"Cennet, insanların birbirlerini dinlemeleri demektir" diyen ve bu zamana kadar hiç kimse tarafından doğru anlaşılmayan bir yazarın ziline basacağım birazdan ve onun evinde yıllar sonra oturan bir gençle konuşacağım. 

Oğuz Atay'ı zihin dünyası gibi algılamamız gerektiğine inandığım için, size biyografi yazılarındaki yaşam öyküsü cümleleriyle anlatmak istemiyorum. 


Yıllar boyunca asla yapmadığı bir şeyi ölümünden yaklaşık yedi buçuk yıl önce 25 nisan 1970'de yapıp 36 yaşında günlük yazmaya başlayan ve ilk cümlelerine "Canım insanlar sonunda bana bunu da yaptınız" diyen bir adamı "Kastamonu'da doğdu, Babası, ağır ceza yargıcı ve Cumhuriyet Halk Partisi vekili Cemil Atay'dır" şeklinde anlatmak olur mu hiç?  

Zaten bu cümlelerle anlatmış olsaydık, herkesten önce kendisi itiraz ederdi bu yazıya.

Öyle ya; "Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi" önsözünde der ki; 

Benden sonra bu işi yapan çıkmaz. Gençlik, şimdi somut sorunlarla ilgili. Hemen işe girişmeliyim.


Gençlik hala somut sorunlarla ilgili, değişen bir şey yok ve üzücü olan ise o somut sorunlar artık çok anlamsız.

"Biz ziyan olmuş bir nesle mensubuz" diyerek kendi jenerasyonunu tanımlayan bu özel adamın ölmeden önce hiçbir kitabının ikinci baskı yapmadığını hatırlatmak istedim size.

Tıpkı modern sanatın kurucu babası olarak gösterilen Van Gogh'un satılmayan tabloları gibiydi Oğuz Atay'ın kitapları.

Yıllar sonra edebiyat dünyasında profesörlerin bile "Oğuz Atay, roman mimarisinde tüm putları yıkmıştır" sözlerini işitmiyor oluşuna üzülmüyor değiliz.

Zaten öyle klasik bir edebiyat CV'si de yoktu kendisinin. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden mezun olan bir mühendisti. Hatta Kadıköy vapur iskelesinde çalışan bir mühendis.

Ama onun zihninde kelimeler, insanlar, albaylar, hayali kahramanlar vardı. 

Ne işi vardı demirle, çimentoyla, harçla, suyla...

Evet, sürekli bir inşa haliydi yaptığı; ama ham maddesinde kelimeler vardı. 

Her şeyin başında kelimelerin olduğunu yine kendisi;

'Önce kelime vardı' diye başlıyor Yohanna'ya göre İncil. Kelimelerden önce de yalnızlık vardı ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık. Kelimenin bittiği yerden başladı. Kelimeler yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, yalnızlılığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.


Yalnızlık bir din olsaydı peygamberlik için Tarkovski mi seçilirdi, Oğuz Atay mı emin değilim.

Zaten öylesi bir yalnızlık haliydi ki bu hayali mektuplar yazdı, bu mektupları albayına okudu durdu. 

O mektupların birine şu cümlelerle başlıyordu:

Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.


"Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor" sözleriyle sürdürdüğü o mektubu, şu cümleyle bitirir Atay;

Ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.


Üzgünüm Tarkovski; bu cümlelerden sonra, yalnızlık bir din olsaydı peygamberlik, Hayriye Caddesi Numara 9 Kat 2'deki bu adama verilirdi. 
 

(1).jpg
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe


Oğuz Atay'ı kendi cümleleriyle anlatırsak modern bir tutunamayan olarak yazıyı bitirtemeyiz.

Sizi de telaş çağınızda uzun bir yazının içinde tutmak olmaz! 

En iyisi zile basayım. 

Zile basayım ve şimdi bu dairede kim var ise, onunla tanış olalım.

"Canım insanlar, bana bunu da yaptırdınız" demeden önce, hala son bir umut, birilerine bir şeyler anlatalım, dinleyelim.

Yoksa durum kötü, yoksa Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi'nin içinde yer alırız.
 

(4).jpg
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​


Zile basmadan önce;

"Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor" diyen bir adamın, 13 Aralık 1977 tarihinde beynindeki UR nedeniyle 43 yaşında aramızdan ayrılmış olması beni hala üzüyor. 

Tamam, bu kadar yeter.

Hadi zile basıyoruz! 

Kapıyı 25 yaşlarında genç bir delikanlı açıyor. 

Kendimi tanıttıktan sonra yapmak istediğim dosya fikirini heyecanlı bir şekilde kabul ediyor. Bu dairede oturan biri için aksini düşünmüyordum zaten.
 

(12).JPG
Ayberk Aydın / Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​

 

Tutunamayan Ayberk'in hikayesi

Ayberk Aydın, Antalya'da doğan, tıpkı bu dairede yıllar evvel oturan Oğuz Atay gibi mühendis bir anne babanın tek çocuğu.

Üzerinde o tek çocuklarda olan benzersiz bir duygu var. Duygusal, naif, yaratıcı; ama bir o kadar da tedirgin, endişeli ve "Ne yapacağız şimdi" soruları soran bir ruh hali bu.
 

(9).jpg
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​


Oğuz Atay'ın burada Olric'le, Albayla konuştuğunu, Bilge'ye mektuplar yazdığını, daireyi tutarken bilmiyordu.

Hikayesini anlatırken fark ediyoruz aslında kendisinin de modern tutunamayanlardan biri olduğunu...
 

(10).jpg
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​​​​​​​​


Zaten ben kapıyı açar açmaz üzerindeki Kurt Cobain thsirtinden anlamıştım Ayberk'in de hayran olmaya hayran olan yapısını.  
 

(3).jpg
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​​​​​​​​


Ayberk de kendi hikayesini "Aslına bakarsan ben de tutunamayanlardanım" diyerek başladı anlatmaya;

Okulu bitirdikten sonra girdiği mimarlık şirketinde tutunamamış Ayberk. Modern zamanlar algılarına, iş dünyasının o kendine has duyguyu yok eden kibrine karşı, 'paranız da, işiniz de, mimarlığınız da sizin olsun' diyerek ayrılmış.

Sonra okuldan en yakın arkadaşıyla birlikte bir şirket kurmuşlar.
 

(13).jpg
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​​​​​​​​


Şimdi her ay sonunu zar zor getirecek şekilde Oğuz Atay'ın odasında tutunmaya çalışıyor.

Edebiyatseverlerin de zaman zaman kapısını çaldığını anlatıyor. 
 

(5).JPG
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​​​​​​​​


Bu duruma da Mimar Sinan Ünivertsitesi rektörü Handan İnci ve Beyoğlu Belediyesi'nin ortaklaşa yaptıkları o tabela etkili olmuş. 
 

(8).jpg
Fotoğraf: Cengizhan Çelik/Independent Türkçe​​​​​​​​​​​​​​


"Tabelayı gören binanın fotoğrafını çekiyor" diyor Ayberk.

Bir çift ise daha da ileri giderek apartmandan içeri girmiş ve dolaşırken Ayberk, "Kimi arıyorsunuz" diye sormuş.

Genç çiftin verdiği yanıt ise;

Oğuz Atay'ı.


Ayberk'in hikayesi böyle.

Bize dönersek;

Hangimiz aramıyor ki Oğuz Atay'ı, Yaşar Kemal'i, Sait Faik'i, Orhan Veli'yi...

Ben çok arıyorum.

Ve sırf bu nedenle bir telaş çağının tam ortasında yollara düşüyorum.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU