Araplar, İran'ın hırsları ve mücadele siperi

İran'ın bütün bunlardan amacı, yapabilirse Kızıldeniz'i Babu'l Mendeb'ten Süveyş Kanalı'na kadar kontrol etmektir. Ama bunu asla yapamayacaktır

Fotoğraf: AA

Husiler, askeri bildirilerinde ve siyasi açıklamalarında yakın bir zamanda öldürülen kardeşi yerine şimdi Abdulmelik el-Husi'nin adını kullanmayı sürdürseler de, şüphesiz herkes, gerek Yemen halkı, ordusu ve siyasi kurumları gerekse Suudi Arabistan'a karşı yürüttükleri bu savaşın, İran'ın erken bir dönemde Araplara karşı başlattığı bir savaş olduğunu artık biliyor.

İranlıların geçmişten bugüne, Mısır'ın Süveyş Kanalı'ndan tarih boyunca stratejik bir su yolu olmayı sürdüren Babu'l Mendeb Boğazı'na kadar Kızıldeniz'i ele geçirmeye ya da en azından kontrol etmeye çalıştıklarını herkes biliyor.

Babu'l Mendeb bilindiği gibi Kızıldeniz'i Aden Körfezi ile Umman Denizi ve Hürmüz Körfezi'ne bağlamaktadır.

Hürmüz Körfezi ise, Basra Körfezi, Umman Denizi ve Hint Okyanusu bölgesinde yer alan en önemli su yollarından biridir.

Husilerin değil de İranlıların, Katar dışında tüm Arap Körfez ülkelerini taciz etmeyi sürdürdükleri biliniyor.

Katar'ın bunun dışında kalmasının nedeni de, ne yazık ve utanç verici ki, bağlı olduğu Arap çerçevesinden çıkarak, Arabistan'ı işgal eden (Ahvaz bölgesi), 4 Arap ülkesi Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'e siyasi ve askeri olarak alenen müdahale eden Humeyni-Hamaney İranı'na tabi hale gelmesidir.

Özellikle Yemen, Velayet-i Fakih rejiminin örtülü işgali altındadır ve bu Arap ülkesine atamış olduğu Büyükelçisi Hasan Erlo, büyükelçiden ziyade askeri yöneticidir.

Erlo, Sana'ya büyük bir diplomatik skandal sayılan bir yolla gönderildi. Husi cezaevlerinden birinde tutuklu bulunan ABD vatandaşlarına karşılık ülkelerine iade edilen Yemenli yaralılar arasına karışarak Yemen'e ulaştı.

Ancak daha önemli olan, bu Arap ülkesinin (Yemen) fiili olarak artık İran "Yüksek Komiseri" ve birkaç İranlı subay ile Lübnanlı Hizbullah örgütü liderinden oluşan yardımcıları tarafından yönetildiğidir.

Böylelikle, Abdulmelik Husi de İran'ın kendisinden istediklerini açıklayan bir borazandan ibaret hale geliyor.

Sadece başkent Sana'da değil diğer şehir ve köyler ile yurtdışındaki Yemenliler de böyle düşünüyor.

Özellikle Süveyş Kanalı'nın inşasıyla birlikte dünyanın en önemli su yolu haline gelen Kızıldeniz'in batı kıyılarına yerleşmenin yanı sıra İran'ın, Afrika kıtasını Asya kıtasına ve tabi ki Avrupa kıtasına bağlayan, Avrupa ile Asya kıtasının doğusu ve Avustralya arasında bir su yolu oluşturan bu denizi tamamen kontrol etmek için, stratejik Babu'l Mendeb'i ele geçirme çabasından vazgeçmediği açık ve nettir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, 3 Temmuz 2013'te Mısır'da Müslüman Kardeşler rejimi düşmeyip Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yönetimden uzaklaştırılmasaydı, İran şimdi Babu'l Mendeb Boğazı ve Akdeniz'e kadar Süveyş Kanalı'nı kontrol ediyor olacaktı.

Kızıldeniz, özellikle de batı bölümü bir İran denizi olacaktı. İran, Lübnan'dan Port Said'e kadar Akdeniz'i kontrol edecekti.

Çünkü Lübnan'da da onun ve Esed rejimi ile Erdoğan'ın desteğiyle Beyrut'un güney banliyösünden ülkeyi yöneten Hasan Nasrallah var.

Erdoğan ise şimdi Müslüman Kardeşlerin "Genel Mürşidi" haline geldi ve Doğu Akdeniz'in Osmanlı döneminde olduğu gibi halen bir Türk gölü olduğunu öne sürüyor. Azerbaycan ve Dağlık Karabağ dahil Osmanlı'nın mirasının tamamının mirasçısı olduğunu iddia ediyor.

Bunlar sadece varsayımlar ve bazılarının düşündüğü gibi gerçekdışı değil.

Tarihin akışı mevcut tüm denklemlerin değiştiği bir anda değişebilir. Nitekim, Mısır halkının Müslüman Kardeşler ve Mursi yönetimine karşı başlatmış olduğu ve ordunun desteklediği devrim olmasaydı, Süveyş Kanalı şu anda bir İran kanalı, Kızıldeniz şimdikinden farklı bir durumda olacaktı.

Ayrıca şu anda Irak, Suriye ve Lübnan'ı, Sana ve Yemen'in önemli bir bölümünü fiili olarak kontrol eden İran, tüm Ortadoğu bölgesinin fiili ve aktif aktörü olacaktı.

ABD, özellikle de Demokrat Joe Biden'ın başkan olmasından sonra, Tahran ile ilişkilerini Barack Obama dönemindeki haline döndürmek zorunda kalacaktı.

Bunların varsayımdan ibaret olduğunu düşünenler olabilir, ama İranlıların emellerinin hepsini olmasa da bir bölümünü gerçekleştirmeleri durumunda bile gerçek olacağı ihtimali, uzak değildir.

Aynı şekilde İran'ın, kendisine bağlılıklarını tüm Arap ulusal ilişkilerinden önce gelen mezhepsel bir misyon olarak gören destekçileri olduğu müddetçe, bazı Arap ülkeleri için bir dengesizlik oluşturmaya devam edecektir.

"Ebedi mesaj sahibi, birleşik Arap ümmeti" sloganını benimseyen ama gerçekte bölgedeki en mezhepçi, hatta mezhepçi taraftarlıkları için ulusal bağlılıklarından vazgeçen rejimlere sahip ülkeler, bunların başında geliyor.

Doğrusu, dinden sonra tek önceliğimiz olması gereken ulusal gerçekliğimizde büyük bir kusur var. Tabi eskilerin "din Allah'ın vatan ise herkesin" sözünü unutmamalıyız.

Zira Arap kardeşliği Müslüman ve Hristiyan olsun bütün Arapları birleştiren bağdır.

Buradaki sorun, Şubat 1979'da İran (Humeyni) Devriminin başarılı olmasından sonra mezhepsel fanatikliğin büyüyerek, geçmiş dönemlerde milliyetçiliği ulusalcılığın da üstünde tutan bazı Arap ülkelerinde sınırlı da olsa  ulusal ve milliyetçi bağlılığın önüne geçmiş olmasıdır.

Geçmişte milliyetçi sloganları benimseyen ama Şubat 1979'daki İran Devrimi'nden sonra çok geçmeden bunları terk eden, Tahran ve Kum'a sadık hale gelen bazı Arap ülkelerinin durumu aşikar, dolayısıyla kendisinden daha fazla bahsetmeye gerek yok.

Sorun, bu sadakatin militarist ve silahlı örgütler şeklini almasıdır. Örneğin, Lübnan'da Hizbullah, Yemen'de Husiler, Tahran'daki Velayet-i Fakih rejimine, en önemlileri ve büyükleri Kasım Süleymani'nin liderleri olduğu ve kendilerine Devrim Muhafızları adını veren silahlı İranlı milis güçlere sadık silahlı ve mezhepçi Iraklı örgütler gibi,

Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de silahlı İran yayılmacılığı biçimini alan İran'ın Araplara karşı bütün bu tehdit ve müdahalelerinin gölgesinde, bunlara karşı aktif ve fiili olarak karşı koyan, Lübnan'dan Yemen'e İran'ın Arap dünyasındaki emelleriyle askeri olarak mücadele eden tek ülkenin Suudi Arabistan olduğunu söyleyebiliriz.

Husilerin İran'ın hedeflerini gerçekleştirmek için kullandığı bir araç oldukları, İran'ın Sana'daki temsilcisi tarafından bütün Arapların hatalarının yükünü çeken bu Arap ülkesine (Suudi Arabistan) karşı tüm bu terör eylemlerini gerçekleştirmekle görevlendirilmiş oldukları bilinmelidir.

İran'ın bütün bunlardan amacı, yapabilirse Kızıldeniz'i Babu'l Mendeb'ten Süveyş Kanalı'na kadar kontrol etmektir. Ama bunu asla yapamayacaktır.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU