Lübnan: Keşfedilmesi zor yalan

Bu başarısızlık sebebiyle, uzun bir süre bu boğucu ve yalancı, bir o kadar da baskıcı ve yozlaşmış ikileme göre yaşamaya devam edeceğiz

Fotoğraf: AA

Saad Hariri'nin yeni Lübnan hükümetini kurmakla görevlendirilmesi, bilhassa da hükümeti kurma olasılığı etrafında, bazıları olumlu bazıları olumsuz bağlamda sayısız sıfat, ünlem ve soru işareti dolaştı.

Örneğin, "Bu imkansız görevde başarılı olacak mı?", "Bu, mucize yaratmak gibi", "Bir ölüm kalım meselesi", "Büyük zorluk"… gibi. Bunlar bu konuda yapılan yorumların, sorulan soruların birkaçı.

Bunlara, Hariri'nin kendisinin, geçmişte maliye bakanlığına bir Şii bakanın atanmasını kabul ettiğinde kullandığı "zehir yudumlamak" ifadesini de ekleyebiliriz.

O zaman, bu ifadeyi ilk kez, 1 milyon kişinin canına mal olan İran-Irak savaşında ateşkesi kabul ettiğini deklare ederken Ayetullah Humeyni'nin kullandığını herkes hatırlamıştı.

Diğer bir deyişle, Lübnan'da birisinin hükümeti kurmakla görevlendirilmesi ve bunu başarması, politik olmaktan ziyade harika, eşsiz ve görülmemiş bir başarı sayılmaktadır.

Zira ekonomik çöküşe ve diğer krizlere çözüm bulmak için acil ihtiyaç duyulan bir hükümeti kurmak, insan kapasitesini aşan bir şeye dönüştü.


Öte yandan, sadece birkaç hafta önce, Lübnan ve İsrail arasında sınırların çizilmesi  müzakerelerinin mezhepçi-politik aktörler arasında istisnai bir fikir birliği oluşturduğunu fark ediyoruz.

Bazıları bu konuda oldukça hevesliyken, bazıları da bunu yarı coşkulu bir şekilde desteklediler. Kimileri sessiz kalarak onaylarken, kimileri de eleştirilerini dile getirip sonra kendisini görmezden geldiler.

Bu husus, hepsi için üzerinde hemfikir olabilecekleri ve anlaşabilecekleri normal ve doğal bir şey gibi görünüyordu.


Bu iki gelişme arasındaki karşılaştırma, Lübnan açısından tehlikeli bir gerçeği gösteriyor.

Lübnan'da ağırlığa sahip bütün güçler, kendisine karşı mücadele ve düşmanlığın kutsal ve önemli olarak tanımlandığı İsrail dahil herhangi bir dış güç ile müzakerelere hazır.

Hizbullah bile bunu kabul edebilir. Ancak aynı güçler, kardeşler arasındaki bir iç uzlaşıya hazır değiller.

Devlet ve toplumdan geriye kalanların ekonomik ve politik erozyonunu, aralarından birinin yutamadığını diğerinin yutma çabasını az da olsa sınırlayan veya erteleyen bir uzlaşı üzerinde güç bela fikir birliğine ulaşabiliyorlar.


Yine bu karşılaştırma, uluslararası güçlerin de örneğin bir dış uzlaşı ve müzakereyi kabul etmemizi sağlamada başarıya ulaşırken, iç uzlaşıyı kabul ettirmekte başarısız olduklarını gösteriyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron bile peş peşe iki ziyarette bulunsa da bir iç uzlaşı sağlamakta başarılı olamadı.

Hatırlarsanız, detayları ve başlıkları farklı olsa da geçmişteki uzlaşılar da dış tarafların girişimleri ile düzenlenen istisnai görüşmeler gerektirmişti.

Örneğin, Fuad Şihab ve Cemal Abdunnasır arasındaki Riyad ve Kahire Zirveleri (1959), Taif Zirvesi (1989) ve Doha Zirvesi (2008) gibi.


Bu karşılaştırma, biri aleni ve bilindik, diğeri hala bir şekilde örtülü ve perde arkasında olan iki hususa işaret ediyor.

Aleni olanı, fiyat olarak adlandırabiliriz. Her mezhepçi liderlik ve tüm bileşenleri ile yönetici grubun ayrı ayrı talep ettiği bir fiyat vardır.

Bu fiyatlandırma önceliği, Taif Anlaşması sonrasında ortaya çıkan yönelim ile iki kat ağırlık kazandı. 2005'teki cinayetlerden sonra yükseldi. 2

016'da Mişel Avn'ın cumhurbaşkanı seçilmesiyle de zirveye ulaştı. Bu yönelimin başaktörü, damat-bakan Cibran Basil olabilir ama onunla sınırlı değil.

Görece örtülü olan şey ise, Lübnanlılar için ideolojinin nihayetinde çok bir şey ifade etmediği gerçeğidir.


İsrail-Filistin meselesi dahi, kendisine atfedilen kutsallık bir yana, bunun dışında değildir.

Mezhepçi liderler, kendilerine uygun gerekçeler sağladığı sürece ideolojileri kullanırlar.

Keza kitleleri de, mezhepsel "ajandalarının" şartlarından birine uygun, miras aldıkları ortamın fikirleriyle tutarlı olduğunu gördükleri sürece ideolojilerin peşinden giderler.

Ancak, bunun aksini gördükleri anda ideolojilerden vazgeçmeye hazırdırlar.


Fikirlerin ve farkındalığın sınırları her zaman dardır. Bir dönem Hristiyanların çoğunun, Nasırcılık, ardından da Filistin devrimine şiddetle karşı çıkmalarına neden olan, fikirler değildi.

Yine bir dönem Sünnilerin çoğunun, Nasırcılık ve Filistin devrimini desteklemesini sağlayan da ideolojiler değildi.

Keza, Şiilerin çoğunluğunu, Hizbullah, Hamaney ve Esed rejimleri etrafında toplanmaya iten de ideoloji değildi.


Bu anlamda, Hizbullah, "İsrail'i ortadan kaldırmak" ve "Kudüs'te namaz kılmak" söylemlerini kullandığında, Lübnan'ın çarpık söylemler sözlüğüne yeni bir madde eklemek dışında bir şey yapmıyor.

Hizbullah, kendisini bir grup ve mezhebin siyasi ve örgütsel bir aracı olarak dünyaya sunsaydı, tartışma, zorluklarına rağmen biraz da olsa denklik kazanabilirdi.

O zaman, sınırları belirleme konusundaki uzlaşı da olduğu gibi göreceli olarak bir fiyat ve fiyatlandırmadan bahsedebilirdik.


Lübnan yaşamındaki bu boğucu ve yalancı ikilem, bir yıl önce 17 Ekim Devrimi'nin yüzleşmeye çalıştığı şeyin bir parçasıdır. Aynı zamanda başarısız olduğu hususlardan da biridir.

Mezhepler arasındaki ilişkileri normalleştirmenin, devrimin, herhangi bir devrimin gücünün yetmeyeceği bir süreç olduğu bininci kez kanıtlandı.

İdeolojik ve kutsal yalanları sürdürme ısrarının, hiç kimsenin üstesinden gelemediği bir ihtiyaç olduğu ispatlandı.

Zira fiyatlandırmanın kutsallığa ihtiyaç vardır. Kutsallık da sadece fiyatı yükseltmek için vardır.

Bu başarısızlık sebebiyle, uzun bir süre bu boğucu ve yalancı, bir o kadar da baskıcı ve yozlaşmış ikileme göre yaşamaya devam edeceğiz.

Hükümete gelince, onu kurulduğunda konuşuruz...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU