An gelir Attila İlhan ölür

Usta sanatçı Attila İlhan, 2005'te evinde geçirdiği bir kalp krizi sebebiyle 80 yaşında hayata gözlerini yumdu. İlhan; fikirleri, sözleri hatta giyimi ile kendisinden sonra gelen birçok şair ve aydını derinden etkiledi

Fotoğraf: Wikipedia

Karganın kekliğin yürüyüşünü taklit ederken yürümeyi unuttuğu zamanlarda Türk aydınının en büyük imtihanı gerçeği söyleyebilme cesareti olmuştu. 

Zor zamanlarda kimi aydınlar doğruyu söylemek için yalnızca doğru anı beklerken Attila İlhan gibi münevverler ise doğruyu ansızın söyleyebilmenin zevkini yaşayanlardandı.

Attila İlhan, daha gençliğinin ilk yıllarında sistemin arızalarını yakından görmüş ve bunları teşhir etmeyi kendisine görev addetmişti.

'Hangi Laiklik' isimli kitabında yürüyüşünü taklit ettiğimiz Fransa'nın dahi rahvan salınışını tehlikeli buluşumuzu şu sözlerle dile getirecekti; 

Fransa'ya ilk gittiğimde, ben de şaşırmıştım. 50'li yıllar Türkiye'de Mevlid'in radyolarda yayınlanıp yayınlamaması tartışılıyor; 'ilericilere göre bu irticanın yalnız hortlaması değil, neredeyse ülkeyi ele geçirmesi' demek; ne yalan söylemeli ben de öyle düşünüyordum.

Oysa Paris'te devlet radyolarının pazar sabahları kiliselerden ve katedrallerden ayinlerini naklen yayınladığını gördüm; 60'lı yıllarda ise, aynı şeyi devle televizyonu ORTF yapıyor, üstelik Katolik ayinlerine, Protestan ve Musevi ayinlerini de ekliyordu.

Düşününüz, bizde komünist bile sayılabilen bir ülkede oluyor bu, hâlbuki biz aynı 60'lı yıllarda hızlı 'ilericiler' olarak Yeşilçam filmlerinde ezan okutulmasını tartışıyorduk; zamanın 'entel' barlarında baş konu buydu; Anadolu halkı, 'ezanlı ve namazlı' filmlerle kandırılıyormuş da estek köstek…


Bir Cumhuriyet Savcısının oğlu olarak 1925 senesinde İzmir'de dünyaya gelen Attila Hamdi İlhan, makbul vatandaş tanımının tüm şartlarına sahip olmasına rağmen sistemin Türk toplumuna dayattığı tüm sapmalara karşı duracaktı.
 

atilla ilhan 2.jpg
Fotoğraf: Twitter


İlhan, bu durumun köklerini ve reddedişini 'Hangi Batı' isimli kitabında şu sözlerle dile getirecekti;

…lisede Sophokles okuduk, klâsik Türk sanat musikisine sövmeyi, divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayınladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo'dan önemsiz; Mevlana, Dane'den küçüktü; Itrî ise Bach'ın eline su dökemezdi.

Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki ikinci dünya savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk.

Stalin ve Beria da, haksız ve ahmakça istekleriyle bunu kolaylaştırdılar. Oysa bir kere yaptığımız Batılılaşmak değildi, ikincisi Batı bizim sandığımız gibi değildi, üçüncüsü Batının ulaştığı yer özenilecek bir yer değildi.


Attila İlhan'ın 'Beyaz Türk'ün tabu olarak gördüğü hemen her konuda bilinenin aksine, hatta ona aykırı bir tez ortaya sunması İlhan'ı giderek tehlikeli bir figüre dönüştürecekti.
 

atilla ilhan 5.jpg
Fotoğraf: Twitter


Sözgelimi Kemalist öğretinin bir gereği olarak Arap düşmanlığının, ana kaidelerden biri olarak sayıldığı bir ortamda Attila İlhan, Arapları ve Türkleri mazlumiyet ilkesi çerçevesinde ortak hareket etmek zorunda olan iki toplum olarak ele almaktan çekinmeyecekti.

Üstelik bunu Kemalistlerin en büyük argümanı olan 'Atatürk' imajı üzerinden açıklayacaktı; 

Bir Mustafa Kemal'in olayı ele alışına, bir de Brzezinski'nin koyuşuna bakın, hiç benzer yeri var mı? Tam tersine, Türkiye'nin Ortadoğu'ya komşusu ve yakını Arap ülkelerine, öteki İslâm ülkelerine tek kelimeyle 'mazlum milletler'e dönmesi, Atatürkçülüğe dönmesi sayılmalıdır. Zaten, Cezayir'den Libya'ya kadar birçok Arap ülkesinin Mustafa Kemal'i Üçüncü Dünya'nm ilk lideri saymaları bundan ileri gelmiyor mu?
 

atatürk 2.jpg
Fotoğraf: atam.gov.tr


2005 yılının 10 Ekim'i 11'ine bağlayan gecesinde 80 yaşında hayata gözlerini yuman; şiirlerinde 'Gözlüklü Hamdi' senaryolarında 'Ali Kaptanoğlu' eleştirilerinde 'Abbas Yolcu' arkadaşlarınınsa yalnızca 'Kaptan' olarak bildikleri Attila Hamdi İlhan geride sayısız eser ve Türk aydınına armağan bir 'duruş' bıraktı.

İlhan, bu duruşunu şöyle betimleyecekti;

Ne vakit bir yaşamak düşünsem 
Bu kurtlar sofrasında belki zor 
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden


İlk tutuklanmanın sebebi Nazım Hikmet'ti

Attila İlhan, bir Cumhuriyet savcısının oğlu olarak 15 Haziran 1925 senesinde İzmir'in Menemen ilçesinde dünyaya gelmişti. Annesi de dönemin çağdaş eğilimlerine uygun bir giyim ve düşünce dünyasına sahip bir Cumhuriyet kadınıydı.

Oğulları Attila İlhan ise henüz lise yıllarında şiirleri ile tanıştığı Nazım Hikmet'in tesiri altındaydı, ikinci sınıfta âşık olduğu kıza yazdığı mektup ortaya çıkartılınca Attila İlhan ilk defa bileklerinde kelepçeyi görecekti; çünkü sevdiği kıza yazdığı aşk mektubundaki şiirler Nazım'a aitti.

Yaklaşık iki ay hapiste kalan İlhan, hapisten çıktığında ise artık eğitim hayatına devam edemeyeceğini öğrenmesi onun için büyük bir yıkım oldu.

Attila İlhan'ın eğitim hakkı elinden alınmış, verdiği mücadele sonucu yaklaşık 3 sene sonra tekrar liseye dönebilmişti. 

Lise hayatında meydana gelen en önemli olaylardan birisi de şiir konusundaki hünerini bilen amcasının Attila İlhan'ın bir şiirini ondan habersiz CHP Şiir Armağanı Yarışmasına göndermesi oldu.
 

gençlik Atilla ilhan.jpg
Fotoğraf: Wikipedia


Attila İlhan, 'Cebbaroğlu Mehemmet' şiiri ile 1946 yılında yarışmada ikinci olmuş ve edebiyat çevresinin dikkatini çekmeyi başarmıştı.

Yarışmanın birincisi 'Otuz Beş Yaş' şiiriyle Cahit Sıtkı Tarancı olmuşsa da Attila İlhan, Tarancı'dan daha çok konuşulan isim olarak öne çıkmıştı.

İstanbul Üniversitesi'nde hukuk öğrenimine başlayan İlhan, politikaya olan ilgisini başına gelen büyük felakete rağmen kesmemişti.

1949 yılı Türk aydınının en önemli gündem maddelerinden birisi Şair Nazım Hikmet'in hapisten kurtarılarak özgürlüğüne kavuşturulmasıydı.
 

nazım hikmet hapis.jpg
Fotoğraf: Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı 


Attila İlhan henüz genç bir üniversite öğrencisi olmasına rağmen Nazım'ın özgürlüğüne kavuşması için başlatılan eylemleri organize etmek üzere Paris'e gitti. 

Yaklaşık bir yıl sonra Türk aydınları Nazım Hikmet'in özgürlüğüne kavuşması için ortaya koyulan iradeye tam destek vermiş ve sağ-sol cenahtan sayısız isim Nazım'a özgürlüğünün verilmesi için ortak bir bildiri yayımlamıştı.

Bildiride imzası olan isimlerden bazıları şöyleydi;

Halide Edip Adıvar, Mazhar Osman, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Fuat Başgil, Nadir Nadi, Sıddık Sami Onar, Ercüment Behzat Lav, Hilmi Ziya Ülken, Berna Moran, Neyzen Tevfik, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Falih Rıfkı Atay, Cahit Sıtkı Tarancı, Nurullah Ataç, Oktay Rifat…
 

atilla ilhan 4.jpg
Fotoğraf: Twitter


Paris macerası Attila İlhan açısından hem amacına ulaşmış, hem de düşünce dünyasının büyük oranda şekillenmesini sağlamıştı.

İlhan, yurda döndüğünde ise tutuklanmış ve 'Galata Rıhtımından' alınarak dönemin önemli işkencecilerinden 'Parmaksız Hamdi Bey'e götürülmüştü.

Şair, Parmaksız ile yaşadığı travmayı şiirlerine de yansıtacak 'Galata Rıhtımı' ve ansızın gelen baskınlar önemli bir imge olarak okurlarının karşısına çıkacaktı. 


Attila İlhan'ın düşünce atlası

Attila İlhan'ın düşünce atlasını oluşturan en önemli iki isim Mustafa Kemal ve Galiyev'dir. İlhan'ın bu iki isimde ortak gördüğü payda ise müstemlekeye karşı mücadele eden halkların mazlumiyet ilkesi çerçevesinde bir araya gelmesidir.

Bu paye halkların Batı karşısında İlhan'ın tanımlamasıyla soytarıca bir düşkünlüğe son verirken Şark'ın kutsallarını yeniden keşfetmeye zorlamaktadır.
 

atatürk.jpg
Fotoğraf: Twitter


İlhan; Galiyev'in tarih perspektifini teorik anlamda, Mustafa Kemal'in emperyalizmle mücadelesini ise pratik anlamda doğru yol olarak tanımlar ve Mustafa Kemal'in 1933 senesinde yaptığı bir konuşmayı bu anlamda sık sık referans olarak verir;

Şark'tan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. 

Bugün, günün ağırdığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün Şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır.

Bu milletler bütün güçlüklerine ve bütün mânilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletlerarasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı hâkim olacaktır.


Atatürk'ü 'Gardırop Kemalizm'inden kurtarmak isteyen İlhan, Paşa'nın haksız bir yüceltilmeyle halktan kopartılarak burjuvanın tekelinde bir puta dönüştürüldüğünü düşünüyordu.

Üstelik bu eğilimi yalnızca CHP'nin bir günahı olarak görmüyor, Demokrat Parti'nin de bu suçta parmağı olduğunu şu sözlerle tespit ediyordu;

Çoğu toplumcu aydınlar Mustafa Kemal'i bir 'küçük burjuva paşası' saymak eğilimde idi… bu çekingenlikte devrim ve kurtuluşun tek parti diktasınca benimsenen 'resmi' ve (niye saklamalı) faşizan yorumunun elbet etkisi vardı…

Mustafa Kemal zararsız bir puttu, her yere heykelleri dikilir, döviz olarak etkisini yitirmiş bazı beylik sözleri meydanlara çekilir; ama hiç kimse, hiçbir yerde yaptığı devrimi gerçek yerine oturtmaya o kadar zengin ve keskin çizgili söylev ve demeçlerini ele alıp sistemleştirmeye çalışmazdı.

Demokrat Parti iktidarı da bu yürekler acısı 'Atam sen ölmedin' Atatürkçülüğünü son uçlarına kadar götürdü… Atatürk'e böyle uzak duruş, bir kere olaylara tarih gözüyle bakmaya alışmadıklarından, bir de iç sorunlarımıza Tanzimat'tan süregelen bir alışkanlığa uyarak ille 'dışarıdan' çözüm aramalarından doğmakta idi.


Attila İlhan Atatürkçüydü; ama Kemalistleri yerden yere vuruyordu; Batı'yı beğeniyordu; ama Alafrangalığı eleştiriyordu; Atatürk'ün tarih şuurunu elzem görüyordu; ama 1930 ve 40'lardaki dil kültür girişimlerini tehlikeli buluyordu.

İlhan'a göre Selçuklu ve Osmanlı'nın bin yıllık tecrübesini yok saymak veya görmezden gelmek ihanetti. 
 

atilla ilhan.jpeg
Fotoğraf: Biyografya


Attila İlhan'ın şairliği

Attila İlhan, Garip Hareketi ve İkinci Yenilerin ortaya çıkarttığı şiir anlayışının karşısında durmuştu. Ona göre şiirin toplumcu bir yanı olması gerekirdi.

Mavi Hareket olarak anılacak çalışmalarında bu düşüncelerini dile getirmiş ve şiirlerini de bu çerçevede ele almıştı. Hasan Bülent Kahraman, İlhan'ın şiirini ve yaşadığı dönüşümleri şöyle tespit ediyordu;

1940-50 arasının şiiri daha çok Nazım Hikmetçi bir duyarlılıkla belirlenir. Aslında orada da biraz kuşkulu davranmakta yarar var. Çünkü Duvar, belki adıyla dahi oraya bir göndermede bulunmaktadır; ama özellikle halk şiiri duyarlılığına yaslanmasıyla 1940 şairlerinin ikinci öbeğine bir yanıt gibidir. Bunda, şairin yaşının henüz oldukça genç olması ve şiir kaynaklarına yeterince yönelememesinin payı büyüktür.

Gene de birçok yerde söylendiği gibi farklı bir duyarlılık oluşturma, bunu da kent tabanına yaslanarak yapma tutkusu göze çarpmaktadır. 1940-50 arası şiirin bu temel izleğini oluşturan kaynaklardan birisi bana kalırsa Abbas Yolcu kitabının dili ve anlatımıdır.

Orada İlhan'ın sonradan kesinkes terk edeceği bir üslup geliştirilmiştir ki, bu, o dönemdeki ve sonraki temel bakış açılarım göstermesi yönünden önemlidir. Bununla birlikte gene çok ilginç denebilecek bir saptamayı bizzat İlhan'ın kendisi yapar ve Sisler Bulvarında, yer alan 'Şahane Serseri' şiirinin yazılma koşullarım anlatırken, şiirindeki Abbas Yolcu yazılarının Varlık dergisine gönderildiği sıralarda oluşturulduğunu söyler.

Bu ilginç bir iç içe geçişi göstermektedir. Nitekim, gene aynı kitabın sonunda yer alan 'meraklısı için nokta' bölümünde, şair, kitaptaki toplumcu şiirlerini savunur. Hatta daha ileri giderek denediği halk şiirine yaslanma edimini öne çıkarır:

'Kitap, bin toplumcu sütlerini savunur. Hatta daha da ileri giderek denediği memleket gerçeklerini toplumcu açıdan hem de halk şiiri deyişiyle pekâlâ ele alıyordu ama o dönemin eleştiricileri ozanı karalamak için bunu ısrarla görmezden geldi...


Attila İlhan'ın varlık gösterdiği alanlar oldukça çeşitliydi. Şiir ve romanın dışında tarih kitapları yazıyor, köşe yazısı yayımlıyordu.
 


Belki de en ilginç uğraşlarından birisi de sinemaydı. Attila İlhan bu uğraşını "Biz görsel formasyonun çocuklarıydık" şeklinde açıklıyor. 

Sinema dünyasına girişi önemli yönetmenlerden Metin Erksan ile kurduğu yakın dostluk sayesinde gerçekleşmişti. Kartallar Yüksek Uçar, Şoför Nebahat ve Ver Elini İstanbul gibi yapıtlar Attila İlhan imzasını taşıyordu.
 


Usta sanatçı Attila İlhan 2005 yılında evinde geçirdiği bir kalp krizi sebebiyle 80 yaşında hayata gözlerini yumdu. Attila İlhan ardında sayısız eser bıraktı.

İlhan; fikirleri, sözleri hatta giyimi ile kendisinden sonra gelen birçok şair ve aydını derin bir şekilde etkilemeyi başarmıştı. 'An Gelir' isimli şiirinde İlhan, kendi ölümünü de şu sözlerle tanımlamıştı;

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU