İlk kez Erdoğan'a yakın bürokratlardan biri hatıra kitabı yazdı: Kemal Öztürk, "Ortak Bir Hayal Kurmak" ile AA günlerini anlattı

Anadolu Ajansı'nın eski genel müdürü Kemal Öztürk o günleri kitaplaştırdı. Öztürk Independent Türkçe'ye kurdukları ''Ortak hayali'' anlattı

Kemal Öztürk, muhabir olarak başladığı mesleğinde belgesel yapımcılığı, köşe yazarlığı TBMM Başkanı, Başbakan Basın Danışmanlığı ve AA Genel Müdürlüğü yaptı / Fotoğraf: Independent Türkçe

NEDEN KEMAL ÖZTÜRK

İstanbul'da bir gazeteciyken TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın danışmanı olarak Ankara'ya gitti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın basın danışmanlığını yaptı. 2011'de Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü'ne atandı, 3 yıl  boyunca ajansı yönetti. TRT Genel Müdürü olması beklenirken kısa süre içinde istifa etti ve İstanbul'a döndü. Gazeteci Kemal Öztürk, Anadolu Ajansı günlerini 'Ortak Bir Hayal Kurmak" ismiyle kitaplaştırdı. O ve ekibinin amacı AA'yı dünyanın en etkili ilk 5 haber ajansı arasına sokmaktı. Bu hayali anlatan kitap aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın çevresinden biri tarafından yazılan ilk hatıra olarak da öne çıkıyor. Öztürk'le bugünlerde ikinci baskıyı yapan kitabını ve Anadolu Ajansı çerçevesinde şekillenen "Ortak hayali" konuştuk…


Bu kitabın hikayesi nedir, neden yazdınız?

Göreve başladığımızda Arap Baharı'nın zirve zamanlarıydı. Türkiye, Ortadoğu'da bölgesel güç olma niyetindeydi, 'Biz de soft power olarak bunun bir parçası olmalıyız' dedik… Bize böyle bir misyon verilmedi ama benim gibi politik kişilikler böyle pozisyonlar alır. 

''Başbakan Erdoğan'ın konuşmalarını Arapça'ya çevirip Ortadoğu'daki gazetelere kim servis ediyor'' diye bir soru sormuştum. AA'daki arkadaşlar ''Biz yapmıyoruz'' dediler. Başbakan Danışmanlığı'ndan geliyorum, biz de yapmıyorduk. Basın İlan Kurumu da yapmıyordu. Sonra gördük ki Türkiye, Hüsnü Mübarek rejimine ayar veriyor ama bunu Arapça'ya çevirip oradaki gazetelere satan AFP, AP ya da Reuters. Onlar bize cevap verdiğinde o cevapları da Türkçe'ye çevirip bize satan da aynı ajanslar. Şaşkınlık içinde kaldım ama kendime 'Bu güne kadar neden bu soruyu sormadım' diye de kızdım. 

Daha da vahimi şu; Halep bizim sınırımıza 30 kilometre. Orada bir olay olduğu zaman o olayı da biz İngiltere, Fransa, ABD üzerinden öğreniyorduk. 'O zaman biz yapalım' dedik. Ama nasıl yapacağımızı bilmiyoruz, hiçbirimizin uluslararası ajans tecrübesi yoktu.

Kavruk yüzlü çocuklar, muhafazakarlar, Beyaz Türkler, solcular... Hepsi 'Ortak bir hayalde' buluştu 

Kitabınızda "Bu hayali kavruk yüzlü Anadolu çocukları kurdu" diyorsunuz. O çocuklar bunu nasıl yaptı?

İki yolumuz vardı; ya Al Jazeera yöntemini kullanacaktık. Al Jazeera, Ingilizce yayınlara başladığında BBC'den 200 kişi transfer etti. Ya biz de buna benzer bir yol seçecektik ya da oturup bu sistemi kendimiz kuracaktık. Kendimiz yapacağız ama Türkiye'de Arapça haber yazan insanları parmakla sayıyoruz; 4 ya da 5 kişi çıkıyor. Turan Kışlakçı'yı transfer ettik ve Arapça departmanını kurduk. İngilizce desen keza öyle, Fransızca, Rusça haber yazan kişi neredeyse hiç yok ama bu sorunları yabancı ajanslardan transferle çözme yoluna gitmedik. Daha zor yolu seçtik ve ekip ve sistem kurmaya karar verdik.

"Türkiye'nin sesini dünyaya duyuracak ve dünyanın en iyi ilk 5 ajansı arasına gireceğiz" diye bir hedefimiz vardı. Çalışanlarımızın beyin takımının tamamı Anadolu'nun kavruk yüzlü çocuklarıydı. Bunların içinde her görüşten insan da var ama "Beyaz Türk" daha az. Tabii "Beyaz Türkler", solcular da vardı ve bizi ortak bir hayalde buluşturdu bu hikaye. Hepimiz gerçekten dünyanın en büyük 5 ajansından biri olacağımıza inandık. Hikaye bunu anlatıyor.

 

1.jpeg
İkinci baskısını yapan kitap Yarın Yayınları'ndan çıktı

 

Muhafazakar medya çok kompleksli, kimse gazeteci yetiştirmiyor, yetişenleri ayağından tutup çekiyorlar

Kitabın girişinde gazeteciliğe ilk başladığınızda yaşadığınız zorlukları, mesleği el yordamıyla öğrendiğinizi, kimsenin size yardımcı olmadığınızı anlatıyorsunuz. Muhafazakar meşhur gazetecilere bakıyoruz yetiştirdikleri bir kişi bile yok ama Mehmet Ali Birand'ın onlarca var. Bu muhafazakar medya ve mensupları için ciddi bir sorun değil mi?

Çok ciddi bir sorun. Gazeteciliğe 1995'te Yeni Şafak'ta başladım ve acısını çok çektim. Hikaye de öyle başlıyor. Kanal 7'ye geçtiğimde aynı sıkıntıları yaşadım. O yüzden usta-çırak ilişkisini ajansta yeniden inşa ettim. Bir kişi akademide göreve başladığında oradaki ustalardan eğitim almak zorundaydı. Başarı gösterip kadroya girdikten sonra yardımcı muhabir olarak bir baş muhabirin yanında çırak oluyordu, onun tedrisinden geçmek zorundaydı. Yardımcı muhabirler terfi edeceği zaman başmuhabirlerin puanıyla terfi edebiliyordu. Dolayısıyla o usta-çırak ilişkisini hiyerarşik, bilimsel bir insan kaynakları modeline de dönüştürdük ve bunda da olabildiğince verim elde ettik. Bizim meslek usta-çırak ilişkisine çok uygun ama muhafazakar camiada neden bir kişiyi alıp elinden tutup yetiştirmezler bilmiyorum. Hatta kendi çabalarıyla bir yere gelen bir çocuğun ayağından tutup neden çekerler onu da bilmiyorum. Bir gencin parlamasına müsade etmezler onu da bilmiyorum. Çok kompleksli bir şey. Biz akademili çocukları bin 500 kişi arasından seçiyorduk. Hepsi iyi eğitimliydi. 50'sine eğitim veriyor başarılı olanları kadroya alıyorduk. Seçme bir kadroydu. Herkes bu çocuklara da ajansta önce direndi. "Çok havalılar", "İşi bilmiyorlar" gibi eleştiriler… E bilmiyor tabi, burada öğrenecek. Ama ben çok zorladım ve bir süre sonra herkes bunu kabullendi. Ayrıldıktan bir süre sonra onlara diş bileyenler çocukları biraz hırpaladı. İngilizce haber yazan bir çocuk Türkçe haber yazmaya gönderildi. Muhafazakar camia bırakın insan yetiştirmeyi, yetişen insanın istihdam sorununu çok yaşıyor. Geleceği parlak çocukların önünü açmıyor. Bu çok kötü bir şey. O yüzden muhafazakar medya dediğimiz, her neyse bu artık, çok kötü durumda. 

Bir de "Piyasa verileri Reuters üzerinden gitmesin artık AA versin" diye bir karar almışsınız ama bu da maliye bürokrasisi tarafından dirençle karşılaşmış. Bu stratejik de bir şey. Bir Türk bürokrat böyle bir şeye neden direnir ki?

Reuters, 25-30 yıl önce bankaların Merkez Bankası'ndan döviz alım satımını yöneten döviz kotasyon sistemi programı kurdu. Merkez Bankası'na ve diğer bankalara bu sistemi dağıttı. Bankalar tekliflerini bu sistem üzerinden giriyor ama sistem Reuters'in. Böyle bir şey olduğunu orada çalışan ve bizim transfer ettiğimiz bir çocuk sayesinde öğrendik. O zaman Ekonomi Bakanı Ali Babacan'dı. Bu durumu Ali Babacan'a anlattım. "Böyle bir sorun var aslında bu bir güvenlik sorunu" dedim. Sonra gidip Merkez Bankası'na anlattım. "Eğer böyle bir sistem kurarsanız biz sizin sisteminizi kullanırız" dediler. Ama biz 100 yıl gerideyiz ve veri yayıncılığı Reuters'in işi. Dünyada tekel. Bir yerden başlamak gerekiyordu. Merkez Bankası ya da TÜİK'in verileri o güne kadar sadece Reuters'te yayınlanıyordu. Döviz kotasyon sistemini hemen yapmak mümkün olmayabilir ama veri yayıncılığını yakalayabiliriz diye başladık. 

Tuhaf bir şekilde Merkez Bankası bürokrasisi buna direndi. Sağ olsun Erdem Başçı irade koydu ve ortak bir ekip kurarak bu sistemi başlattık. Sonra TÜİK direndi. Diyelim ki işsizlik verileri saat 14:00'da açıklanacak. Saat 13:30'da bu veriler Reuters'a ambargolu olarak veriliyor. Çünkü İngilizce'ye çevriliyordu, bir çevirme süresi veriyorlardı onlara. Saat 14:00'da dünya medyasına Reuters dağıtıyordu. Ama bu bir risk. Reuters aynı zamanda bir danışmanlık şirketinin parçası. Diyelim ki işsizlik verisi yüzde 12.3 çıkmış, bu piyasada bir hareketlilik yapar adam bunu yayınlamıyor ama danışanlarına bu bilgiyi geçtiğinde büyük spekülasyonlar olur. TÜİK'i uyardım ama kabullenmediler. Bir gün Reuters bu verileri 15 dakika önce kazayla yayınladı ve piyasada çok büyük bir işlem hacmi oldu. TÜİK o zaman kabul etti. Verileri bize verdi ve biz yabancı dillere çevirdik. Bugün hala döviz kotasyon sistemi Reuters tarafından kurulan sistemle işletiliyor bu kırmak için 30 milyon dolar civarında bütçeye ihtiyacımız vardı ama onu alamadık. Sistem öyle kaldı maalesef.

'İyi ki' ve 'keşke'leri...

Genel Müdürlüğünüz sırasında "Keşke bunu yapmasaydım" dediğiniz ne vardı?

Gezi olaylarında kişisel Twitter hesabımdan çok agresif mesajlar paylaştım. Evet, ben Gezi'de taraftım bu vandalizme karşı çıkıyordum ama aynı zamanda bir ajans başkanıydım. Bu, ajansın marka değerine zarar verecek bir konuydu. Ama olayın sıcaklığı, Mısır'daki darbenin oluşturduğu hava nedeniyle agresif mesajlar paylaştım. Sonra bunun yanlışlığını anlayıp hesabı kapattım. Benim ajans dönemindeki hatalarımdan biri bu. Bir de belki ajans içinde daha kuvvetli bir iç denetim mekanizması kurmamız gerekiyordu. Ona vaktimiz yetmiyordu, çok hızlı ilerlememiz gerekiyordu. Ne kadar tanırsanız tanıyın, özellikle kurum yöneticilerini ikinci bir denetimden geçirmek gerekiyordu. Sonradan benim TRT Genel Müdürü olacağım duyulunca o arkadaşlarımızın ajans başkanı olmak için yaptığı manevralardan kurum çok zarar gördü. 

"İyi ki bunu yaptım" dedikleriniz ne?

Birincisi Haber Akademisi. İyi ki onu kurduk. Akademi o kadar güçlendi ki 20'ye yakın ülkeden gazeteciler geldi ve yetiştirdik. Hayati fonksiyon gördü. Objektif ve hızlı gazeteciler yetişti. Diğeri ise Editör Masası'nı kurmak… Editör Masası kurumun iç işleyişinde bize açık iletişim sağladı. Editör Masası'nda her sabah yöneticiler olarak toplanıyorduk ama muhabir ve şoföre kadar herkesin izleyeceği bir mekanizma da kurmuştuk. Kurum nereye gidiyor, hedefleri ne, sıkıntıları ne bunları da konuşuyorduk. Aynı zamanda bakanların konuk olduğu ve editörlerin soru sorabildiği bir mekanizmaydı. Bugün hala işliyor. Akademi çok zayıflamasına rağmen savunma ve savaş muhabiri yetiştiriyor. 

 

IMG_1154.jpg
Fotoğraf: Independent Türkçe

 

AA, Gezi'de tarafsız davrandı

Gezi olayları sırasında camideki bira kutusu fotoğrafının mizansen olabileceği gerekçesiyle ajans tarafından yayınlanmadığını anlattınız. Daha sonra o fotoğraf Cihan ve Zaman'da yayınlandı. O fotoğrafları görünce ne düşündünüz?

Şimdi geriye dönüp bakanlar ajansı Gezi olayları nedeniyle eleştiriyor fakat açık yüreklilikle söylüyorum; Gezi'de kurum son derece tarafsız davranmaya davrandı. Tabii ki devletin ajansıydı ama yalan haber yapmadık, spekülasyon yapmadık, toplumu tahrik edecek şeyler yapmadık. Özellikle dile çok dikkat ettik. Önümüze gelen o fotoğrafı yayınlamayı kabul etmedik. Şüphelendiğimiz için yayınlamadık. Ama o fotoğraf yayınlandı ve herkes bizden zannetti. Sonradan öğreniyoruz ki Gezi'yi tahrik eden FETÖ'cü polislerdi ve Cihan Haber Ajansı bunu olabildiğince köpürttü. Bir infial oluştu, o infial sokak şiddetine dönüştü. İnsanlar hayatını kaybetti. Ama ajans o dönem sağlıklı bir politika izledi. 

Resmi ajans da olsak mesleğimizin hakkını verdik

Devletin resmi ajansı gerçek bir gazetecilik yapabilir mi?

Bu devlet medyasının en önemli tartışma konularından birisi. Biz Arapça yayınlara başladığımızda Ortadoğu turuna çıkmıştım. Fas ve Tunus'tan başlamıştım. Bu soru oradaki basın toplantılarında bana çok sorulmuştu. Sonradan o gazetecilere ben de sorular sordum. Nerede çalıştıklarını, nerede eğitim aldıklarını öğrendim. Çoğu AFP kökenli çıktı. Bir kısmı BBC çalışanıydı. O zaman "AFP ve BBC de devlet kurumları. Siz ne kadar objektif olduğunuza inanıyorsanız biz de o kadar olacağız" dedim. Otoriter devletlerin haber ajansları gibi örtme, perdeleme, manüplasyon, yalan haber yapıyorsa doğru değil. Çin'in, İran'ın, Suriye'nin ajansları böyle ama AA'nın devraldığı kritik bir miras vardı. "AA yazıyorsa doğrudur" derlerdi. Ona leke gelmemesi için maksimum düzeyde hassasiyet gösterdik. Mısır'da darbe olmuş, biz ülke olarak tarafız ama bir tane tekzip haber yemedik. Haberlerin hepsi gerçekti. Türkiye'de tekzip aldığımız haber sıfırdır. Evet, resmi ajanslar da gerçek bir gazetecilik yapabilir. Bu biraz siyasilerle ajansı yönetenler arasındaki ilişkiye bağlı. Benim şansım hem Recep Tayyip Erdoğan'ın hem de Bülent Arınç'ın danışmanlığını yapmış olmamdı. Dolayısıyla ilişkilerim iyidi ve baskı ya da zorlamayla karşılaşmıyorduk ve mesleğimizi hakkıyla yaptık. 

AA seçim sonuçlarını sizin dönemizde yayınlamaya başladı, tartışmalara da neden oldu. Bunun hikayesi nedir?

17-25 Aralık yargı darbesi girişiminden birkaç ay sonra seçimler olacaktı. O darbe girişimi devlet içinde büyük bir kırılmaya yol açtı. O tarihe kadar AA seçim sonucunu hiç vermemişti, öyle bir tecrübesi ya da alt yapısı yoktu. O gün biz Başbakan Erdoğan'la seçim sonuçlarını verme konusunu konuştuk. Daha önce konuşulmuş ama üzerine hiç düşülmemişti. 4 ay gibi kısa bir sürede yazılım hazırlanacak, insan kaynağı temin edilecek, teknik cihazlar alınacak, veri merkezi kurulacak… Biz burada madalya bekliyorduk. Seçim gecesi FETÖ, RedHack isimli uluslararası hacker ağı aracılığıyla ajansa siber saldırı yaptı. Bu saldırı ajans tarihinin en korkunç saldırılarından biriydi. Ama seçimden önce hazırlıklarımızı yaptık. Genelde 3 yedek yapılır biz 6 yedek yapmıştık. Yayınlarımız yavaşlamasına rağmen durmadı. Ben o gece AK Parti'ye gittim diye -ki gidip gelmem 15 dakika sürmüştü- hakkımda soru önergeleri, basın toplantıları yapıldı. 

YSK Başkanı'na, 'Sistemi size verelim' dedim

Ajansın seçim sonuçlarını etkileme yeteneği var mı?

Türkiye'deki seçimleri Yüksek Seçim Kurulu istemediği sürece dışarıdan hiçbir ajans ya da kurum etkileyemez. Siz ajans olarak ister bir partiyi önde gösterin, ister yavaş verin, ister hızlı verin asla etkileyemez. CHP'nin basın toplatında "Ajans AK Parti'yi önde gösteriyor bu nedenle bizim sandık müşahitlerimiz psikolojik olarak bundan etkilenip sandıkları terk ediyor" denildi. Ben böyle söylemeye utanırım. AA'nın veri yayınlaması sandık sonucunu etkileyemez. Sıfır ihtimal. Yayını durdurabilirsiniz ama maliyetini 31 Mart'ta gördük. Ajansın marka değerine verilmiş en büyük zarar oldu ve AK Parti'nin İstanbul'u daha yüksek farkla kaybetmesine neden oldu. Yayını durdursa da bir şey yapamadığı ortada.  Bu tartışmaların ardından ajansın yıpranacağını düşündüğüm için YSK başkanına "Bu çok yüksek bir teknoloji. Bunu size hediye edelim medyaya siz satın. Biz çıkmak istiyoruz" dedim. Ajansı yıpratmanın manası yok. Hem de onlar için verileri girmek çok daha kolay. 

O gün AK Parti Genel Merkezi'ne gitmenizi bir hata olarak değerlendiriyor musunuz?

Ben böyle bir tartışma olduğunu kestiremedim. Zaten yıllarca orada çalışmışım, hepsi arkadaşım. Seçim sandıkları daha açılmamıştı. Arkadaşlarımı ziyaret edip çıkmıştım. Sonradan CHP Genel Merkezi'ne de gitmek istedim çünkü onlar da bizim abonemizdi. Ama tuhaf karşılarlar diye gitmedim. Bu kadar tartışılacağını bilmiyordum ama gerçekten gereksiz bir tartışma.

AA, İBB seçimlerinde çok yıprandı

Son seçimlerde ajansın veri yayınlamayı durdurması seçim sonucu kadar konuşuldu. Neden böyle bir şey yapılmış olabilir?

Bütün Türkiye'deki veriler yayınlanırken sadece Istanbul verilerini yayınlamamak tabii ki tartışama konusu olur. İnsanların tepki göstermesi normal. Ajans açıklamasında sahadan veri alamadıkları için yayını durdurduklarını söylendi ama bu krizi daha iyi yönetebilirlerdi. Ajans çok hırpalandı. Şimdi bu nedenle insanlar bana tepki gösteriyor. Benim dönemim değil ki? Edison elektriği buldu, bir başkası gidip o elektriği işkence yapmak için kullandı diye bu Edison'un suçu mu? Ajansın verileri durdurarak seçim sonuçlarını etkilemek istemedi. Böyle bir niyeti olamaz. Onlar da yayının durmasıyla seçim sonucunun etkilenmeyeceğini biliyorlar. 

En azından ''Ekrem İmamoğlu'nun kazandığını insanlar AA'dan öğrenmesin'' diye düşünmüş olabilirler mi?

Olmaz öyle şey. Ekrem İmamoğlu'nun basın toplantısını bile yayınladılar. Böyle bir insan ajansta olmaz. Varsa da büyük hata. Ama şunu kabul ediyorum, bir gün boyunca yayının sadece İstanbul'da durması kabul edilebilir değil. Ajans kesinlikle seçim sonuçlarını artık yayınlamamalı. Devletin en önemli kurumlarından biri yıpratmamak gerekiyor.

O gün genel müdür siz olsaydınız ne yapardınız?

Çok hızlı açıklama yapardım. 30 Mart'ta veri yavaşladığında hemen yazılı açıklama yaptık ve siber saldırıya uğradığımızı insanlara söyledik. Ajansın hızlı ve sağlıklı açıklamalar yapması, ekran önünde görünmesi lazımdı. 

Herkes TRT Genel Müdürü olmanızı bekliyordu, ama TRT'den sorumlu Bülent Arınç ki çok güçlü bir ilişkiniz var, dönemin TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'le kameraların karşısına geçti. O bir bürokrat için ne demek?

30 Mart seçimleri ajans için başarıydı. Erdoğan bundan çok memnun kalmıştı. Ajansta çok güzel şeyler oluyordu. Kurum iyi duruma gelince Tayyip Bey beni çağırdı ve "Burada yaptıklarını TRT'de yapacaksın" dedi. Allah da şahit uçmadım. TRT zor bir yer, parası çok bir yer. İnsan kaynağı karşık. Anayasal bir kurum. Ajans da bir yandan pik noktada ve bir değişim olursa sıkışır. Bunları Erdoğan'a anlattım ama "Ajansa senin istediğin birini koyarız devam eder" dedi. Bunu eşim dahil kimseye söylemedim ama bir gün Taraf gazetesinde "Kemal Öztürk TRT Genel Müdürü oluyor" diye manşet oldu. Sonra bu haber yayıldı. Nasıl yayıldı, kimden sızdı hala bilmiyorum. Bir gazeteci grubu "TRT'de neler yapacaksınız" diye sorduğunda, "İki şey yapacağım; FETÖ'yü temizleyeceğim ve dış yapımlara harcanan paraları kısıtlayacağım" dedim. Bunlar çok büyük yankı oluşturdu. Sonra da benim atanmam bir türlü olmadı. Bülent Bey, İbrahim Şahin'le basın toplantısı yaptığında Bülent Bey'in gönlünün benim ajansta kalmam yönünde olduğu anlaşıldı. Görevden de affımı istedim ama iki kurum da yıprandı. Hem AA'da hem TRT'de insicam bozuldu. İbrahim Bey gitti ama ben kurumda kaldım. 4-5 ay sonra bakanlar değişince görevden ayrıldım.

'Altın bürokratlıktan' banka sırasına...

Neden gelip "Sen ajansta kal, atamanı yapmayacağız" demiyorlar da böyle bir mesaj vermek lüzumunu hissediyorlar?

Bilemiyorum, biz bu konuyu bir daha hiç konuşmadık. Ne ben sordum ne onlar açıkladı. Siyasette olur böyle şeyler. "Altın bürokrat" iken birden istifa etmek zorunda kalabiliyorsunuz. 

O nasıl bir şey? Önemli bir makamlardayken bir bakanla ters düştüğünüz için görevden ayrılıyorsunuz, İstanbul'a geliyorsunuz. Daha öncesinde korumalar, makam araçları, devletin zirvesiyle  görüşmeler yaparken spot ışıkları birden kesiliyor. Nasıl oluyor o?

Nasıl olduğunu çok merak ettiğim için istifa ettim. İstifa edeceğim zaman bana farklı görevler vermek istediler. Mesela İbrahim Şahin Samsun Valisi yapıldı. "Ben görevden alınmıyorum ki sizden başka görev isteyeyim" dedim. Bağımsız kalmak istiyordum. Devlet bürokrasisi benim ruhuma çok uygun değil. Zaten Başbakanlıktan da o yüzden ayrılmıştım. Görevleri kabul etmeyip İstanbul'a geldim. 2 bin 500 kişiyi yönetiyordunuz birden arabanızı kendiniz sürüyorsunuz, bankaya kendiniz gidiyorsunuz, kuyruğa giriyorsunuz… Değişik bir duyguydu. Birçok siyasetçi ya da eski bakan bu yüzden çok bunalımlar yaşamıştır. Ben kendimi hep buna şartladığım için çok etkilenmedim. Sanırım beni depresyondan kurtaran şey kızım olmuştur. Diğer iki çocuğum kargaşa içinde büyüdüler küçük çocuk beni çok meşgul etti. 5 yıl Yeni Şafak'ta yazarlık yaptım ve bağımsız olmaktan da çok mutluluk duydum. Bizim telefonlarımız 24 saat kapatılamaz. Bazen kalktığımızda nerede uyandığımızı fark edemiyorduk, "Hangi ülkedeyiz" diyorduk. O hayat gerçekten yıpratıcı. İnsanlara cazip geliyor ama ailenizden kopuk, kişisel özgürlüğünüz yok. Sigara bile içseniz gizli içmeniz gerekiyor. Tuhaf bir hayat ama oralardan geldikten sonra normal hayata alışmak için bir rehabilitasyona ihtiyaç var. Herkesin başarabileceği bir şey değil. 

Hedef ilk 5 ajans arasında olmaktı. Şimdi dışarıdan biri olarak bakınca ne görüyorsunuz?

Seçim gecesi kurumun bu kadar hırpalanması beni çok üzdü. Elinizin bağlanıp çocuğunuzun gözünüzün önünde dövülmesi gibi hissettim. Ama elimden bir şey de gelmiyordu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kurum biraz daha içeriye döndü. Uluslararası ofisleri azalttı, yabancı dil yayınları azaldı. 100. Yıl hedefi kaldırıldı. 2020'de ilk 5 ajans içinde olması gerekiyordu. Yine de dünyada etkin bir ajans. Fotoğraflar New York Times'tan tutun Le Figaro'ya kadar birçok ülkede yayınlanıyor. Ama uluslararası etkimiz azaldı. Gönül, 100. yılında ajansı dünyanın en saygın ajanslarından biri olarak görmek isterdi.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU