Beklenen sürprizler ve zor kararlar

İçinde bulunduğumuz Ağustos ayı iki büyük gelişmeye; Beyrut limanındaki patlamaya ve BAE ile İsrail arasında ABD himayesinde bir anlaşma imzalanmasına tanık oldu

Beyrut limanındaki patlamanın etkileri (AFP)

2020 yılı yazı, Arap dünyasında ‘beklenen sürprizler’ mevsimi oldu. Sadece Ağustos ayında, Beyrut limanındaki büyük patlamayla şok olduk. Bölgedeki ve Lübnan içindeki koşullar, adeta patlayıcıların yanına konulan barut fıçılarıydı. Bu da kaçınılmaz olarak bir patlamayla sona erecekti ve bu beklenen bir sürprizdi. Bu konuda daha sonra detaylı ve konuya tam açıklık gerektiren bir makale kaleme alacağım.

Yine Ağustos ayının ortalarında Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki patlamanın öncesinde Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail ile ABD’nin himayesinde aralarındaki ilişkileri normalleştirmek için anlaşmaya vardığı açıklandı. Buna İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun işgal altındaki Filistin topraklarını İsrail egemenliğine katma kararını askıya alması eşlik etti. Körfez bölgesinde, Arap-İsrail ilişkilerinde yeni bir resmi ve kamusal gelişmeyi yansıtan anlaşmanın duyurusu, aynı ay içinde ikinci beklenen sürpriz oldu. Bu, garip veya olağan dışı bir gelişme değildi, üstelik beklenen bir gelişmeydi.

Daha önce de İsrail ile Umman ve Bahreyn gibi çok sayıda Arap ve Körfez ülkesi arasında birtakım temaslar vardı. BAE de İsrail havaalanları aracılığıyla Filistinlilere yardımlar gönderiyordu. BAE’li yetkililer daha önce, Arap ülkelerinin İsrail'e yönelik boykotunun metodolojisini yeni bir etkileşim metodolojisi ile değiştirmenin yanı sıra genel olarak Arap ülkelerinin çıkarları için Arap-İsrail çatışmasının ve İsrail’in Arap topraklarına yönelik işgallerinin sona ermesinin başta, başkenti Doğu Kudüs olan 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin Devleti kurulması ve Filistinli mülteciler sorununun çözümü olmak üzere Arapların haklarının korunmasının zamanının geldiğini belirtmişlerdi.

Öncelikle ‘Yüzyılın Anlaşması’ olarak adlandırılan Trump planının destekçisi olmadığımı ve İsrail'in tutumunda veya uygulamalarında herhangi bir değişikliğe tanık olacağımız konusunda iyimser düşünmediğimi bir kez daha yinelemeliyim. Zira, özellikle yıllardır İsrail ile yapılan müzakere deneyimlerinde gördüğümüz üzere İsrail, baskı altındaki jeopolitik koşullar dışında barış sürecini ilerletmediğini kanıtladı. Bununla birlikte İsrail, Ekim 1973 savaşının ardından, güç dengesi kendi çıkarına olduğunda, daima Arapları bölmeye ve onlarla tek olarak temas kurmaya çalıştı. Karşıdan gelen olumlu bir adıma aynı şekilde karşılık vermedi. Arapların işgal altındaki Arap topraklarından çekilmesi karşılığında İsrail ile kapsamlı bir barış yapmaya ve normalleşmeye hazır olduğunu yansıtan 2002 yılındaki Arap Birliği (AL) zirvesinden çıkan barış girişimini görmezden gelmesi bunun en büyük kanıtıdır.

Bununla birlikte özellikle Netanyahu’nun ilhakı, ABD'nin bu konudaki çekincesinin uluslararası hukuka aykırı olmasından ziyade zamanlamasına ilişkin olduğuna eminim olmak için ertelendiği ve ilhak planının halen yürürlükte olduğunu vurguladığı açıklamasının ardından İsrail'in BAE'ye verdiği sözlere bağlılığı konusunda da iyimser değilim. Dolayısıyla İsrail'in işgal altındaki Arap topraklarından çekilmesinden, bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması ya da en azından bu konuda bir anlaşmaya varılmasından sonra Arap normalleşmesi adımlarının atılmasını tercih ederdim. Halen de bunu tercih ediyorum.

Filistinli kardeşlerimin bir süredir kapılarında olan yeni gelişmelerden ne kadar rahatsız olduklarını net bir şekilde anlayabiliyorum. Ancak, kınamak ve üzülmek, çatışmayı bir Arap kavgasına dönüştürmek, ne Arapların haklarına fayda veya bir katkı sağlar, ne de İsrailli işgalcileri utandırır. Bu durum sadece, İsrail’in ihlalleri yerine Araplar arasındaki anlaşmazlıkları ortaya çıkarır. BAE’nin yeni adımı, sonuç olarak, ilgili riskler çerçevesinde birçok bölgesel ve uluslararası hususla uyumunun değerlendirilmesinin ardından alınan resmi egemen bir karardır. Tercih ettiğimiz bir seçenek olmasa da, bu karara saygı duymalıyız.

Arap devletleri ve tarafları arasında faydasız suçlamalarda bulunma ve hatta karşılıklı tebrikleşmelerde abartılı davranmanın ne yeri ne de zamanı olmadığını düşünüyorum. Filistin tarafı ve Arap dünyasının 2002 Arap Barış Girişimi'nin temel kavramsal yapısını koruyarak önümüzdeki aylar için bir eylem planı geliştirmesinin daha iyi olacağına inanıyorum. Çünkü Arap-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi ancak kapsamlı bir çözümün sonucu olacaktır.

Bu da ancak aşağıdaki yollar izlendiğinde sağlanabilir:

1 - Araplar, Arap topraklarının işgalinin sona ermesi karşılığında İsrail ile normal ilişkilerin kurulacağı ilkesini desteklemeliler.

2 - Bu bağlamda, Filistin tarafı, ABD ve İsrail seçimlerinden sonra mevcut koşulların değişmesi halinde İsrail ile müzakereleri çekici hale getirmek amacıyla, Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili olarak Arap Barış Girişimi’ndeki maddeleri daha ayrıntılı olarak ele almalıdır.

3 - Filistin tarafı, Arap ülkeleri tarafından belirli ve kademeli adımlarla birlikte yürütülen ve kapsamlı bir barış anlaşması yapılmasının yanı sıra Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi karşılığında, İsrail’in Arap topraklarındaki işgaline son verilmesiyle sonuçlanacak olan Arap Barış Girişimi hedefleri tamamlandığında İsrail'den Filistinlilerin haklarının korunması için alınması gereken bir takım sözler ve atılması gereken bir dizi adım belirledi.

Bu öneri karmaşık, hassas ve engebeli görünebilir ve gerçekten de öyledir. Birçok risk barındırdığını kabul ediyorum. Bazıları bunun normalleşmenin kapısını açacağını, bazıları ise istismar edileceğini öne sürecektir. Ancak bu düşüncelerimi, Trump yönetiminin barış sürecinin temellerini yıkmaya çalıştığı hissiyle birlikte sunuyorum. Ayrıca gayri resmi kademeli normalleşme çoktan başladı ve Filistinlilerin talepleri yerine getirilmeden devam edecek. Bu nedenle öneri, tüm riskleriyle birlikte yalnızca İsrail ve İran'ın yararlandığı karşılıklı Arap suçlamalarıyla zaman kaybetmekten çok daha iyi ve yararlı bir yol olabilir.

Bu önerinin yanı sıra diğer öneriler ve atılması gereken adımların netleştirilmesindeki başlıca sorumluluk, en azından Filistinlilerin talepleri açısından özellikle Filistin tarafına ve Filistin Otoritesi’ne düşmelidir. Ancak konu bunlarla sınırlı değildir. İsrail'den 1967 sınırlarına bağlı kalmak veya şu anda Filistin Otoritesi’ne ait olan Batı Şeria’nın sınırlarını genişletmek ve İsrail yerleşim bölgelerini daraltmak gibi bir takım adımlar atması istenebilir. Ayrıca Doğu Kudüs ile ilgili olarak, kardeş ülke Ürdün'ün taşıyacağı sorumluluklar ve mültecilerle ilgili olarak ileri sürülebilecek aşamalı adımlar atması da talep edilebilir. Kudüs’ün tamamındaki dini mekanların uluslararası güvence altına alınmasını sağlayacak mekanizmalar ve belirli şehir hatları tanımlanabilir. Aynı şekilde kurulması planlanan Filistin Devleti sınırlarında İsrail askeri güçleri yerine uluslararası güçler konuşlandırılması gibi yeni formüller üretilebilir. Tüm bunlar Filistin Otoritesi’nin düşünmesi gereken uygun fikir ve önerilerdir.

Son duyuruya Ortadoğu için yeni bir strateji haberi eşlik etti. Bu konunun son derece hassas olduğuna ve üzerinde derin bir şekilde düşünülmesini, Arap ülkeleri veya en azından bölgenin geleceğini ve kimliğini etkileyen bu stratejik konuyu tartışmak isteyen ana ülkeler arasında istişarelerde ve temaslarda bulunulmasını gerektiren birçok husus içerdiğine inanıyorum. Gelecek için bir Arap vizyonunun olmayışının tehlikelerine dair defalarca kez uyarıda bulundum. Daha önce de Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra tanık olduğumuz gibi gelecekte de bize bir gündem dayatılmaması için gelecekteki Arap gündeminin unsurlarını netleştirmek amacıyla bir Arap diyalogu başlatılması çağrısında bulunmuştum.

Burada AL’nin, daha sonra hükümetlere sunulması koşuluyla, genel olarak Arap dünyası ve özellikle Ortadoğu ile ilişkilerin gelecekteki vizyonunu hazırlamak üzere, çeşitli Arap ülkelerindeki araştırma merkezlerinden bağımsız uzmanların yer aldığı bir çalışma grubu oluşturmasını öneriyorum. Bu adım, eskisinden daha iyi olacağını, Arap halklarının meşru özlemlerini gerçekleştireceğini, Arap kimliğinin, bölgenin güvenliğinin ve istikrarının yanı sıra Arap ülkelerinin çıkarlarının korunacağını umduğumuz bir geleceği planlamak için ortak bir temel ve zemin olarak kabul görecektir.

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

https://www.independentarabia.com/node/145736

DAHA FAZLA HABER OKU