Empire’a göre en iyi 10 zombi filmi

Braindead’den Night Of The Living Dead’e, Shaun Of The Dead’den Dawn Of The Dead’e türünün en iyileri

Empire listesinin ikinci sırasında 1985 yapımı Day Of The Dead var (Fotoğraflar: IMDb)

Zombiler beyazperdeye geldiklerinden bu yana onlarca yıldır filmleri ve popüler kültürün başka alanlarını aylak sürüler halinde işgal etti.

Korku türünün başat belalarından yürüyen ölüler yarım yüzyıldan fazla süredir popüler kültürdeki yerini korudu, yeni biçimlerde gelişerek karşımıza çıktı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Zombi kavramına ilişkin bir tekinsizlik var: Ne ölü, ne de diri olan bir insan, yamyamlığın dehşetiyle zihinsiz bir düşmana dönüşmüş eski bir dost.

Diğer yandansa boş bir sayfa gibiler, hangi zamanda ortaya çıkarlarsa çıksınlar toplumun korkularını ve düşmanlığını yansıtan, dolu bir metafor.

Empire, salt akıl yoksunu, kan sıçratmalı eğlenceden, parçalanan beyin ve iç organ sahnelerine; çirkin, mide bulandırıcı kaçık vahşetten türün tanımını değiştiren karma yapımlara en iyi zombi filmlerini listeledi. Listenin ilk 10’u şöyle: 

10. The Return Of The Living Dead (1985)

 

Dan O’Bannon’ın, George A. Romero ciddiyetinden uzak komedi-korku filmi, “Mezardan döndüler ve eğlenceye hazırlar!” poster sloganına kadar zombi türüne nispeten az duyulan bir tını getirdi.

Return Of The Living Dead, Romero’nun filmlerinin içinde bulunduğu ama kurallarının geçersiz olduğu bir evrende geçiyor: Kasaba sakinleri zombileri başlarından vurmanın işe yaramadığını anlıyor.

Film aynı zamanda 28 Gün Sonra’dan (28 Days Later) yıllar önce zombilerin becerileriyle de oynuyor: Koşan zombi konseptini ilk bulan yönetmen O’Bannon’dı, zombileri özel olarak beyin yemeye aç yaratıklar olarak resmetti ve onlara konuşma yetisi verdi.

Sonuç, The Cramps ve The Damned gibi punk film müzikleriyle de desteklenen vıcık vıcık kanlı bir iş oldu.

9. Re-Animator (1985)

 

Stuart Gordon’ın, H.P. Lovecraft’ın kısa öykülerinden birinden esinlenerek yaptığı Re-Animator ölülere farklı bir bakış açısı sunuyor.

Filmde Jeffrey Combs’un çılgın profesörü Herbert West, ölü hayvan dokusunu diriltebilen parlak yeşil bir sıvı icat ediyor ve bunu kısa süre sonra, kimisinin ölümünden kendinin sorumlu olduğu insanların cesetlerine uygulamaya başlıyor.

Haberi alan diğer bilim insanları “re-agent” maddesini çalmaya çalışıyor. Korku ve komedinin ayarsız ve ucuz bir karışımı, iç organlarla dolu 80’ler standartlarında bile ciddi ölçüde kanlı bir iş. Sıkı senaryosu ve marifetle çekilmiş sahneleriyle mide bulandırıcı seviyede eğlenceli olmayı sürdürüyor.

8. Rec (2007)

 

İspanyol yapımı korku filmi Rec, buluntu film (found-footage) türünden maksimum verimi alıyor.

Film bir zombi salgınının ilk anlarında bir toplu konutun klostrofobik ortamında mahrem diye bir şey bırakmıyor. El kamerasıyla çekilmiş bir film için Rec’in kamera işi, kameramanımızın profesyonel olması sayesinde insaflı ölçüde sabit: Ferran Terraza’nın canlandırdığı Manu, muhabir Ángela’yla (Manuela Velasco) çektiği haber bülteni kaydını yanlış yerde ve yanlış zamanda yapıyor.

Çoğu senaryoya göre daha zekice yazılmış karakterleri ve kameranın gece görüş modunun aktive olduğu, hafızalardan silinmeyecek son kayıt sahnesiyle tüyler ürperten bir film.

7. Braindead (1992)

 

Orta Dünya’ya gitmesinden yıllar önce Peter Jackson, Yeni Zelanda menşeili, saçma ölçüde kanlı zombi filmiyle mahalleyi kırmızıya boyamakla meşguldü.

Film bazen tarihin en çok vahşet içeren filmi olarak anılıyor. Hem Romero hem de Raimi esinli kanlı komedi filmi beyazperdede Şeytanın Ölüsü (The Evil Dead) havasını iyiden iyiye estiriyor.

1957’de geçen filmde Timothy Balme, hayvanat bahçesinde bir Sumatra sıçan-maymunu annesini ısırınca ne yapacağını şaşıran Lionel Cosgrove’u canlandırıyor. Anne ölüyor, ardından “diriliyor.” Ve bu sadece başlangıç.

6. Night Of The Living Dead (1968)

 

“Seni almaya geliyorlar Barbra!” George A. Romero, ilk yönetmenlik işinde bugün bildiğimiz haliyle modern zombi filmini yarattı.

Pazar parası bütçesiyle çekilen parazitli siyah-beyaz bağımsız filmde Romero, zombi anlatısının (yalnızca beyinleri yok edilerek alt edilebilen, mezardan dönmüş cesetler) en önemli özelliklerini ortaya koyan, türü dönüştüren tipte, keskin bir korku filmi orta koydu ve türün özelliklerinden yararlanarak toplumsal eleştiri ortaya koymakta usta bir yönetmen olduğunu kanıtladı.

Ben, Barbra ve diğerleri kırsalda bir çiftlikte canlanan ölülerden kaçarken, Romero ABD’deki ırkçı fikirleri, devam eden Vietnam Savaşı’nı ve ABD kamuoyunun en büyük düşmanının aslında kendileri olabileceği fikriyle karşı karşıya gelmesini işliyor.

5. Zombi Ekspresi (Busanhaeng - 2016)

 

Üç kelime: Trene binmiş zombiler. Koreli yönetmen Yeon Sang-ho tipik asansör sahnesini alıp onu sürükleyici, aksiyon dolu bir korku filmine çeviriyor.

Dar alanı (ve daha geniş alanlarda geçen anları) kullanarak nefes kesen gerilimde kesitler yaratıyor.

Ayağa kalkıp kendilerine daha fazla kurban aramaya başladıklarında eklemleri ve omurgaları eğilip bükülen saldırgan ve hayvansı Zombi Ekspresi zombilerini izlemek büyüleyici.

Sonuç, başta Ma Dong-seok’un heybetli kahramanı Sang-hwa olmak üzere çok sayıda akılda kalıcı karakter ortaya koyan, şık şekilde çekilmiş, nabız yükselten bir film.

4. Shaun Of The Dead (2004)

 

Edgar Wright, ilk ciddi uzun metraj filmi olan bu zombi romantik komedisi için ilhamını Romero ve Richard Curtis’ten aldı.

Simon Pegg baş karakter Shaun’u canlandırıyor: Zombi kıyameti Londra’yı vurduğunda büyümeye, kız arkadaşı Liz’e (Kate Ashfield) daha fazla vakit ayırmaya, üvey babasıyla sorunlarını çözmeye ve en iyi arkadaşı Ed’le (Nick Frost) ilişiğini kesmeye zorlanan 30’larının başındaki bir tembel teneke.

Zombi filmi özellikleri açısından altta kalır yanı yok; vahşet sahneleri, seyirciyi korkudan zıplatması, çok iyi kurgulanmış bölümler ve duygusal vedaların hepsi var ama İngiliz espri anlayışından da geri durmuyor; Shaun zombilere kriket sopasıyla saldırıyor ve mahallenin barında saklanmak için bir plan yapıyor. Muazzam bir film.

3. 28 Gün Sonra (28 Days Later - 2002)

 

Size bunun bir zombi filmi olmadığını söyleyenler olacaktır.

Teknik olarak haklı olduklarını iddia etseler de sapına kadar haksızlar. Danny Boyle’un ölümcül bir öfke hastalığı salgınını ele alan filmi, Return Of The Living Dead’deki koşan zombiler filmini alıp uygulayarak, zombi filmlerinin potansiyelini kökten değiştirdi.

Cillian Murphy’nin canlandırdığı Londralı Jim hastane yatağından kalkıp başkenti tüyler ürperten şekilde terk edilmiş bulduğu simge başlangıç sahnesiyle sıkı ve sürükleyici bir iş, tabii kısa süre sonra herkesin başına neler geldiği gün gibi açık hale geliyor.

Öfke hastalığı yeterince korkunç değilmiş gibi Alex Garland’ın senaryosu, hayatta kalmış insanların da bir o kadar tehlikeli olduğunun altını çiziyor.

2. Day Of The Dead (1985)

 

Romero’nun simge Dead üçlemesinin son filmi öncekilere göre daha ziyade düşündüren bir iş.

Diğer yandan öfkeli bir tınının yankılarını içeren güçlü de bir iş. Zombi kıyametinin daha ileri safhalarında geçen film, enfeksiyondan uzak durabilmiş nüfusun giderek azaldığı, hayatta kalan bilim insanları ve askerlerin kontrolü kaybettiği, ölülerinse evrimleşmeye başladığını gösteriyor.

Bu noktada kadraja Bub giriyor, eski hayatının yankılarında yaşayan bir zombi kahraman, akli melekeleriyle de tüm zombilerin zihinsiz canavarlar olmadığını gösteriyor.

Bir yeraltı tesisinde geçen Day klostrofobik ve karamsar bir iş; insanların kendi arasındaki çatışmalar daha çok vahşet ve trajik sonuçlar yaratırken umut, inanç ve direnmenin beyhudeliği gibi ciddi konularla cebelleşiyor.

1. Dawn Of The Dead (1978)

 

Night Of The Living Dead çağdaş zombi filminin doğuşuysa, Dawn Of The Dead onun erginleşmesi: daha büyük, daha güçlü, özgüveni daha fazla ve bu sefer renkli.

Kıyamet yayılırken ve hayatta kalan bir grup civardaki alışveriş merkezine sığınmışken, bir önceki filmin uğursuz tonu yerini büyüyen bir kaos ve panik seline bırakıyor.

Ağzına kadar ihtiyaç maddeleriyle dolu alışveriş merkezi başta medeniyetin çöküşünü beklemek için iyi bir tercih gibi görünüyor ama tam tersi çıkıyor: Zombiler, hayattayken boş zamanlarını ve paralarını dökmeye programlandıkları mekana içgüdüsel olarak çekiliyor.

Oyuncu imgelerle dolu bir başka güçlü hiciv. Yine de bu Romero’yu, Vietnam Savaşı’nı fotoğrafladığı yıllarda gördüğü korkunç görüntülerden esinle, Tom Savini’nin görsel efektleriyle parlattığı zorlu, kabus gibi hikayeyi anlatmaktan geri tutmuyor.

 

Empire

Independent Türkçe için çeviren: Şafak Küçüksezer

DAHA FAZLA HABER OKU