Ev sinemasında bu hafta: Hayatta ve ayakta kalma kılavuzu; “Yabancıların Nezaketi”

Mehmet Erduğan Independent Türkçe için yazdı

Kovid-19 sebebiyle sinemaların geçici olarak kapandığı, sinemada film izlemeyi özlediğimiz bugünlerde Başka Sinema sinemaseverlere günlerin biraz daha kolay geçmesini sağlayacak bir program hazırladığını duyurdu.

BluTV iş birliğiyle kirala-izle sistemiyle 8 Nisan’dan itibaren ilk defa gösterilecek vizyon filmlerini bir süreliğine ekranlara taşıyan Başka Sinema bu sayede bağımsız sinemacılar ve sinemalar ile de dayanışmasını sürdürmeyi hedefliyor.

Bu program çerçevesinde herhangi bir özel üyeliğe gerek kalmadan, beyazperdede seyircilerle buluşamamış filmleri evinizden dışarı çıkmadan, tıpkı sinemaya gidermiş gibi, biletinizi alıp size verilen süre içerisinde yepyeni Başka Sinema filmlerini izlemeniz mümkün olacak.

Bu hafta sinemayı evinize getiren bu program içinden sizin için incelediğim filmler şöyle:


Hayatta ve ayakta kalma kılavuzu; “Yabancıların Nezaketi”

Yönetmen: Lone Scherfig / Oyuncular: Zoe Kazan, Esben Smed, Jack Fulton, Finlay Wojtak-Hissong, Andrea Riseborough, Tahar Rahim, Caleb Landry Jones, Jay Baruchel, Bill Nighy / 112 dakika
 


2000’li yılların başlarında çekilen filmlerde moda olan; tesadüfi karşılaşmalar sonucu iç içe geçen hayatlarla aslında hepimizin birbirine bağlı olduğu konusunu yeniden karşımıza çıkaran bir anlatıya sahip olan The Kindness of Strangers, bir New York kışında altı farklı karakterin kesişen hayatları hakkında bir topluluk draması.

“Yeni Başlayanlar İçin İtalyanca” ve “Aşk Dersi” filmlerinin yönetmeni Lone Scherfig, geçen sene Berlinale’in açılış filmi olarak prömiyerini yapan ve 2019 Berlin Film Festivali Altın Ayı Ödülü adaylığı bulunan bu filmiyle bu kez bizi umut, affetme ve aşk hakkında modern bir şehir masalının içinde gezdiriyor.
 


Yeni bir hayat

Genç bir anne olan Clara, iki oğluyla birlikte şiddet eğilimli kocasından kaçmak için bir gece yarısı New York’a doğru yola çıkar.
 


Sabaha karşı Manhattan’a vardıklarında da çocuklara tatilde olduklarını ve bunun keyfini çıkartmalarını söyler.

Aslında, onları dövmekten zevk alan polis kocasından kaçmak için çıktığı bu yolculuk hem çocuklarını hem de kendisini kocasının küfür ve şiddet istismarından koruyabilmek içindir.
 


Kocası polis olduğu için tüm imkanlarını ve bağlantılarını kullanarak onları takip edebileceğine dair paranoyak olan Clara, bu maksatla tedbiri elden bırakmamak için otel, sığınma evleri, hastane ve ücretli otopark gibi resmi bir kaydı zorunlu kılan her yerden uzak durmaya çalışır.

Ama işin gerçeği bu gibi yerlerde eline tutuşturulacak herhangi bir faturayı ödeyebilecek bir nakit
parası ya da kredi kartı da zaten yoktur.

Kredi kartı ve cep telefonu gibi onun izini sürebilecek her şeyi geride bırakıp yeni bir hayata başlamaya çalışan biri için yararlı olabilecek herhangi bir şeyi olmadan çıktığı bu yolculukta kendileri için en güvenilir olarak gördüğü yer artık sokaklardır.

Manhattan bir süre Clara’ya ve çocuklara nefes aldırır. Şehirde yükselen gökdelenler onları büyüler.

Adım attıkları bu şehir onların yeniden umutla gülümsemesini ve gözlerinin parlamasını sağlar.
 


Clara, onlara yeni bir hayat vadettiği iki oğlunun motivasyonlarını yüksek tutmak için tatilde oldukları fikrini mümkün olduğunca uzun süre sürdürür.

Hatta çocuklar çöplüklerden bir şeyler yemek zorunda kalmadan sağlıklarını koruyabilsinler diye yakın çevredeki lüks kokteyl ve partilere gizlice girip çocuklar için yiyecek şeyler aşırır.
 


Gündüz halk kütüphanesine çocukları bırakıp otel koridorlarına bırakılmış oda servisi tepsilerinde kalan yiyecekleri çalarak ve hırsızlık yaparak çocukların beslenmesini sağlayan Clara ve çocuklar için bir evsiz olmadıklarını düşündüren tek şey ise altlarındaki arabadır.

Ve şimdilik gece gündüz konaklama için kullandıkları bu araba dışında başka herhangi bir şeyleri de yoktur.

Ta ki bir gün bu araba da hatalı park nedeniyle bir çekici tarafından çekilip o da ellerinden kayıp gidene kadar.
 


Kesişen hayatlar

Arabasına el konulmasıyla birlikte sokağın sert yüzü ve acımasız gerçekleriyle kısa süre içinde yüzleşmek zorunda kalan Clara ve çocukları, artık mecburen evsiz insanlarla birlikte kalmak, ısınmak için tren istasyonları da ya da kiliselerde gezmek, aş ve çorba evlerinde sıcak bir şeyler yemek durumundalardır.
 


Bu sırada hikayedeki karakterleri birbirine bağlayan, hemşirelik görevi dışında gönüllü olarak bir kilisede terapi grubunu yöneten Alice de evsiz insanlara yiyecek olanağı sağlayan bir çorba evini destekleyerek organize etmektedir.

Clara’nın da uğradığı bu çorba evinde Alice, Jeff ile tanışır.
 


Bir işte uzun süre kalma ve insanlarla iletişim kurma konusunda sorunları olan ve yalnız yaşayan Jeff, son işinden de atıldığı için yardıma muhtaç insanlar arasına katılmışken bir anlık bir yanlış anlaşılma sonucu kendisini birden Alice’in gönüllü ekibi arasında çorba dağıtırken bulur.

Biraz ağırkanlı ve biraz da sakar olduğu için yaşamı boyunca kendisine işe yaramaz biri olduğu söylenen Jeff, Alice’in kendisine karşı bu cömert ve iyimser yaklaşımıyla yeniden hayata tutunmaya çalışır.

Büyük şehrin sert yaşam koşullarını, yaptığı yardımlar ve hareketlerle yumuşatarak bir iyilik meleği gibi yaşayan Alice’in yönettiği kilisedeki terapi grubuna katılanlar arasında yer alan John Peter ise geçmişte yaptıklarıyla yüzleşerek kendisini affetmeye çalışan bir avukattır.
 


Ve bu avukat, kısa bir süre önce savunmasını yaparak onun hapisten çıkmasını sağladığı Marc’ın en yakın arkadaşıdır.

Marc’ın hapisten çıkışını kutlamak için John’un rezervasyon yaparak en yakın arkadaşıyla bir araya geldiği Kış Sarayı adı verilen şehirdeki sözde bir Rus restoranı aynı zamanda Alice’in de müdavimleri arasında olduğu bir mekandır.
 


Bu kutlama sonrasında hesabı ödemek isterken restoranın sahibi ve işletmecileri ile kendini bir sohbetin ortasında bulan Marc, günün sonunda, kapılarını açık tutmak için bir değişime ihtiyacı olduğunu kabul eden restoranın umutsuz sahibi Timofey tarafından restoranın müdürü olarak işe alınır.

Hayatında temiz bir sayfa açmak isteyen Marc için de bu eşsiz bir fırsattır.

Sonsuz bir havyar ve votka cenneti gibi görünen ve hikayenin dokunduğu herkes için fantastik bir yer olan bu restoran tüm karakterlerin bir şekilde uğradığı bir merkez gibidir.
 


Buffalo’daki hayatından kaçarak kocasının onu ve çocuklarını bulamayacağını umarak geldiği Manhattan’da Clara’nın çocuklara yiyecek bir şeyler bulmak için gizlice girdiği, çoğunlukla zenginlerin partilerine ev sahipliği yapan bu mekânda yolları bir şekilde tüm bu insanlarla kesişir.
 


Bu tesadüfler sonunda giderek derinleşen bağlar, bağlantılar doğal bir yaşam portresinin ortaya çıkmasına izin verir.

Clara ve Marc böylelikle hayal ettikleri geleceği birlikte kurabilecekleri bir yaşam üzerinde düşünmeye başlar.
 


Tutunacak bir dal

Avrupalı romantizmi ile Amerikan rüyasının zorlayıcı atmosferini birbirine harmanlayan Danimarkalı yönetmenin New York’ta mucizevi bir şekilde birbirlerini bulan bu yalnız ruhlar hakkındaki hikayesi her geçen gün büyüyen sınıfsal bölünmeler ve kırılgan kalpler hakkında bir şeyler söylemek istiyormuş gibi.
 


Filmdeki herkes aslında kaybolmuş ve yalnızdır; herkes ya çaresiz ya da suçludur, herkes dibe vurmak üzereyken tutunacak bir dal bulmayı umut ediyordur.

Bu açıdan baktığımda hikayesi türlü zorluklar içinde ilerliyor olsa da Yabancıların Nezaketi; karakterlerin direnişi ve onların hümanist yaklaşımları sayesinde seyircisini asla uçuruma doğru sürüklemez. 
 


Karakterler birbirlerine yardım ediyor; çünkü film izleyicilerine insanların doğuştan iyi olduklarını hatırlatmak istiyor.

Böylelikle kahramanları cehennem hayatı yaşıyor olsa da hayatta ve ayakta kalmak için gerekli olan şeyler için seyircisine ruhsal anlamda bir kılavuzluk yapıyor.
 


Dogma 95

Danimarka’daki film okulundayken Lars von Trier gibi çağdaş bir yönetmenle bolca vakit geçiren ve onunla iş birliği yapan Lone Scherfig bir el kamerası ile çektiği bu film ile yeniden Dogma 95’e dönerek daha çok hikaye ve aktörlere odaklanmayı sağlıyor.

Film, bu karakterlerin bir noktadan sonra birbirlerine bağlanacağını ima ederken bir kişinin dramasına yüklenmek yerine herkesin acı çekmesine odaklanabilmesi için yeterli zamanı kendisine sağlıyor ve böylelikle olabilecek en samimi ve doğal halleriyle bu karakterlerin birbirleriyle buluşmalarına izin veriyor.
 


Belki bu Scherfig’in en iyi filmlerinden biri değil, ancak yarattığı atmosfer ve ele aldığı durumlar gayet sürükleyici ve karakterler ilginizi çekecek kadar renkli.

Özellikle filmin yavaş temposuna karşın New York’u taklit eden Toronto ve Kopenhag çekimleri sınıfsal olarak zengin ve aş sırasındakiler arasında kutuplaşmış olan toplumun uçlarını düzgün bir şekilde yan yana getirmeyi başarıyor.
 


Scherfig’in bir araya getirdiği oyuncu kadrosu da filme ayrıca başlı başına bir cazibe katıyor. Tüm oyuncular iyi bir performans ortaya koymakla birlikte Zoe Kazan, filmdeki karakterine en çok uyan kişi olarak göz dolduruyor; umudundaki çaresizliği, çaresizliğini gizlemeden hemen önce yüzünde ufalanan gülüşü gibidir.
 


Haftanın diğer filmleri

Bozkır

Yönetmen: Ali Özel / Oyuncular: Ahmet Özel, Hakan Emre Ünal, Mücahit Koçak, Ozan Dağara, Elif Aydın / 87 dakika
 


56. Antalya Film Festivali’nden aldığı 11 ödülle festivalin ulusal yarışma kategorisindeki ödüllerin büyük çoğunluğuna sahip olduktan sonra üzerinde çok konuşulan ve tartışmalara sebep olan Bozkır, Ali Özel’in ilk uzun metrajlı çalışması.

Çekimleri Konya’nın Taşkent, Hadim ve Bozkır ilçelerinde gerçekleşen filmde; devam etmekte olan baraj çalışması köyün tahliyesini gerektirir.

Evi ve bahçedeki karısının mezarı etrafında münzevi bir hayat sürmekte olan Ahmet ise bu tahliye emirlerine kulak asmaz ve yeğenlerinin ısrarlarına rağmen köyden taşınmaya yanaşmaz.

Amcalarını ikna edemeyen yeğenler bunun üzerine Ahmet’i ikna etmesi için yıllardır görüşmediği oğlu Harun’dan yardım isterler ve onu köye gelmeye razı ederler.

Fakat annesinin ölümünde babasının ihmali olduğunu düşünen Harun’un uzun zaman sonra babasıyla bir araya gelişi sorunsuz olmayacaktır.

Harun annesini sular altında bırakmak istemediği için mezarının taşınmasını talep eder.
Ahmet’in ise yeni bir vicdani yükümlülüğü kaldıracak gücü yoktur.

Baraj hızla dolup zaman her geçen gün daralırken, baba ve oğul da hem kendileri hem de geçmişleriyle hesaplaşmak zorunda kalırlar.


Genç Ahmed

Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne / Oyuncular: Idir Ben Addi, Olivier Bonnaud, Myriem Akheddiou, Victoria Bluck, Othmane Moumen, Claire Bodson / 85 dakika
 


Dardenne Kardeşler’in yönettiği Le Jeune Ahmed (Young Ahmed), ailesinin ve çevresinin telkinlerine kulak asmayıp onların hassasiyetlerini yok sayan, kısa bir süre içinde benimsediği radikal görüş ve davranışlarıyla hayatının seyrini değiştiren on üç yaşlarındaki Ahmed’i kadrajına alıyor.

Sinemada sosyal gerçekliğin öncülerinden olan Dardenne Kardeşler, Cannes Film Festivali’nde kendilerine En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran bu filmlerinde Avrupa toplumuna bu kez Belçika’da Müslüman bir ergen üzerinden bakıyor.

Çocukların ve ergenlerin bir yandan büyüme acısı çekerken diğer yandan toplum duvarına toslamalarını kendi sinemalarının odağı haline getiren, bugüne kadar Çocuk, Rosetta, Bisikletli Çocuk gibi filmlerle bu türün nitelikli örneklerini sunan ve daha önce de iki kez Altın Palmiye Ödülü’nü kazanan Belçikalı yönetmenler, Genç Ahmed isimli bu son filmlerinde okulu ve ailesindeki gündelik İslam manzarasından uzaklaşıp mahallesindeki radikal İslamcı bir imamın fikirlerine kapılan bir çocuğun hikayesini anlatıyor.


Kural Dışı

Yönetmen: Olivier Nakache, Éric Toledano / Oyuncular: Vincent Cassel, Reda Kateb, Hélène Vincent, Bryan Mialoundama, Alban Ivanov, Benjamin Lesieur, Aloïse Sauvage / 114 dakika
 

Hors Normes (The Specials), gidecek bir yeri kalmayan otizmli çocuklara kapısını açmış iki adam ve gönüllü gençlerden oluşan ekiplerinin mücadelesini konu ediniyor.

Soluksuz takip edeceğiniz ve sınırları aşan gerçek bir hikâyeden uyarlanmış olan, ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nin kapanış filmi olarak yapan bu filmde; birbirinden farklı karakterlere ve inançlara sahip olan iki adam, otizmli çocuklara yardım etmek için kâr amacı gütmeyen bir kuruluş kurmak için bir araya gelir.

Biri okul öncesi eğitimci diğeri özel eğitim alması gereken gençlerin sorumlusu olan iki eğitmenin sıra dışı ortaklığını ekrana taşıyan film günümüzün sorunlarına değinen toplumsal bir komedi.


Tülay German: Kor ve Ateş Yılları

Yönetmen: Didem Pekün, Barış Doğrusöz / Oyuncular: Tülay German / 50 dakika
 


Türkiye müzik tarihinin en nevi şahsına münhasır isimlerinden, Anadolu pop ve rock müziğinin öncülerinden olan Tülay German’ın hayatını anlatan Kor ve Ateş Yılları sanatçının devrimci tarafını kadrajına alan bir belgesel.

Bir Tülay German hayranı da olan belgeselin yönetmeni Didem Pekün’ün önemli sanatçıyı anlattığı bu belgesel filmi sürecinde German’ın kendisini ziyaret için birkaç kez Paris’e gider gelir.

Fakat bütün ısrarlarına rağmen Tülay German’ı filmde gözükmeye ikna edemez.

Ancak bu geliş gidişlerde bıraktığı güven ve samimiyet, Tülay German’ın da filme katkıda bulunmasını sağlar. Ve German filmde kendi otobiyografik kitabından seslendirdiği metinlerle, yani sesiyle filmde yer alır.

Naim Dilmener ve Murat Meriç’in proje danışmanlığında çekilen belgeselde, Tülay German’ın Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu adlı otobiyografisi temel alınarak sanatçının müzik ve fotoğrafları, ayrıca çeşitli arşiv görüntüleri kullanılmış.

Film aslında, tarihsel bir süreci bir sanatçının müzikal gelişimi üzerinden irdelemekle birlikte aynı zamanda da geçmişin bugünle ilişkisini keşfetmeye çalışır.

Film bize Tülay German’ın öyküsünü bir yandan kişisel bir dille aktarırken bir yandan da kendi ülkesinin 60’lı yıllardan günümüze savrula savrula içinden geçtiği politik çalkantıları belgesel görüntülerle harmanlayarak çarpıcı bir şekilde yansıtır.


Ve Perde!

Yönetmen: Selçuk Metin / Katkıda Bulunanlar: Gülriz Sururi, Metin Akpınar, Zeliha Berksoy, Ferhan Şensoy, Levent Üzümcü, Engin Alkan, Yiğit Özşener, Erkan Can, Erdem Akakçe, Can Yılmaz, Mehmet Erbil, Alayça Öztürk, Esin Aslan, Harun Başlan, Vahit Sarıtaş, Deniz Telek, Ayça Yiğit, Yalçın Zobu / 58 dakika
 


İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), yapımcılığını İstanbul Tiyatro Festivali’nin üstlendiği 2015 tarihli Haldun Taner belgeseli Ve Perde!’yi dijital platformlar üzerinden ücretsiz olarak erişime açıyor.

Türkiye tiyatrosunu evrensel boyutlara ulaştırmış, tiyatronun bir bilim dalı olduğunu ve üniversitelerde tiyatro bilimi eğitiminin verilmesi gerektiğini ilk kez dile getirmiş olan Haldun Taner’in yaşamını anlatan belgesel, İKSV’nin YouTube kanalı üzerinden izlenebilecek.

Yönetmenliğini Selçuk Metin’in yaptığı, senaryosunu Gülşah Özdemir Koryürek’in yazdığı belgeselin müzikleri ise Borusan Quartet’e ait.

Proje danışmanlığını Demet Taner ve Dikmen Gürün’ün yaptığı belgeselde anlatıcı rolünü Halit Ergenç ve Tilbe Saran üstleniyor.

İstanbul Tiyatro Festivali’nin ilk belgesel yapımı olan Ve Perde!’de, Haldun Taner’in yaşamından kesitler; kitaplarından, gazete yazılarından ve oyunlarından bölümler yer alıyor.

Sanatçının Dün Bugün, Keşanlı Ali, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım gibi yapıtlarından seçilen bölümler, tiyatro sanatçılarının performanslarıyla belgeselde yeniden hayat buluyor.

İKSV YouTube kanalında erişime açılan belgesel film; edebiyatımızın üretken isimlerinden biri olan, deneme, köşe yazısı, öykü, fıkra, senaryo gibi pek çok türde yapıtı bulunan, özellikle Türkiye tiyatrosuna önemli katkıları olan; epik tiyatro ve kabare gibi yeni tür ve biçimlerin Türkiye’de gelişmesine öncülük etmiş, oyunlarında Karagöz ve ortaoyunu gibi geleneksel gösteri sanatlarından nasıl yararlanılacağına dair bir model sunmuş olan ve politik tiyatro alanında özgün bir dil oluşturan bu duayeni tanımak, Türkiye tiyatrosuna damgasını vurmuş bu bilim insanını anlamak için önemli bir fırsat sunuyor.

Ve Perde! İsimli bu belgesel Kasım 2015’te Pera Müzesi’nde gerçekleştirilen “100. Doğum Yılında Haldun Taner Sempozyumu”nda ve Nisan 2016’da 35. İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU