Tunus'ta Popülizm ne zaman canlanacak?

Son zamanlarda popülizm çok fazla konuşulmaya başlandı. Hatta münazaralarda, yazılarda, seminerlerde, çeşitli diyalog ve tartışma biçimlerinde en sık kullanılan kelimelerden biri haline geldi

Fotoğraf: AP

Bu tartışmaların temelini oluşturan tema, popülizm kelimesinin halkın tercihini kazanan ve halkın arzu ve eğilimlerine uygun hareket edenlere zıt bir kavram olarak vasıflanmasıdır.

Tabii ki popülizm bir tartışma konusudur, ancak Arap dünyasında bu kavram bazı yanlışlıklar, belirsizlikler ve hatalar üzerine ele alınır.

Hatalarla başlayacağız, belki de ilk ve en tehlikeli olanı; “elitlerin halka karşı tahkir amaçlı kullandığı bir söylem” olarak tanımlanmasıdır. Seçkinlerin tepkilerini ve kullanımlarını yansıtan bir söylem başka bir popülizm çeşididir.

Tabii popülizmin duygusal ve kör bir şekilde rasyonel olduğunu kabul edersek...

Tahkir ve hakaret söyleminin, rasyonellik ve eleştirinin tezahürü olarak görülmesi mümkün değildir.

Öte yandan, halklara karşı tahkir söylemin elitler ve halk arasındaki derin bir iletişim krizini yansıttığı sonucuna varabiliriz. Diğer yandan, elitlerin halkların rasyonelleşmesinde üstlendiği rolde başarılı olamadığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle seçkinler, halka karşı tahkir söylemini kullanarak başarısızlıklarını, halka karşı böbürlenme yolunu seçerek savunurlar.

Örneğin, Tunus'ta çok sayıda seçkinin, Tunus devrimini (Devrimi başlatan Buazzi'nin arabasına atfen) "Seyyar Satıcı Arabası Devrimi” olarak, tanımladığını gördük. Bu, bir anlamda, Tunusluların büyük bir bölümüne saygısızlık anlamına geliyor. Bu sebeple seçkinler ve halk arasında kalın bir duvar örülüyor. Burada seçkinlerin rolünü ve insanları tahkir etmenin bu rollerin bir gereği olup olmadığını ve böyle bir rolün ne ölçüde işlevi olacağını sorguluyoruz.

Seçkinlerin işlevinin; insanları anlamak, toplumsal olguları, davranış kalıplarını ve eylemlerin öncesi ve sonrasını yorumlayabilmek ve böylece problemi ve sebeplerini tespit etmek olduğunu düşünüyoruz. Anlama ulaşmak için sorular sorulmalı ve sakinlik içerisinde düşünülmeli.

İstenilen tabii ki, her durumda insanlara övgülerde bulunmak ve onları takdis etmek değildir, ancak onları tahkir de etmemek gerekir. Çünkü tahkir şiddete kapı aralar.

Halkı savunan herkesi, kolayca popülist olarak tanımlamak da başka problemleri doğurur ve bizi meselenin özünden uzaklaştırır. Halk, siyasi elitlerin beklentilerini karşılayamadığı zamanlarda harekete geçer. Halk, destek verdiği siyasi partinin başarısız olması ve verdiği sözlerden cayması halinde sandıkta başka bir partiye meyleder. Özellikle bu, başarısızlığın olgunlaşmamış politik davranışların paralelinde gelmesi ve halkın mevcut durumunu kısmi de olsa iyileştirebilecek çözümler bulmak yerine kişisel çatışmalara girilmesi durumunda gerçekleşir. Siyasi partilerinin başarısızlığı insanları, partilerine ders vermek için farklı partileri seçmek zorunda bırakır. Bazen insanlar aynı zamanda hem kendilerini hem de iktidardaki siyasi seçkinleri cezalandırır.

Başka bir deyişle, popülizmin doğuşu ve çöküşü üzerindeki kontrol insanlarda değil, iktidardaki siyasi elitlerdir. Siyasi elitler ümidi aşılamak ve büyütmekte ne kadar başarılı olurlarsa siyasi ve sosyal nüfuz o kadar ellerinde olur.

Öte yandan, popülizmin tamamen reddedilmediğine inanıyoruz. Batıda yapılan birtakım çalışmalar var. Bu çalışmalar, popülizmin olumlu bir yanına kendini kaptıranların kendine olan güvenini yenilediğini ve değişimi yeni bir ruhla kucakladığını belirtiyor. Ayrıca popülizmin, seçkinlerin halkı daha fazla tanımalarını, taleplerini ve onları harekete geçiren şeyleri bilmelerini sağladığını da zikretmeden geçmeyelim. Örneğin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tunus halkının seçimi popülist olarak nitelendi. Halkı destekleyen seçkinler de aynı tanımlamayı yaptı. Gelin şu soruya gerçek ve cesur cevaplar arayalım. Tunuslu seçmenler niçin partili olmayan ve daha önce siyaset yapmamış olan birini %73 oranında bir oyla seçtiler. Bu kişi aynı zamanda üniversitede anayasa hukuku ve uluslararası hukuk alanında ders veren bir akademisyen. Bu, Tunusluların hukuka güven duyması ve hem davranış hem de ekonomik olarak kendi düzeyine yakın bir kişiyi seçmesi anlamına geliyor. Bu, başka bir deyişle şahıslar üstü muayyen değerlerin oylanması anlamına geliyor.

Tahkir söylemi, aynı zamanda, seçkinlerin demokrasiye karşı tutumlarının net olmadığını da ortaya koyuyor; bazen demokrasi güzellemesi yapıyorlar bazen ise demokrasiyi yerin dibine sokuyorlar.

Demokrasi, siyasi denetimi, halkın çoğunluğunun elinde bulundurması olarak bilinir. Demokrasiyi kabul etmek, otomatik olarak şartlarını ve sonuçlarını kabul etmek anlamına gelir.

Bu nedenle halkın sandık yoluyla yaptığı tercihin tahkir edilmesi seçkinlerin uğruna mücadele verdikleri demokrasinin tahkir edilmesi anlamına geliyor. Burada şizofrenik bir tutumla karşı karşıyayız.

Entelektüeller demokrasiyi gerçeklerin aynası olarak görmek ve seçimler yoluyla toplumun yüz hatlarına vakıf olmak yerine panik ve şok halinde olduklarını görüyoruz. Bu da entelektüellerin, bilişsel meraktan ve gerçeği istediği gibi okumaya cesaret etmekten yoksun olduğu anlamına geliyor.

Demokratik tecrübenin ilk aşaması, seçmenlerin acılarını ve öfkelerini dile getirdikleri, sahip oldukları tek meşru fırsatı değerlendirdikleri, daha iyisini vaat edip yapmayanların ve umut verip bu umudu boşa çıkaranların cezalandırıldıkları maşeri vicdanı rahatlatan aşamadır.

Halkın rasyonelleşmesi ile ilgilenen seçkinlerin seçim sonuçlarını toplumsal değişkenler, cinsiyet, yaş grubu, ekonomik seviye, eğitim seviyesi vb. faktörleri dikkate alarak okumak için yoğun çaba harcayan kişiler olduğu söylenebilir.

Demokrasinin halkın en iyi şekilde ve ayrıntılı özelliklerini gösteren sihirli bir ayna olduğunu düşünüyorum.

Seçkinlerin, kültürel değişimin nerede başladığını bilmesi için bu gerçeği kabul etmeye ihtiyacı var.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU