Bilimsellikten ve saha çalışmalarından kopmamak esastır. Öngörüler bilimsel yapılmalıdır. Gelecek istihbaratı bu tarz bir çalışmayı içerir. Uluslararası ilişkiler disiplini için de bu böyle olmak zorundadır. Bir de jeopolitik alan var; coğrafyayı temel alır, her türlü değeri inceler, bütün ilişkileri değerlendirir ve gelecek tahmini yapar. Peki bunların birbirleriyle münasebeti nasıldır?
Gelecek İstihbaratı
Gelecek istihbaratı, bazılarının zannettiği gibi, belli referanslara dayalı diplomatik yorumları, politikacıların görüşlerini veya medya yorumcularının düşüncelerini masa başında oturup ve eldekileri alt alta sıralayıp bunlardan bir sonuç çıkarmak değildir. Bu yaklaşım, yüzeysel bir derleme ve anlık yorumdan öteye gitmez. Oysa gerçek gelecek istihbaratı, çok daha derin, kapsamlı ve bilimsel bir temele dayanır.
Gelecek istihbaratı; geniş bir saha çalışmasını, uzun yıllar süren titiz gözlemleri, küresel ve bölgesel değişimlerin tüm detaylarını kapsayan bir birikimi gerektirir. Bu birikim, yalnızca niteliksel değerlendirmelerle sınırlı kalmaz; üzerine istatistik, matematik, yöneylem araştırması ve benzeri analitik araçların uygulanmasıyla sağlanır. Kısaca, ciddi bir analitik çerçeveye ve nesnel formüllere dayanarak varılan sonuçların hikâyesidir.
Gelecek istihbaratında kısaca “şöyle olabilir” dediği öngörüler büyük oranda gerçekleşir. İlk söylendiğinde belki hafife alınabilir veya sıradan bir tahmin gibi de görülebilir. Ancak bu öngörüler, büyük bir emek, disiplin ve ciddiyetle yürütülen titiz bir çalışmanın ürünüdür.
Örneğin, 2010 yılında “İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında bir anlaşma yapılacağını” öngörmek ve bu öngörünün bugün gerçekleştiğini görmek, salt o anın konjonktürel yorumu değildir. Bu, 2010’dan çok önce başlayan, yıllar süren çok katmanlı analizlerin, o tarihteki ifadesidir. Düşünün, 2000’li yıllardan 2010’a kadar yoğun bir çalışma yapılacak ve öngörü 2025’te gerçekleşecek. Olacağı öncesinde doğru tespit etmek o kadar kolay mı?
İstihbarat uzmanı için asıl mesele sadece “konuyu söylemek” de değildir. Asıl amaç, politika yapıcılara “böyle bir senaryo mümkün, dolayısıyla sen de kendi politik enlemlerini, hedeflerini ve stratejilerini buna göre belirle” mesajını vermektir.
Eğer 2010’da dile getirilen bir öngörü, 2025’e kadar herhangi bir icraata dönüşmemiş ise bu gelecek istihbaratının yanlışlığı anlamına gelmez. İcraat tamamen politik tercihtir ve saygı duyulması gereken bir karara dayanır. Gelecek istihbaratı uzmanı ne kadar büyük bir emek harcamış olursa olsun, öngörüsünün gerçekleşmemesi kendi başarısızlığı olmayabilir. Ayrıca, “ben demiştim” demek de bu işin konusu değildir. Esas olan, politika yapıcılara alternatif senaryolar sunarak karar alma süreçlerine katkı sağlamaktır.
Öyleyse, gelecek istihbaratı geçici yorumların değil, uzun vadeli, bilimsel temelli ve nesnel analizlerin ürünüdür. Bu disiplin hem büyük bir birikim hem de titiz çalışma gerektirir. Ayrıca öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmemesi, nihayetinde politik iradenin tercihine bağlıdır.
Jeopolitik Öngörü
Jeopolitik, bütün konuları en temelinden itibaren ele alır. Jeopolitiğin konusu coğrafi ve stratejik derinlikte öne çıkmaktadır. Jeopolitik konusu uluslararası ilişkilerle irtibatlıdır, ama tam olarak bu disiplin içinde tarif edilebilir mi, bu kurumsal yapılanmalarla ilgili bir meseledir, kabule dayalıdır. Öyleyse gelin jeopolitik uzmanlık ile uluslararası ilişkiler uzmanlığı arasındaki benzerliklere ve farklara değinelim.
Jeopolitik ve uluslararası ilişkiler, birbirleriyle yakından ilişkilidir. Jeopolitik, genellikle coğrafyanın siyaset ve güç ilişkileri üzerindeki etkisini vurgularken, uluslararası ilişkiler daha geniş bir çerçevede devletler arası etkileşimleri inceler. Her ikisi de akademik olarak örtüşür gibi düşünülür ve birçok uzmanın bu alanlarda ortak çalışmalar yürüttükleri de görülebilir.
Jeopolitik uzmanlık ile uluslararası ilişkiler uzmanlığı arasında hem önemli benzerlikler hem de belirgin farklar bulunmaktadır. Her iki disiplin de devletler arası güç ilişkilerini, dış politikayı ve küresel siyaseti incelemek gibi ortak bir temele sahiptir. Jeopolitik sıklıkla uluslararası ilişkilerin bir alt dalı veya teorik bir çerçevesi olarak görülür; özellikle realizm paradigmasında güç dengesi ve nüfuz alanları gibi kavramlar her ikisinde de ortaktır. Şunu ifade edeyim, benim jeopolitik çalışmalarımda realizm, güç dengesi ve nüfuz alanları büyük yer tutmaktadır.
Benzerlikler açısından, klasik jeopolitik realizm ile güçlü bağlara sahip olduğu için birçok jeopolitik kuramcı (örneğin Mackinder, Mahan ve Spykman) aynı zamanda uluslararası ilişkiler teorisyenleri olarak kabul edilir. Her iki alanda da devlet merkezli analizler yaygındır ve uluslararası sistemi (devletler, ittifaklar) benzer şekilde ele alırlar. Tarihsel olarak Soğuk Savaş gibi dönemlerde bu iki disiplin sıkça birleştirilerek kullanılmıştır. Günümüzde ise dış politika analizlerinde birbirlerini tamamlarlar; örneğin eleştirel jeopolitik, uluslararası ilişkilere çoğulcu bir bakış açısı getirir.
Farklara gelince, jeopolitik öncelikle coğrafi faktörleri (konum, doğal kaynaklar, topoğrafya, stratejik mekanlar gibi deniz veya kara gücü unsurları) merkeze alır ve “coğrafya siyaseti şekillendirir” anlayışını benimser. Bu nedenle daha mekânsal ve stratejik bir yaklaşım sergiler; klasik ekolde (Ratzel, Haushofer gibi) bazen determinist bir özellik taşır, yani coğrafyanın kader olduğu vurgusu yapar. Buna karşılık uluslararası ilişkiler çok daha geniş bir kapsama sahiptir; ekonomi, ideoloji, uluslararası kurumlar, kültür, hukuk ve devlet dışı aktörler (STK’lar, uluslararası örgütler, çok uluslu şirketler) gibi unsurları da derinlemesine inceler. Uluslararası ilişkilerde liberalizm, konstrüktivizm gibi çoğulcu ve post-pozitivist yaklaşımlar daha baskınken, jeopolitik askeri strateji ve bölgesel çatışmalar (örneğin Avrasya hakimiyeti veya enerji koridorları) bağlamında daha belirgin bir rol oynar. Ayrıca jeopolitik tarihsel olarak yayılmacılıkla ilişkilendirilerek eleştirilmişken, uluslararası ilişkiler daha normatif ve işbirliği odaklı olabilir (örneğin BM veya AB gibi küresel kurumlar üzerinden).
Sonuç olarak, jeopolitik uzmanlığı coğrafi ve stratejik derinlikte öne çıkarken, uluslararası ilişkiler uzmanlığı teorik çeşitlilik ve kurumsal/sosyal boyutlarda daha güçlüdür. Günümüz küresel olaylarında (örneğin Ukrayna krizi gibi) her ikisi de birbirini tamamlayarak daha kapsamlı analizler sağlar.
Bu açıklamalardan sonra, madem yeri geldi, bazı jeopolitikçilerin tahminlerindeki isabete bakalım. Burada örnekler vereceğim, ancak tahmin istihbaratı ile de konunun ilişkisini siz düşünün.
Örneğin, (istihbarat ve askeri kariyere sahip, ayrıca Stratfor’un kurucusu) George Friedman’ın 2009’da yayımlanan The Next 100 Years kitabında Rusya’nın demografik ve ekonomik zayıflıkları nedeniyle 2020’lerde yayılmacı politikalar izleyeceği ve Ukrayna’ya yönelik çatışma öngörüsü, 2014 Kırım ilhakı ve 2022 tam ölçekli işgalle büyük ölçüde gerçekleşmiştir.[1] Friedman’ın Çin’in iç bölünmeler ve demografi nedeniyle küresel süper güç olamayacağı öngörüsü ise kısmen doğrulanmış; ekonomik yükselişe rağmen askeri projeksiyon sınırlı kalmış, nüfus yaşlanması baskı yaratmıştır.[2]
Benzer şekilde, Stratfor uzmanı Peter Zeihan’ın 2014 sonrası analizlerinde Rusya’nın enerji bağımlılığı nedeniyle geniş çaplı Ukrayna işgalinin kaçınız olduğu tahmini de doğrulanmıştır.[3]
Klasik bir örnek ise jeopolitiğin kurucusu ve coğrafyacı Halford Mackinder’ın 1904 Heartland teorisidir. “Doğu Avrupa’yı kontrol eden Heartland’i, onu kontrol eden Dünya Adası’nı, onu kontrol eden dünyayı hâkim olur” tezi, Rusya’nın Ukrayna müdahalesinde yankı bulmuştur.[4]
Sahada yetişmiş, diplomat ve sonra Harvard profesörü olmuş Zbigniew Brzezinski’nin 1997’de The Grand Chessboard‘da Güney Kafkasya istikrarı için Türkiye’nin vazgeçilmez olduğunu vurgulaması, 2020 Karabağ Savaşı sonrası Zengezur Koridoru’nun (2025’te ABD aracılığında TRIPP anlaşmasıyla ilerleyen) açılması ve Türkiye-Azerbaycan entegrasyonuyla uyumludur.[5]
Bu çerçeve içine yerleştirerek kendi isabetli öngörülerime örnek vermek isterim.
Örneğin, yukarıda da değindim, Doğu Akdeniz’de ise enerji keşifleri ve güvenlik kaygıları nedeniyle 2000’lerin başından öngördüğüm “İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs ittifakı”, 2010 İsrail-Kıbrıs MEB anlaşması ve ardından EastMed Gas Forum’un kurulmasıyla gerçekleşmiştir.
Demek ki, uluslararası ilişkiler, jeopolitik dengeler, doğal hesaplar, liderlik tercihleri ve güç mücadelelerinin dinamik bir bileşimi olarak tanımlanırken, bu alanın pratik uygulayıcıları arasında istihbarat analistleri, jeopolitik uzmanlar ve stratejik yorumcular kritik rol oynarlar.
Sahadan (savaşlardan, uluslararası kurumlardan, diplomasiden ve istihbarattan) gelen biri ne yapar? Konusunu bilir (örneğin istihbarat), devletleri bilir, politika ve strateji bahsinin içindeki alt inceleme konularına hakimdir, tespitlerinin ve analizlerini eksiksiz yapmak zorundadır. Jeopolitik tahminler üretir. Güç dengelerine ait realist sonuçlar çıkarır.
Uluslararası ilişkilerin soyut teorilerini pratik istihbarat ve jeopolitik hesaplarla birleştirmek önemlidir. Ne salt tarihçi ne de politikacı olmak gerekir. Aksine, istihbarat analisti olarak devletlerin mekanizmalarını bilmek, jeopolitik uzman olarak doğal dengeleri analiz edebilmek önemlidir. Küresel, bölgesel ve yerel güvenlik stratejilerini, terörle mücadeleyi ve küresel güç rekabeti tartışmalarına realist ölçülerde katkı yapmayı, liderlik tercihlerinin güç mücadeleleri içindeki rolünü açıklayabilmeyi önemsemek ciddi işlerdendir, sıradan görülemez.
Yukarıda verdiğim George Friedman örneğini bu çerçevede değerlendirebilirsiniz.
Realizm odaklı tezlerim (liberal düzenin gerilemesi, büyük güç mücadelesinin realizme dönüşü, Rusya-Ukrayna savaşı gibi olayların jeopolitik derinlik analizi) doğal dengeleri ve güç mücadelelerini merkeze almaktadır. Örneğin, Rusya’nın Ukrayna işgalini “büyük güç realizminin zaferi” olarak yorumladım, devletlerin hayatta kalma içgüdüsüyle şekillenen dinamik sonuçları vurguladım. Ama bunları daha fol ve yumurta yokken ileri sürdüm. Bu yaklaşımım, Mackinder’ın Heartland teorisi veya Waltz’un güç dengesi kavramlarıyla paralellik göstermekteydi. Hatta üstüne, saha deneyimimle bunları güncel olaylara uyarladım (2022-2025 Rusya-Ukrayna savaşı, İran-İsrail çatışmaları). Teorik realist çerçeveyi güncel olaylara (Rusya-Ukrayna savaşı, ABD-Çin rekabeti, Orta Doğu dinamikleri) uygulayarak somut sonuçlar işaret ettim. Sonuçta, “Türk Tipi Operasyonel Realizm”i oluşturdum ve böyle tanımlandım.
Devlet Adabı ve Sosyal Medyadaki Kirlilik
Düşünün, yıllar süren yoğun çalışma ile örneğin 2025’te gerçekleşecek bir gelişmeyi doğru tespit etmek mümkündür. Asıl amaç sadece “konuyu söylemek” değil, politika yapıcılara alternatif senaryolar sunarak, karar süreçlerini zenginleştirmektir. Öngörü gerçekleşmemişse, ifade ettiğim gibi bu istihbaratın yanlışlığı değil, politik tercihtir ve saygı duyulmalıdır.
Günümüzde sosyal medya platformları, uluslararası ilişkiler forumları ve çeşitli mecralar, herkesin uzman kesildiği bir arena haline gelmiştir. Ancak bu kolay erişim, ciddi bir sorunun da kapısını aralamaktadır. Şöyle: Deneyimsizliğin bilgiye dönüştürülmesi ve bilgi kirliliğinin yayılması.
Hayatında üstünden mermi geçmemiş insanlar, askerliği tarif etmeye çalışabilirler. Hayatında bir Rus ajanı görmemiş kişiler, istihbarat operasyonlarından bahsedebilirler. Nükleer mühimmata eliyle değmemiş olanlar, stratejik caydırıcılık kuvvetlerinden söz edebilirler. Merminin üstüne yürümemiş bireyler, cesaretten dem vurabilirler. Burada bir kıyas yapılırsa, kitap karıştırıp dergi takip ederek, teorik bilgiyle dolu yorumlar yapmak oldukça kolaydır. Gücün getirdiği o ağırlığı ve riski, o baskın atmosferini koklamadan konuşmak, belli düzeyde bir emek harcamaksa da bu tür çabalar hayati değerdeki jeopolitik ve stratejik konulardır, dikkat gerektirir. Mevcut uzmanlara, peki sen neyi bildin, karar vericilere ne tür katkı verdin ve bundan devlet/millet ne kazandı, diye sormak gerekir?
Bazı kişiler devlet idaresinde hiç rol almamıştır. Örneğin devlet adabı, belli bir yere kadar susmayı gerektirir, kurallara ve hassasiyetlere saygı vardır. Bilsen de susman gerekir. İşte bu gibi hallerde “ben demiştim” deme lüksün yoktur, çünkü devlet adabı bunu gerektirir.
Ankara’dan Washington’a, Pekin’den Moskova’ya kadar uzanan merkezlerde, basit ve popülist çıkışlarla ön plana çıkmaya çalışan çok sayıda insan görebilirsiniz. Bunların bir kısmı akademisyen de olabilir, bir kısmı haber-yorumcudur, bir kısmı ise geçici gündem yaratıcısıdır. Böyleleri için bilgi kirliliği yaratmak son derece kolaydır; birkaç kaynak okuyup, kısa yoldan geveze birilerine sorup, bilgi edinip, popüler söylemleri tekrar etmek yeterli görülebilir.
Halbuki bilgi kirliliğinin engellenmesine çaba göstermek gerekir. Kendimizde örnekleyelim, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel perçinleriyle asla oynanmamalıdır. İşte burada ciddiyet ve sorumluluk devreye girmektedir. Politika yapmak politikacıların işidir. Kolay uzmanlık ise kolay çıkar peşinde koşanlara aittir.
Politikacılar politika yaparlar; iddiaları, düşünceleri ve vizyonları vardır. Onlara yaranmak için onların istediği gibi rol üstlenmek, geçici bir çıkar sağlar belki, ama bir konusuna hâkim uzman için esas olan devlete ve millete hizmettir. Devletin bekası için kişisel çıkar peşinde koşmamak esastır. Alan değil, veren olmak gerekir; ancak burada da haddini bilmek, ölçüyü kaçırmamak şarttır.
Gerçek uzmanlık, saha deneyiminden, riskin gölgesinde alınmış kararlardan ve sessiz fedakârlıklardan doğar. Teorik bilgi değerlidir, ancak onu pratikle harmanlamadan yorum yapmak, çoğu zaman yanıltıcı olur. Türkiye gibi jeopolitik konumu kritik bir ülkede, devlet işlerine dair söz söyleyen herkesin bu sorumluluğun farkında olması gerekir. Çünkü sözlerimiz sadece bir görüş değil, aynı zamanda ulusal güvenlik ve toplumsal güven algısını etkileyebilecek bir güce sahiptir.
Devlete hizmet edenler için esas olan sadakat, ölçülülük ve ciddiyettir. Kişisel ego tatmini veya geçici popülerlik yerine, milletin bekasını ön planda tutmak zorundayız. Bilgi paylaşırken deneyimi, yorum yaparken adabı, hizmet ederken ise fedakârlığı unutmamak, hepimizin ortak sorumluluğudur.
Sonuç
Jeopolitik bahsini ve alanını iyi bilmek bu konu dahilinde konuşuyorken önce bunu hak edecek somut sonuçlara sahip olmak gerekir. Jeopolitik öngörülerin gücü çok önemlidir, devletler için stratejiler bunlara göre belirlenir, büyük ve yüksek politikalar bunlarla şekillenir. Uluslararası ilişkilerin işi jeopolitikçi gibi öngörüde bulunmak değildir. Fakat bu alanda çalışanlar biraz daha dikkatli olmalıdırlar; çünkü sınırlar ve beceriler önemlidir. Tahmin istihbaratı uzmanlığı gerektirir. İstihbarat ise tasnif edilmiş bilgilerle alakalıdır (yani gizlilik vardır); neyin hesaplandığını halkın bilmesi mümkün olmayabilir. Yine de sonuçlara bakarak bazı değerlendirmeler yapılabilir, oluyor veya olmuyor gibi. Yaşamda bunların hepsine ait örnekler vardır ve yapanla yapamayanı bir tutmamak gerekir.
Referanslar:
• George Friedman, The Next 100 Years: A Forecast for the 21st Century (2009).
• Friedman, The Next 100 Years (2009), Çin bölümü.
• Peter Zeihan, çeşitli analizler ve kitaplar (örneğin The Accidental Superpower, 2014).
• Halford Mackinder, “The Geographical Pivot of History” (1904).
• Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard (1997); Zengezur/TRIPP anlaşması (2025).
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish