Ahmet Özer'den DEM Parti'ye çağrı: Tuzağa düşmemeli, CHP ile diyaloğu sürdürmeli

T24'ten Cansu Çamlıbel'e konuşan Ahmet Özer; MHP lideri Devlet Bahçeli'yle yaptığı görüşmenin ayrıntılarını anlattı

Fotoğraf: Ahmet Özer Instagram Hesabı

Bahçeli'nin eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılmasından yana olduğunu aktaran Özer, "Diyaloğun bundan sonra da devam etmesi gerektiğinin altını çizdi. Aynı zamanda Serhattin Demirtaş’ın da bir an önce özgürlüğüne kavuşmasından yana olduğunu söyledi" diye konuştu.

Özer sözlerini şöyle sürdürdü:

Ben AYM ve AHİM kararlarının uygulanması gerektiğinin altını çizdiğimde, “Selahattin Demirtaş’ın bir an önce serbest kalmasının ülkemizin yararına olduğunu, barış sürecine katkı sunacağını düşünüyorum ve bundan yana olduğumu bilmeni istiyorum” dedi. İşte benim, Ahmet Türk’ün, Selahattin Demirtaş’ın barış sürecine katkılarımızdan bahsetti.

"İmralı meselesi yanlış yönetildi"

"Gerekirse Öcalan ile de görüşür müsünüz?" sorusu üzerine Ahmet Özer, şu yanıtı verdi:

Şimdi bir kere İmralı’ya gitme meselesi yanlış yönetildi. En sona doğru bırakılması birinci yanlıştı. İkincisi de bu iş adeta bir referanduma çevrildi, toplumda tartışıldı “Efendim gidilsin mi, gidilmesin mi?” diye Üçüncüsü de tam CHP kurultayının öncesine denk getirildi bu tartışma. Dördüncüsü de bu adım öncesinde CHP’nin demokratikleşme namına ortaya koyduğu taleplerin hiçbirinde bir karşılık olmadı. Bir de tabii son olarak sizin biraz önce hatırlattığınız gibi CHP tabanının önemli bir kesimi İmralı’ya gitmeye karşıydı. İster istemez bir lider adım attığı zaman kendi tabanına da kulak asması lazım. Ama tabii Özgür Özel burada hassas bir denge yürütüyor. CHP tabanının bir kısmı CHP’nin komisyonda bulunmasını da istemiyor. Buna rağmen Özgür Özel cesur biçimde katkı veriyor. Ayrıca CHP, komisyon heyetinin İmralı’ya gitmesine de karşı çıkmadı. “Ben gitmem” dedi. İkisi farklı şeylerdir. Hatta “SEGBİS ile dinlensin” gibi önerilerde bulundu. Raporunu hazırladı, sunacak. Barışa desteğimiz sürüyor.

Eğer partim de bu konularla ilgili bana bir görev verirse seve seve yaparım. Herkesle konuşuruz. Ben şöyle düşünüyorum, pratikte oynayacağınız rol zaten size o misyonu verir. Yani bir yerden bir görev alıp da bunu yapmak yerine kendiniz adım atabilirsiniz. Ben zaten bir aydın olarak, bir akademisyen olarak, bir yurttaş olarak bu barış sürecinin başarıya ulaşması için elimden gelen her türlü katkıyı vereceğimi çıktığım günden beri söylüyorum. Hatta daha içerideyken de bu çağrılarda bulundum. Bu zaten bir aydın sorumluluğudur. Bu sorumlulukta eğer başarılı olursak, bu işi daha da büyüterek devam ettirebiliriz. Ayrıca birinin bize bir görev ifa etmesi gerekmez ama bize bir böyle rol verilirse de bundan da çekinmeyiz yani. Zaten bunu yapıyoruz. Ben bu barış sürecine amasız, fakatsız destek veriyorum.

"İktidarın elini çabuk tutması lazım"

Sürece ilişkin değerlendirmelerde bulunan Özer şu vurguları yaptı:

İş uzadıkça enfekte olma riski yüksek, sabotaj olması riski yüksek. Bu süreç, süt liman olacak değil elbette. Koca bir olay var ortada. Binlerce taraftar var. Onun için iktidarın elini çabuk tutması lazım. Bu aşama her zaman sabotaja, bozulmaya, lafların yanlış anlaşılmasına müsait bir ortamdır. Dünyada da örnekleri var.

"Gelsinler teslim olsunlar, sonra hukuki altyapı oluştururuz" anlayışı yanlış

Hukuki düzenlemelerin önemine dikkat çeken Özer; "Gelsinler, teslim olsunlar" anlayışının gerçekçi olmadığını belirtti ve şunları dile getirdi:

Bu ikinci adım, yani hukuki düzenleme halledildikten sonra üçüncü adım eve dönüştür. Ama şu anda devleti yönetenler “Gelsinler, teslim olsunlar, sonra biz hukuki altyapı oluştururuz” diyor. Böyle bir usul yok ki! Yani geldiğinde tutuklayacaksın adamı hapse atacaksın. İnsanlar o zaman gelir mi? Amaç üzüm mü yemek bağcı mı dövmek? Bu söylemler ya bu işi bilmezlikten ya da bu işin olmasını istememekten kaynaklanıyor. Daha bir de dördüncü adım var; toplumsal entegrasyon. Bu aşamanın en kritik unsuru da hakikatlerle yüzleşmedir. Kalıcı barış için Türklerin gururu incitilmemeli, Kürtlerin onurlu yaşamanın da önü açılmalı. Kardeşlik hukuku bir temele bağlanmalı ki gerekir ki bundan sonra biz yol yürüyebilelim. Bakın, toplamda devletin 9 tane girişimi olmuş bu işi çözmek için. Hepsi başarısız olmuş. Başarısızlığın çeşitli nedenleri var ama en birinci neden toplumsallaştırılmamış olması. Topluma biz bunu kabul ettirmemişiz. Bunun topluma kabul ettirilmesi lazım.

"Terörsüz Türkiye kavramı yanlış"

Sürecin diline de dikkat çeken Özer; "Terörsüz Türkiye kavramını ben yanlış ve eksik bulduğunu belirterek" şu ifadeleri kullandı:

Mesele demokratik Türkiye’dir. Tamam, herkes artık silahlar bırakılsın istiyor. Ama sadece silah bırakmakla bu iş çözülmez. İktidarla bizim ayrıştığımız nokta bu. Kardeşim, barış iki kanatlı bir kuştur, bir kanadı barışsa bir kanadı da demokrasidir. İktidar da diyor ki “Hele bu işi bitirelim. Sonra demokratik adımları atarız.” Geçmişten gelen bir güvensizlik olduğu için de bunu yapıyor. Ama barış ve demokrasinin bir arada yürümesi gerekir.

En büyük mesele dildir. Dili değiştirmemiz lazım çünkü dildir savaşı çıkaran ve dildir barışı yapan. Mesela düşünelim kan davası yapanlar geliyorlar bir sofrada buluşuyorlar, oturduklarında birbirlerine küfrederlerse barış olur mu? Barışacağın insana karşı tabii ki dilini değiştirerek yapacaksın. Bence Bahçeli doğru yapıyor. Ama devletin de dilini değiştirmesi lazım, halkın da dilini değiştirmesi lazım, örgütün de dilini değiştirmesi lazım. Her iki tarafın da gerekirse fedakârlık yapması, ödün vermesi lazım ki ortada bir noktada buluşsunlar. Barış “ben yaptım oldu” demekle olacak bir şey değil. Ama yine de bana göre barış süreci artık geri dönülmesi zor noktayı aştı. Bahçeli paradigmayı değiştirdi. Sonra ikinci adım Öcalan’dan geldi; belki en sonda olacak adımı Öcalan en başta atarak örgüte “kendini feshet” çağrısında bulundu. Örgüt de bunu kabul etti. Yani bu kendine has bir model ve bence başarılı.

"DEM Parti, CHP ile diyaloğu sürdürmeli"

DEM Parti ile CHP arasında geçtiğimiz haftalarda yaşanan gerilime dair de yorumlarda bulunan Özer; şöyle konuştu:

Bugün bu projeyi devlet yürütülüyor. Devleti kim yönetiyor? AK Parti yönetiyor. Onu demokratikleşme konusunda adım atmaya yönlendirmek için DEM ve MHP’ye büyük bir görev düşüyor. Çünkü tek başlarına güçleri yetmez… AK Parti ağırdan alıp, ayak sürüdüğünde Sayın Bahçeli nasıl ön aldı ve “Siz gitmezseniz ben gideceğim İmralı’ya” dedi. DEM de bana göre iki şey yapmalı. Birincisi iktidara net biçimde “Ana muhalefet partisine bu operasyonları yapmamalısınız. Bu barışa zarar veriyor” demelidir. İkincisi de DEM tuzağa düşmemeli ve CHP ile diyaloğu sürdürmelidir. Bu CHP açısından da böyle. CHP de DEM de aralarını açmaya, ikisini birbirine düşürmeye dönük hiçbir oyuna gelmemeli.

Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından DEM’in CHP'ye, CHP’nin de DEM’e ihtiyacı var. İki partinin bir de MHP’ye ihtiyacı var demokratikleşme için. Ama aynı zamanda iktidar partisine de ihtiyaç var. Bu iş öyle “kim kimi kündeye getirdi” diye görülecek bir iş değil. Barış birinin cumhurbaşkanı olmasından daha değerli bir şeydir benim için. Bir kişinin ölmemesi bir adamın cumhurbaşkanı olmasından daha değerli bir şeydir. Sayın Özel de CHP de işte tam bunun için barışa katkı sunuyor.

"CHP olmadan başarılamaz"

Ahmet Özer; Devlet Bahçeli'nin süreçteki rolüne ilişkin de şu vurguları yaptı:

Sayın Bahçeli’nin çıkışı önemlidir. Bu iş çözüldüğü takdirde, Türkiye önümüzdeki beş-on yıl içerisinde bu bölgenin en saygın demokrasilerinden biri olabilir. Onun için bu fırsat asla heba edilmemelidir. Ve bu, Cumhuriyet Halk Partisi olmadan da başarılamaz. Biz barış sürecini sonuna kadar destekliyoruz. Ama Türkiye’de bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu da çözülmeli. Biz onu çözmeye de talibiz. Şimdi çözebiliriz, yarına kalırsa da biz iktidara geldiğimizde bu sorunu çözeceğiz. Bu son derece kıymetli bir şeydir. Çünkü şu anda iktidar bunları söylemiyor.

 

t24

DAHA FAZLA HABER OKU