Geçtiğimiz hafta boyunca Kerkük, Musul, Telafer, Süleymaniye, Altunköprü ve Erbil’i kapsayan beş günlük bir ziyaret gerçekleştiren eski Başbakan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Neçirvan Barzani, Kubat Talabani ile Türkmen ve Arap liderlerle bir araya geldi. Bölgedeki temaslarında yoğun ilgi gören Davutoğlu’nun, farklı kesimlerle kurduğu diyalog dikkat çekti. Ziyareti izleyen Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek’in sorularını yanıtlayan Davutoğlu, önemli açıklamalarda bulundu.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Independent Türkçe GYY Nevzat Çiçek
Ahmet Davutoğlu, "Gezide gözlemlediğim hava, geleceğe dair umutlarımı artırdı. Silahların bırakılması sürecinin hızlandırılması gerekiyor. Süreç diken üstünde ilerliyor. Silah bırakıldıktan sonra geri dönüş mümkün değil," ifadelerini kullandı. Davutoğlu, benzer bir sürecin Suriye’de de yürütülmesi gerektiğini belirterek, "Bu süreç başladığında arkası domino etkisiyle gelecektir," dedi.
Hem Erbil hem de Süleymaniye’nin bu sürece tam destek verdiğini vurgulayan Davutoğlu, "Neçirvan Barzani ve Mesut Barzani özellikle Devlet Bahçeli’yi merak ediyorlar. 'Sağlığı için dua ediyoruz' dediler," şeklinde konuştu.
Kerkük, Musul, Telafer, Süleymaniye ve Erbil’i kapsayan bir ziyaret gerçekleştirdiniz. Tüm kesimlerle temas kurdunuz, özellikle de çözüm süreci üzerine görüşmeler yaptınız. Genel izleniminiz ne yönde oldu?
Benim bu gezide hissettiğim atmosfer, umutlarımı daha da artırdı. Ben, başarı ihtimali yüzde 5 bile olsa dünyayı iki defa dolaşırım. Zaten bu tür süreçlerde başarı ihtimali yüzde elli artı bir olduğunda işler kolay ilerler. Bir nehri geçerken yarıya geldiyseniz, geri dönmenin bedeli karşı kıyıya ulaşmaktan daha yüksek olur. Bu nedenle geri dönülmez. Şu an da benzer şekilde, kritik bir eşiğe gelmiş durumdayız. Geri dönmenin maliyetinin, ilerlemenin maliyetinden daha fazla olacağı noktaya ulaşmak gerekiyor. Bu noktada, geri dönmenin en pahalıya patlayacağı an, silah bırakma zamanıdır.
Silah bırakma konusunda bir mekanizma oluşturulup dünya, Türk, Kürt ve bölge kamuoyuna “silahlar bırakılıyor” mesajı verildiği anda, geri adım atmak herkes için çok daha zor hale gelir. Çünkü artık kimse o noktaya tekrar ulaşamaz. 2013’te bu aşamaya gelemediğimiz için süreç çöktü. Silahların bırakıldığına dair bir görüntü oluştuğu anda, PKK bir daha “silahla mücadeleye dönüyorum” dese bile militan toplayamaz. Türkiye açısından da silahların bırakıldığı görülürse, sürece en karşı olanlar bile artık muhalefet edemez. Çünkü silah bırakmanın neyine karşı çıkacaksınız?
Şimdi temel şüphe şu: Silah gerçekten bırakılacak mı? Ben hem Türkiye'de görüştüğüm siyasetçilere hem de bu bölgede temas kurduğum herkese bu aşamaya acilen geçilmesi gerektiğini söylüyorum. Barzani ile dört saat süren son derece verimli bir görüşme gerçekleştirdim. Elinde imkân olan herkesin silah bırakma sürecine geçişi hızlandırması gerekiyor. Çünkü arada birçok fitne odağı ve provokatör devreye giriyor. Bu süreçten rahatsız olan çok sayıda aktör var. Geçmişte, bu rahatsız olanlar 2013 sürecini sabote ettiler. Şimdi aynı aktörlere fırsat vermemek gerekiyor.
Bu süreç zaten gecikti, bunu açıkça belirtmek lazım. 22 Ekim’de Bahçeli çağrısını yaptıktan sonra, bu süreç en geç Mart ayında, Nevruz’da tamamlanmalıydı. Ocak’ta Meclis’te yaptığım konuşmada da belirtmiştim: 23 Şubat, 21 Mart ve 23 Mart bu sürecin kritik tarihleridir. Çünkü 23 Şubat AK Parti Kongresi, 21 Mart Nevruz, 23 Mart ise CHP'nin aday açıklamasıdır. Ancak 19 Mart’ta yaşanan gelişme, 21 Mart’ın anlamını zayıflattı ve bu süreci geciktirdi.
Her ne kadar süreç gecikmiş olsa da, daha fazla zaman kaybetmeden hayata geçirilmesi şart. En temel mesajım şu: Daha fazla gecikme, bazı bölgesel gelişmelerin her şeyi altüst etmesine yol açabilir.
Barzani ve Talabani ile gerçekleştirdiğiniz görüşmelerde, onların sürece dair umutlu olduklarını gözlemlediniz mi?
Neçirvan Barzani de, Mesut Bey de bu sürece dair ciddi bir heyecan taşıyorlar; bunu hissetmemek mümkün değil. Sorunun çözülmesi halinde gerçekten büyük bir mutluluk duyacakları açık. Ancak süreci anlamaya çalışıyorlar. 2013'te yaşananlarla bugünü karşılaştırıyorlar ve “Siz o dönemi de bu dönemi de yaşadınız, bu sürecin başarı şansı nedir?” diye soruyorlar. Bahçeli'yi samimi bir şekilde merak ediyorlar. Ben de kendilerine Bahçeli’nin bu konudaki kararlılığını anlattım ve bundan memnuniyet duydular. Hatta “Bahçeli’nin sağlığı için dua ediyoruz” dediler. Kasım ayında Dohuk’a yaptığım ziyaretten sonra, Bahçeli’ye yazdığım bir mektupta buraları ziyaret etmesini önermiştim. Çünkü insan, tanımadığına karşı mesafe koyar. Tanımaya başladıkça bu mesafeler, psikolojik engeller ortadan kalkar. Türkiye’deki Türk milliyetçilerinin buraya gelip buradaki Türkiye dostluğunu görmeleri çok yararlı olur. Erbil çarşısında Türkçe konuşan insanları gördüklerinde, burayı bir tehdit değil, Türkiye’nin doğal hinterlandı olarak algılayacaklardır. Ancak şu anda Bahçeli’nin sağlık durumu buna el vermiyor.
Peki ya Süleymaniye?
Hem Erbil’de hem de Süleymaniye’de süreci konuşurken tam bir mutabakat olduğunu gördüm. Barzani zaten geçmişte de bu konuda önemli çabalar göstermişti. Ancak esas kritik nokta Süleymaniye. Sayın Barzani de Süleymaniye’ye gitmemi, havalimanının açılmasını desteklememi çok yerinde buldu. Çünkü orada çıkabilecek komplikasyonları öngörebiliyorlar. Kubat Talabani, Süleymaniye çarşısında gece dolaşırken çekilen fotoğraflarımı görünce “kalbim duracak sandım, başına bir şey gelecek diye” dedi. Gecenin ilerleyen saatlerinde sokakta verdiğim mesajdan dolayı da çok memnun oldu. Orada da açıkça ifade ettim: Süleymaniye Havalimanı’nın kapalı tutulmasının gerekçeleri ortadan kalkmalı. Kandil’e ulaşım Süleymaniye üzerinden sağlanıyorsa, Türkiye’nin o noktaya karşı önlem alması doğal. Ancak bu durum ortadan kaldırılmalı. Ve bunu ortadan kaldırmanın yolu da PKK’ya silahsızlanma yönünde baskı yapılmasından geçiyor, dedim.
Çözüm sürecinde onlarla Ankara arasında bir iletişim var mı?
Olmaz mı? Sürekli iletişim halindeler. Türkiye'deki devlet kurumlarıyla iletişimde herhangi bir sorun görmedim, güvenleri de tam.
Sürecin bir parçası olabilecekler mi?
Resmi bir görevim yok. Yani kimse adına değil, ama kendi şahsi deneyimlerim ışığında hepsine silahların bir an önce bırakılması gerektiğini anlattım.
Türkiye’nin bu meselenin çözümü için ne yapacağı konusunda da merak ediyorlar. Silahlar bırakıldıktan sonra veya bunun görüntüsü verildikten sonra her şey daha rahat konuşulur. O zaman silah baskısı ve gölgesinin altında konuşulamayan konular konuşulur hale gelir. O gölgenin kalkması gerekiyor. O gölge kalktığında konuşulabilir hale gelir. Kerkük meselesini de ele aldık. Türkmenlerle Kürtler arasında, özellikle KDP ile olan ilişkiler oldukça düzelmiş. Bunu başarabilmek için çok çaba harcadık. Erşad Salih’in tutum değişikliğinde bunu görebilirsiniz. Bu Türkiye için de olumlu bir gelişme. Biz buradayken iki Arap vekil desteğini çekti, Kerkük Valisi Meclis’te çoğunluğunu kaybetti. Davutoğlu geldi ve ortalığı karıştırdı derler herhalde yine.
Peki, Barzaniler de sürece yönelik provokasyonlardan endişe duyuyor mu?
Herkes çekiniyor. Şu anda süreç diken üstünde gidiyor. Bir kere silahlar bırakılsa, bırakılmak için bir tören ve mekanizma kurulsa, herkes süreci daha rahat yönetir hale gelecek. Herkes acaba nereden provokasyon gelir diye endişeli. Mesela Tusaş saldırısı böyle bir provokasyondu. Şu anda bu süreçten en çok rahatsız olan ülke İsrail'dir. Dolayısıyla olası provokasyonlara karşı herkesin dikkatli olması gerekiyor.
İsrail'in rahatsızlığını nasıl gözlemliyorsunuz?
Örgüt silahları bıraktığında geriye tek sorun kalacak; Suriye'den kaynaklanan mı olacak? Silahların bırakılması kadar Suriye’de Şam yönetimi ile Kürtler arasının makul isimlerle düzeltilmesi de önemli. İsrail, Suriye'deki merkez hükümetinin zayıf olmasını ister. Sürekli Suriye’de bir gerginlik iklimi olmasını ister. Bu yüzden Kürt, Dürzi ve Alevi unsurları kullanmaya çalışırlar. O argümanı ellerinden almak lazım. Bunun için Suriye’de de benzer bir sürecin işletilmesi ve Suriye yönetimi ile Suriyeli Kürtler arasında kalıcı bir mekanizmanın kurulması gerekir. Suriye’de PKK'nın silahlı gücünün orduya entegre olması, Suriyeli Kürtlerin de devlete entegre olması gerekiyor. Bu ikinci eşik de geçildiğinde bence ondan sonrası çorap söküğü gibi gelecek. Bu iki kritik eşiğin aşılması gerekiyor.
Onlar Suriye meselesinde nasıl bakıyorlar?
Biz onların Suriye'de etkili olmasını istedik. Bu yüzden Kobani olaylarında Türkiye sınırını geçip Peşmerge içeri girmişti. Sincar bölgesinin kontrolü çok önemli. Kandil tasfiye edilecek. Mahmur ve Sincar hattı kontrol altına alındığında provokasyonların şansı kalmaz. Bunun için Türkiye'nin en yakın müttefiki Erbil yönetimidir. Mutlaka sürece katarak nötralize edilmesi gereken de Süleymaniye’dir.
Peki, AK Partili çok az ismi sürece destek vermek için konuşurken görüyoruz. Bu da şüpheleri artırıyor. Sizce neden böyle?
Evet. Kesinlikle. Bunu bir AK Partili üst düzey yetkiliyle karşılaştığımda söyledim. “Niye hiç kimse konuşmuyor?” diye sordum. 2013’te herkes alandaydı. Mesut Barzani Diyarbakır’a geldi. Neçirvan Barzani Van’a geldi. Van sokaklarını birlikte dolaştık. Ben alandaydım, Beşir Atalay, Bülent Arınç, Efkan Ala da vardı. Herkes alandaydı ve herkes konuşuyordu. AK Parti’nin süreci kamuoyuna anlatacak, ikna edecek aktörlere ihtiyacı var. Onlarda da tedirginlik var. Bir cumhurbaşkanı konuşmadan başka bir şey söylememe çekincesi, bir de “Ya ileride bir şey olursa, biz ortada kalırsak?” endişesi var. Böyle tedirginlikle süreçler yürütülemez. Kararlılıkla yürür. Kimse ortada kalırım diye korkmamalı. Tarihe bir başarı hikayesi bırakmak istiyorsanız, kararlı olmanız gerekir.
Şöyle bir kaygı var; Tayyip Bey'in önüne bir anket gelir. Tayyip Bey bu süreci yürütmeyebilir. Bu haklı bir kaygı mı?
Doğru. O kaygı herkeste var. Ben mesela “bu 100 yıllık bir sorun. Çözelim, gelecek nesillere kalmasın, bunun için de bedel ödemek gerekiyorsa, ben bedel ödeyeyim” diye bakıyorum. Bahçeli de anladığım kadarıyla böyle bakıyor. Geriye bunu bırakmak istiyor. Cumhurbaşkanı “benim aday olmak gibi bir derdim yok” dedi. Bunun inandırıcı olması lazım.
AK Parti, DEM ve MHP'nin yaklaşık 380 milletvekili var. Anayasa değişikliği için 400’e çok yaklaşıyorlar. Burada sizin grubunuz kritik hale geliyor. Siz anayasa değişikliğine nasıl bakarsınız?
İngilizlerin “if” sorusu dediği, şu olursa bu olursa sorusu. Şartları bilmeden bir şey söyleyemem.
Tunceli'de vali olayı oldu. Devlet bu sürece hazır mı?
Devlet kurumları şu ana kadar iyi görünüyor. Ancak siyasi iradeyi görmek isterler. Bürokrasi motive olmak ister. Motive olamadığında eski dürtüleri ortaya çıkar. Alışageldiği reflekslerle hareket eder. Ve bürokrasinin alışageldiği refleks, işten kaçınmadır. Bürokrasi risk almaz. Burada görev siyasilere düşüyor, bürokrasiye değil.
Peki, CHP’nin süreç tavrını nasıl buluyorsunuz?
CHP'nin sürecin karşısına çıkarak elde edeceği bir şey yok. CHP sürece karşı çıktığında kazanacağı bir oy yok, kaybedeceği oy var. Yani sürece karşı çıkanların gideceği adres CHP olmaz. Buradaki tek risk, klasik, geleneksel CHP olarak tanımlanabilecek ulusalcıların parti içinde tartışma yaratma ihtimalidir. Ancak Kemal Bey döneminden itibaren CHP’de Kürt sorununa dair bir değişim yaşandı. Doğu’da CHP algısı değişti. 1991’deki CHP-HDP işbirliği kadar olmasa da bir zemin oluştu. Bu nedenle burada bir sorun çıkacağını düşünmüyorum.
© The Independentturkish